Fermanın tanıklığı: Kınalı saçlarından yuva yaptım -4-

Saçlarını özgürlüğe uzattı

Beritan’ın  geçtiği yolları geçerken, ağaçların tepelerinde kuş yuvaları dikkat çekiciydi. Kuşlar yuvalarını kadınların saçlarından yapmışlardı. Ve bu saçlar ferman günü Suka Kevin de katledilen, tecavüze uğrayan, bebeği paramparça edilip yedirilen annelerin, hala çocuk olan kızlardan toprağa düşen saçlarıydı. Beritan şimdi saçlarını özgürlüğe uzattı.

ROJBİN DENİZ

Şengal - Beritan yaşadıklarının karşısında belki ilk başlar dilsiz kaldı. Nasıl kaçacağını, başarıp başaramayacağını bilemedi. Açlık ve susuzlukla da imtihan edilen küçük bedeni onu güçlü kalmaya zorladı. Ailesini bulduğunda kurtulmanın sevincini geride bıraktıklarından yaşayamadı.

Beritan Şengalî, saklanmasının ve açığa çıkmasının ardından getirdiği duygu karmaşası ve yaşananları anlattı.

“Lofaların aşağısında yol alırken, içimde bir ürkeklik vardı fakat daha sonra lofaların yukarısında insanları gördüm ve bu beni rahatlattı, bundan cesaret aldım.  Öyle bir duyguydu ki anlatılması çok güç bir duyguydu. Arkamda bıraktıklarımın ağırlığı, önümde gördüğüm insanların beni karşılama sevinci, ikisini bir arada yaşıyordum. Yanıma aldığım yiyecek ve suyu taşıyamadığım için bıraktım bir tek babamın silahı bendeydi. Dağlara yol alırken kendimi taşımak bile zor geliyordu. Halkı görünce yüreğim ferahlamış, korkularım geçmiş, bir tek öfkem kalmıştı. Geride kalan insanlarla dinlene dinlene Çilmera’ya kadar gitmiştim.  Çilmera’ya ulaştığımda ailemi aramaya başladım. Neyse ki onları bulmam zor olmadı. Ailemi gördüğümde koşup hepsine tek tek sarıldım. Kurtulmuştum ama arkamda kalanları kurtaramamıştım. Öyle içime oturmuştu ki aileme olanları anlattım. Onlarda beni çok merak etmişler hatta artık dönmeyeceğimi düşünmüşlerdi. Beni karşılarında bulunca annem tilililerle beni karşıladı.”

Günlerce Şengal’i izlediler

Çilmera’da yirmi aile Beritan ve ailesi ile birlikteydi.

“Çocuklar ve üç küçük bebek vardı. İlk dönem yiyeceğimiz vardı fakat sonra tüm yiyeceğimiz tükenmesiyle hepimiz çok zorlandık. Çilmire’da geceleri çok soğuktu. Orada geceleri kalabilmek ve soğuktan korunmak için yeri kazdık ve etrafına taştan duvar yapıp, soğuğun etkisini bir süre kesebildik. Gündüzleri dağın Şengal merkezini gören tarafına gider, orada taşlara oturur, saatlerce Şengal’i izlerdik. Bazen silah sesleri bazen çığlık sesleri gelirdi. Çilmera’da çok sayıda insan vardı. Ayrıca yanımızda koyunlar vardı, koyunların sütleriyle susuzluğumuzu bir nebze gideriyor, etleriyle de açlığın sınırından kendimizi koruyorduk. Ama sürekli et yemek herkese ağır gelmeye başlamıştı. Tuz ve şeker sorunu herkesi güçten düşürmüştü. Yanımızda bir hamile kadın vardı. Çilmera’da doğum yaptı ikiz doğurdu. Çocukları içine alacağımız hiçbir şey yoktu. Etrafta olan poşetlere sardık. Onları korumak sıcak tutmak çok zordu. Sonradan onlara ne oldu bilmiyorum. Dağlarda güvendeydik ama çeteler yukarı dağlara gelecekler diye korkuyorduk. Bazen ‘çeteler geliyor’ diyorlardı biz yerlerimizi bırakıp kaçıyorduk. Hepimiz araziye dağılıyor, saklanacak yer arıyorduk. Saklandığımız yerde sessiz ve ürkek bir süre bekler, etrafı gözlemler, çetelerin gelmeyeceğini anladığımızda, tekrar yerimize dönerdik.”

Havadan yiyecek yardımı aldılar

Yardımlar geldiğinde yaşadıklarını anlatan Beritan, sözleriyle o anları adeta zihnimizde resmediyor. 

“Bir gün yine aynı şekilde, ‘çeteler gelecek’ dediler. Biz de yerlerimizi bırakıp araziye ağaçların dibinde, taşların oyuklarında saklanmaya başladık. Bir süre orada kaldık. Uzaktan sesler geliyordu, yerden değil gökyüzünden geliyordu ve bir süre sonra gelen yardım helikopterleri görünmeye başladı. Bize havadan su ve yiyecek atıyorlardı. Hepimiz saklandığımız yerlerden çıktık ve helikopterlerin olduğu tarafa doğru koşmaya başladık.  Onlara doğru koşarken bir taraftan bize yiyecek ve su getirdikleri için mutluyduk, belki bizi buradan kurtarırlar diye bir umutla koşuyorduk. Yere inmeden aşağıya su ve yiyecek atıyorlardı. Attıkları suların büyük bir bölümü yerde patlıyordu. Tabi o durumda ona bile razıydık. Attıkları paketler büyük ve ağırdı, yere düşünce çok fazla ses çıkartıyorlardı. Atılan paketler, aralıklarla insan topluluklarına göre atılıyordu. Paketler atılırken insanlar altında kalmamak için paketlerin geliş yönünü takip ediyor ona göre kendini koruyordu. O esnada atılan bir paket bir kadına denk geldi. Kadın hemen oracıkta can verdi. O duygu nasıl anlatılır bilmiyorum, bir taraftan bize su gelmişti diğer taraftan da çetelerden kurtulmayı başarmış ve günlerce büyük bir zorluğu göğüslemiş bir kadın, öyle gözlerimizin önünde can vermişti.” 

Beritan ve yanındakilerin sevinci kadının ölümüyle acıya dönüştü.

“Gelen su ve yiyeceklere de çok sevinmiştik ama o kadının oradaki ölümü ve ölüm şekli sevincimizi kursağımızda bırakmıştı. Ölen kadının eşi ve çocukları kadını alıp bir taşın dibine götürdüler ve herkes onlara yardım etti. Taşın dibini kazdılar ve kadını oraya gömdüler. Êzdalığın en sessiz ritüeliyle, o cansız beden toprağa emanet edildi. Onun yeri kendi toprağıydı. Olur da bir gün Şengal çetelerden temizlenirse, o kadın o taşın dibinden alınıp,  önce kendi köyüne, yaşadığı eve sonra da bağlı olduğu Qube’nin yanına gömülecekti. Êzdalıkta adet buydu.”

Kurtarılmayı beklediler

Günler geçtikçe açlık ve susuzluğun ağırlığını bedenlerinde daha fazla hissettiklerini anlatan Berivan, yardım helikopterleri geldiğinde tepki veremez halde olduklarını ifade ediyor.

“Havanın sıcaklığı susuzluğumuzu öyle bir arttırmıştı ki belki de onlarca insan susuzluktan öldü. Gelen helikopter bu kez de bize su ve yiyecek getirmişti. Bizim tek isteğimiz bir şey getirilecekse o da suyun olmasıydı. O gün paketleri attıktan sonra biraz alçaldılar ve çok az bir sayıda hasta, yaşlı, çocuk ve hamile olan kadınları götürdüler. Gidenler sınırlıydı ama bu bizde bir umut yaratmıştı, ‘böyle her defasında gelip bir parçamızı kurtaracaklar’ dedik. Ama öyle olmadı. Bir daha gelip kimseyi almadılar. Ve bir daha yardım paketleri de gelmedi.”

Susuzluk ve soğuktan öldüler

“Bir haftayı geride bırakmamıza az kalmıştı. Çocuklar ve hasta insanlar çok zorlanıyorlardı. Susuzluktan, açlıktan ve soğuktan ölen çocuk ve kadınların  ölümleri en ağır olanlarıydı.  Bir baba yanında üç kızıyla dağlara çıkarken, yolda bir kızı öldü kızını kollarına alarak bir taş dibine bıraktı ve üzerine toprak attı, taştan ve toprağa emanet bıraktığı kızına iyi bakmasını istedi, taşı ve toprağı öptükten sonra yoluna kalan kızlarıyla devam etti. Geceleri çok soğuktu. Bizim dağlarımızın zozan soğuğu gecelerin hakimidir ona tutunanları kendine çeker, gündüzleri de sıcaklığında seni kavurur. Dağların dilini iyi bilmek gerek. Dağları bilmezsen seni koruması için sığındığın dağlar da vereceğin bedeller olur. Açlık, susuzluk, soğuk ve sıcak bunları göğüslememiz gerekiyordu. Büyüklerimiz dayanıklıydı dağ havasını biliyorlardı, dağ insanlarıydı onlar ve dağlar onları tanıyordu. Eski dostlardı birbirlerine sarılıp zorlukları bir nebze göğüsleyebiliyorlardı. Dağlar onları korumuştu ve ölen yaşlıların sayısı çok azdı. Bizde onların tecrübelerine sığınıyorduk. Tecrübesi olanlar toprakta boylu boyunca uzanabileceğimiz çukurları bize kazdırıyordu. Akşamları ikili-üçlü o çukurlara girip yatıyorduk. Toprak bizi sıcak tutuyordu. Yine üşüyorduk ama ölümüne değil yaşamına üşüyorduk. Soğuya dayanamayan çocuklardan sabaha çıkamayanlar olurdu. Her sabah bir taşın dibinden ağıtlar yükselir, gece soğuğa dayanamayan bir bebek ya da bir çocuk ruhunu toprağa emanet ederdi. Ağırdı, kendi topraklarımızda sürgün olmak, kendi toprağımızın ölüsü olmak, aşağıda fermanın en derinini yaşamak, dağlarda doğanın kanunlarına yenik düşmek.”

Toprak hayatını kaybedenleri de korudu

“Êzdalığın kutsallığına doğa mührünü vurmuş” derler. Yılan, dağ ceylanı, akrep, horoz, tavus kuşu,  ceviz ağacı, gelincikler ve tüm doğa Êzdalığın kutsalında hayat bulur. Giden ve kalan doğa tarafından mühürlenir. Fermanda dağlarda hayatını kaybetmiş her Êzidi toprağa emanet edildi, teslim edilmedi. Şengal’de bulunan yirmi üç kutsal mekan Êzidiler arasında paylaşılmış. Êzidiler ‘Xwudanimiz, hangi qubeyse, onun yanına gömülmeliyiz’ derler. Kişi ait olduğu yerde ölmemişse, o kişi kendi yerine götürülünceye kadar naaşı toprağa emanet edilir. Êzidiler toprağa canlarını emanet bıraktığında, toprağın ona bırakılan bedeni, sahibi gelip alıncaya kadar koruduğuna inanırlar. O dağ taş, topraklar, Ferman döneminde sadece yaşayanları değil, hayatını kaybedenleri de korumuştu. Beritan dağdaki zorlu günlerini anlatmaya devam ediyordu.

“Dağlarda kaldığımız 7 gün boyunca hem zorlandık ama bir o kadarda güvendeydik. Yedi günün sonunda herkes toplandı ve dağlardan Şemal (güney) tarafına inme kararı aldık. Hecali Qubsi’nin yanına inilecekti. Orası Şerefedin Qubesi’ne yakındı ve dağın yamaçlarında yer alıyordu. Bize göre DAİŞ çeteleri Şemal tarafına gitmemişti. Fermanın bir tek Şengal’in kuzeyine yani Qiblete tarafına olduğunu sanıyorduk. Gruplar halinde Hecali Qubesi’ne iniyorduk. Her grupta yirmiden fazla aile yer alıyordu. Dağdan aşağıya inmek bizi çok zorlamadı. Kısa bir zaman içerisinde Hecali Qubesi’nin yukarısına geldik. Aşağıya baktığımızda bir sürü insan vardı. Bizden önce gelenler belki de köyünden direk oraya gelenlerdi. Belli ki çeteler Hecaliye’ye kadar gelmemişti. Aşağıya indik durumlarını sorduk. Şemal tarafında bulunan tüm köylere DAİŞ girmişti ve Hardan Köyü’nün yarısından fazlasını kaçırmışlardı. Kendini kurtarabilen dağlara vurmuştu. Hecali’de bulunanlar ‘biz de ferman gününden beridir buradayız. Açlık ve susuzluk sorunu yaşıyoruz. Fakat bize haber geldi diyorlar ki Gerillalar gelmiş. Bizi kurtarmak için gelmişler’ diyorlardı. Herkes gerillalardan bahsediyordu. Hatta bazıları birebir görmüştü, öyle muhteşem anlatıyorlardı ki hepimizin yüreğinde solan umut tekrardan canlanıyordu. Gerillaların Sinune ve Digor’a  kadar halkı kurtarmak için bir koridor açtıklarını söylüyorlardı. PKK’ye PEK diyorduk. ‘PEK Gerillaları bizim için savaşıyorlar’ düşüncesi hepimizi çok etkilemişti. Kurtarmaktan ziyade bizim için savaşmaları çok önemliydi. Ferman boyunca kimse bizim için bir şey yapmamıştı, bir tek PKK Gerillaları gelmişti ve bu hepimizi çok etkiledi. Hecali’de kaldığımızın ikinci gününde gerillalar bize su ve yiyecek getirdi. Bize ‘karnınızı doyurun ve gerekli suyu için sonra yola çıkacağız’ dediler. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk ve kimsede ‘bizi nereye götüreceksiniz’ diye sormuyordu, hepimiz bir biçimde bizim için savaşmaya gelmiş gerillalara güveniyorduk. Herkes kana kana su içip karnını doyurdu. Sonra bizi ailelerimizle gruplar halinde yola çıkardılar. Güvenlik koridorundan Rojava sınırına kadar götürdüler. Sınıra yakın önümüze bir sürü boş araba geldi, bizi bindirip Rojava’ya kadar götürdüler.”

İki yıl sonra Şengal’e döndü

Halkın bir bölümünün ‘biz dağlarımızdan çıkmayız, eğer gerillalar da burada kalacaksa, biz de burada kalacağız’ dediğini aktaran Beritan, diğer bölümün de Rojava’da kalacağını, IŞİD’in Şengal’den çıkartılırsa tekrar yerlerine döneceklerinin umuduyla kaldıklarını anlattı.

“Ezidiler’in bir kısmı da Başur Kürdistan’a, özellikle Şexan tarafına gitmek istedi. Laleş’e kutsal mekanımıza yakın kalmak istediler. Bende ailemle birlikte Başur Kürdistan’a geçtim.  Yürümekten hepimizin ayak tabanları patlamıştı. Günlerce yerde kaldık. Bir süre yaralarımızı sarmaya çalıştık. Bedensel olarak yaralarımız iyileştikçe yüreğimizde izi kalan acılarımız kanamaya başlıyordu.

Başur Kürdistan’daki halk bize yardım etti. Biz ailece Zaxo’ya gittik ve orada sadece iskeleti olan bir eve yerleştik. Yanımızda gelen diğer aileler de aynı bizim gibi iskelet evlere yerleştirilmişlerdi. O evlerde beş ay kaldıktan sonra, ev sahipleri bizi evlerinden çıkarttı.  Bizi kamplara yerleştirdiler. İki yıl kamplarda kaldık. O iki yıl içerisinde Şengal’i özgürleştirme hamlesi başlamış, birçok yerde başarıyla sonuçlanmış ve bazı köylerde de hala devam ediyordu. Biz de ailece Şengal özgürleştikten sonra artık kamplarda kalamazdık ve iki yıldan sonra, boynu bükük ayrıldığımız Şengal’e geri döndük.”

Evlerini yeniden inşa ettiler

Kamplarda en eksik olanın aidiyet duygusu olduğunu ifade eden Beritan, onlar için en önemlisinin yaşadığı toprağa olmak olduğunu dile getiriyor.

“Kamplarda kalırken en çok bizi zorlayan konu buydu. Şengal eski Şengal değildi bunu biliyorduk. Büyük bir ferman, katliam yaşamış, her yeri viraneye dönmüş, anılar ve acılar dağlarımıza, ovalarımıza ve köylerimize dolmuştu. Biz kendi küllerimizden tekrar doğmaya ve düşmanlarımızı yakmaya gelmiştik.  Onun için yıkılan köylerimize aldırış etmedik. Evimize, Şengal’e gittik. Evimiz yerle yeksandı. Çocukluğumun geçtiği sokaklar, sayfa sayfa ferman yazmış bir roman gibi duruyorlardı. Okudukça yaşananları daha derinden hissediyordum. Ailece el ele verdik ve evimizi tekrardan yaşanır duruma getirdik.  Eskisi gibi güzel olmamıştı ama yine aynı yerdeydi. ‘Yaralarımız iyileştikçe evimizde güzel olur’ dedik. Şengal de olanları gördükçe, dinledikçe öfkem daha fazla artıyordu. Ve tabi gerillaların duruşu beni derinden etkiliyordu. Direniş ve savaşçılık Êzdalıkla eşdeğerdeydi.”

Savaşçı olmaya karar verdi

Beritan tüm bu yaşanmışlıkların ardından ‘çok fazla düşünmeye gerek yok’ diyerek bir yola girdi ve savaşçı olmaya karar verdi.

“2018’de YJŞ’ye katılma kararı aldım. Bize yapılanların intikamını alma zamanı gelmişti. DAİŞ’in bedenlerinden, ruhlarından sürükleyerek götürdüğü binlerce Êzidi kadının intikamını almanın zamanıydı. Bir Êzidi kadını olarak fermanda yaşadıklarımızdan sonra, ben evde normal bir kadın gibi yaşayamaz, evde hapsolmayı ve başka bir fermanı kaldıramazdım. Giden canlara, ‘ben bu dağların ve Êzdalığın şervanı olacağımın’ sözünü vermiştim. İşte bugün bir Êzidi kadını olarak gururla silahımı taşıyorum. Bu sokakları geçerken başım dik yürüyorum. Kan ve bedelle sulanmış toprağımızın her karışına baktığımda, tüm ferman şehitlerine sözümü yeniliyorum. Ben artık yürekten bu toprağın savaşçısıyım. Fermanda yaşadıklarım bende canlı kaldıkça, ben bu toprağın savaşçısı olmalıyım. Çocukken asker olmak istemiştim. Erken büyüdüm, bir ferman yaşadım, Gerillaları tanıdım ve yaşam beni büyüttükçe hayallerime daha fazla yakınlaştım ve dağların gerillası oldum. Kadın gerillaların uzun saç örgüleriyle, güzel yüzleriyle, yiğit ve cesurca DAİŞ’e karşı savaşmaları beni çok etkilemişti. O kadar çok etkilenmiştim ki hep onları hayal ediyordum. Kadın gerillalara yanaştıkça onların güzelliğinin sırrını çözmüştüm. Onların sırrı Önder APO’nun felsefesiyle yaşam bulmalarıydı.  Bu bende Êzdalığa, kadınlara, toprağa olan bağlılığımı pekiştiriyordu ve sorumluluk duygusuna götürüyordu.”

“PKK bizi kurtarmaya gelirken sadece fiziki olarak kurtarmadı, fikirsel olarak da kurtardı, Êzdalığın, Êzidiler’in irade olmasını ve kendini savunmasını bilmesi gerektiğini öğretti.  Biz PKK sayesinde ferman öncesi ve ferman dönemini artık yaşayamayacağımızı anladık. Bir toplumum inancı onu yaşama bağlayandır. Bizde Êzdalıkta dostumuzu ve düşmanımızı tanıdık. KDP peşmergeleri bizi bıraktı, hem de öyle kanlar içinde çığlık çığlığa giden canlarımızın bedenlerine bakarak, kaçıp gittiler. İnsan yaşadıklarını unutabilir mi? Ben unutmadım.  Özellikle hiçbir Êzidi kadını unutmayacak, Êzdalık, Êzidi toplumu hafızasız kalmayacak. Bunu bütün dünyanın bilmesini istiyorum.  Bir Êzidi kadını olarak yaşamda artık benim bir amacım ve hedefim var. Bu topraklar artık ferman yaşamamalı.”

Saçlarını özgürlüğe sakladı

Beritan tek solukta tüm yaşadıklarını anlattı. Onun geçtiği yolları geçerken, ağaçların tepelerinde kuş yuvaları dikkat çekiciydi. Kuşlar yuvalarını kadınların saçlarından yapmışlardı. Ve bu saçlar ferman günü Suka Kevin de katledilen, tecavüze uğrayan, bebeği paramparça edilip yedirilen annelerin, hala çocuk olan kızlardan toprağa düşen saçlarıydı. Doğanın yaşanan acılara tanıklık ettiğine inanıyorum artık. Ezidi toplumsallığında yoğrulan Beritan, çocuk yaşta bir çocuğa annelik yapmış, çoğunluk insanların ömrü boyunca şahit olamayacaklarına erken yaşlarında şahitlik etmişti. Kınalı zülüfleri yuvalarına taşıyan kuşların yol arkadaşı olmuştu. Nasıl ki onlar saçlardan yuvalar yapmış, yavrularını o yuvalarda dünyaya getirmiş ve korumuşlardı, Beritan’da kuşlar kadar özgürlük hayaliyle tutuşan kadınların duygularını, hislerini, koruma güdülerini yanına alarak dağlarda korunaklı yerler inşa etmişti. Kesilmiş kınalı saçları kuşların kanatlarıyla el ve göz değmez özgürlüklere saklamıştı. 

BİTTİ