Edesa’nın Fermanlara karşı direnişinin hikayesi-1
Edesa’nın hikâyesi bugünü yaşamış ve tarihin direniş ruhlu Ezidi kadınlarını kendi bağrında taşıyan bir hikâye. Edesa, yaşanan tüm fermanlara karşı isyan bayrağını elinde tutarak, bir serüveni yaşar gibi fermanı ve sonrasını yaşamış.
SITİ ROJ
Şengal- Yüzyıllardır Ezidiler’i toplumsallık, inanç değerleri anlamında yok etmek için fermanlar yapıldı. Ezidiler üzerinde geliştirilen katliamlar, sürgünler ve kadın pazarlarının kurulması 21. yüzyılda da devam etti. 2014 yılında fermanda yaşananlar orta çağda yaşananlardan hiç farklı değildi. Soykırımın geldiği yer ve uygulandığı yer aynı. Aynı katlediliş, aynı talan, kadınlara tecavüz, sürgünlerin belirsizlik yolculuğu ve erkeklere ölümün reva görülmesi. Her yerinden paramparça edilmiş bir dün ve bugünü yaşamaya mahkum edilmek.
Direnişlerle dolu geçen tarih, soykırımların hışmına uğrayarak yok edildi. Ezidi toplumu tarihi aynı tonda yaşamaktan yoruldu. Toprağın özüne, bereketine yapılan katliamlar onu bitirmedi ama paramparça etti. Ezidiler, “bu dünyadaki varlığımıza uygulanan soykırımlar kaderimiz gibi peşimizi hiç bırakmıyor” diyorlar.
Soykırım tüm dünyanın gözleri önünde yapıldı
2014 Ağustos’unda yaşanan ferman diğer fermanların toplamı gibiydi. Ezidiler’e yapılan katliamlar, jenosid denemeleri ilk defa görünürdü. Bütün dünyanın gözlerinin önünde bir soykırım yaşandı.
Son soykırıma karşı verilen mücadele yaşananları görünür kıldı ve bundan kaynaklı yazılmamış ve hatta tarihin tozlu sayfalarında yok edilmek istenen tüm fermanların yüzü oldu. Bugünün her hikayesi, tarihin acı sayfalarında toprağa karışan ve kendini anlatacak yer bulamayan hikayelere uzanıyor. Fermana ait her hikâye fermanlarla dolu geçen Ezidi toplumunun, Ezidi kadınların yaşamış olduklarını anlatıyor. Bu hikayelerden bir tanesi de Edesa’nın hikâyesi.
Edesa’nın hikayesi
Edesa’nın hikâyesi bugünü yaşamış ve tarihin direniş ruhlu Ezidi kadınlarını kendi bağrında taşıyan bir hikâye. Edesa, yaşanan tüm fermanlara karşı isyan bayrağını elinde tutarak, bir serüveni yaşar gibi fermanı ve sonrasını yaşamış. Onu kolunda silahı, savaşçı elbiseleri ve omuzlarına sıkıca tutunmuş raxtıyla Şengal’de buluyoruz. Bizi güler yüzlü ve içten karşılıyor. Yürürken halkının devrimcisi olmuş, gururlu, mağrur ve tüm kadınların sorumluluğunu omuzlarında taşımanın ağırlığıyla hareket ediyor. Bizimle içten ve samimi sohbet ediyor. Sanki birlikte uzun bir zamanı yaşamış gibiyiz. Duruşu Êzdalık kokan bir kadın olarak, bizi kendisiyle hikâyesine alıp götürüyor.
Evlendirilmek için büyütüldü…
“Ben, Edesa Nujiyan Gabar. 2002’de Şengal’de dünyaya geldim. Cuvanebi aşiretindenim. Cuvanebiler Xalta ülkesinden yani Bakur Kürdistan’dan Şengal’e gelen, Ezidi bir aşiret. Çocukluğum çok durgun ve sessiz geçti. Ben daha küçükken ihtiyacım olan anne sevgisinden koparıldım. Annemin yanındayken benim için yaşamın coşkusu vardı, bu benim oyunlarıma ve hayallerime de yansırdı. Babam beni annemden alınca ve birbirlerini bırakınca, benim için her şey değişti. Dünyama bir sessizlik çöktü. Anneme çok bağlıydım, annemden koparılmak benim için çok ağırdı. Kabullenemiyordum. Babam anneme ben daha dünyaya gelmeden önce ‘kız ya da erkek ne olursa o senindir’ demiş. Ama ben dünyaya geldikten sonra ve annem beni bir yaşa getirdikten sonra babam beni annemden koparmış. Anneme ve bana komplo kurmuştu. İkimize de ihanet etmişti. Onun bu yaklaşımını kabullenemiyorum. Benim gidip onu görmemi istemiyordu. Ben hep kaçarak anneme gidiyordum. Annem, anneannemin evinde ve bizim eve iki sokak uzaklıkta yaşıyordu. Ben okul çıkışı kaçıp anneme gidiyordum. Babam fark edince beni dövüyordu. Babamın beni yanında tutması ve seviyor gibi yapmasının altında yatan etkeni biliyordum. Ben daha küçükken, bana büyük kız muamelesi yapıyorlardı ve beni evlendirmek için hazırlıyorlardı. Örneğin, bizim sokaktan geçen her erkeği babam bana göstererek, ‘onu istiyor musun seni ona vereyim’ diyordu. Beni kendi çıkarları için yani beni evlilik adı altında bir erkeğe satmak için büyütüyordu. Beni sırf evlendirmek ve onun karşılığında para kazanmak için büyüten bir aileyi kabul edemiyorum.”
Yaşadıkları Ezidi çocuklarının özeti
Edesa çocukluğunu anlatırken hem öfkeleniyor hem de duygusallaşıyor. Bir an annesini özlüyor ve çocukluğunda annesiz geçirdiği günleri hatırlıyor. “Bir çocuk için annesiz olmak çok zor bir durum” diyor. Bu toprakların çocuklarının kaderi bu olsa gerek ki ya annesiz ya babasız ya da topraksız büyüyorlar. Bu topraklarda herkes mutlaka bir şeylerin yokluğunu yaşıyor. İşte Edesa’da olan duygu buydu. ‘Annesiz büyüdüm’ deyince inancıyla yoğrulmuş özgür ruhlu kadınların, ruhlarının çocukluğundan alındığını söylüyor. Edesa Ezidi çocuklarının çocukluğunun özeti. Aynı zamanda bizler için çocukluğumuza açılan bir pencere gibi. Onda kendini görmek için yamacına sokulmak yetiyor bize.
Edesa, DAİŞ ile ilgili ilk yaşadıklarını anlatmaya başlıyor:
“2014’de ilk olarak duyduğum şey, ‘kaçacağız’ sözüydü. Herkes bunu söylüyordu ama ben hiç kaçmak istedim. Ben eğer bir gidişim ya da kalışım olursa o da annemle olsun istiyordum. Onsuz bir yere gitmek istemiyordum. ‘Kaçarsak belki bir daha onu göremeyecektim’ düşüncesi beni kahrediyordu. O durumda hep annemin yanına gitmek istiyordum. Çünkü DAİŞ’in her yeri alacağını, kadınları kaçırıp, erkekleri de öldüreceklerini söylüyorlardı. Ben de ‘DAİŞ benim annemi de alırsa o zaman ben onun yanında olmalıyım’ diyordum kendi kendime. Ben daha önce DAİŞ’in ismini hiç duymamıştım. DAİŞ’in kim olduklarını ve ne yaptıklarını hiçbirimiz bilmiyorduk. Sadece son zamanlarda etrafta söylenenler vardı. Ben o güne kadar bir tek PDK ve Irak güçlerini görmüştüm ve bir tek onları tanıyordum. Onları da Şengal merkezde görüyordum, ayrıca bir tane dayım ve babam peşmergeydi.
Önce onlarla ilgili yığınca söylenti oldu ve sonra DAİŞ kendisi Şengal’e geldi. Ben ailemle o gün Niseri köyündeydim. Sabah erkenden bize telefon geldi ve DAİŞ’in Şengal’e girdiğini söylediler. O gece yoğun araba seslerinden kaynaklı uyanmıştım ve etrafta var olan sesi anlamak için baktığımda konvoylar halinde araçların Şengal’den çıktığını gördüm. ‘Giden arabalar kimin’ diye sordum, benim dışımda herkes Peşmergelerin olduğunu biliyordu. Ben de sonradan öğrendim ki o gün kaçanlar Peşmergeydi ama işte o gidişin kaçış olduğunu, ertesi gün DAİŞ Şengal’e girdikten sonra anladık.”
“Kimse yardım etmedi”
İnsanların kaçışına şahit olan Edesa, kimsenin kendilerine yardım etmediğini söylüyor.
“Fermandan hemen önceydi, herkes artık DAİŞ’ten bahsediyordu. ‘DAİŞ insanları kesiyor, parçalıyor, kadınları ve çocukları da kendileri için götürüyorlarmış’ diyorlardı. Bu herkesi olduğu gibi beni de çok korkutuyordu. Özellikle yakaladıkları Ezidiler’i Müslümanlaştırdıkları, Müslüman olmayanları da öldürdükleri söyleniyordu. Tüm korkularımın uğrak yeri annemdi. Olabilecek hiçbir şeyi annemsiz yaşamak istemiyordum. Ferman sabahı duygularım çok karışıktı, korku ve anne özlemi iç içeydi ve sonrasında her yerden insanların kaçışına şahit oluyordum. Bütün bunlar bana çok fazla geliyordu. Fakat ne ben ne de bir başkası bu yaşananlardan kaçamazdık. Tüm aile hazırlandı ve çıkacaklardı, yengem elimden tuttu ‘hadi gidiyoruz’ dedi. Artık bizim için bir belirsizliğin başladığını anlamıştım. Arabamız olmadığı için dağa doğru yürüyerek gidiyorduk. Bir süre yürüdük sonra önümüze bir kamyon geldi, halktan birisiydi ve kamyonuyla arabası olmayan insanları kurtarma çabasındaydı. Bizi ve yürüyen daha onlarca insanı arabaya aldı. Hepimiz bindik. Babam peşmergeydi, o gün hiçbir peşmerge bize yardım etmedi ve hatta peşmergelerden eser bile kalmamıştı. Ben peşmergelerin kaçışını gördükten sonra onların bize yardım etmesini beklemiyordum. İçinde olduğumuz kamyonda kadınların ağıtları, çocukların ağlayışları bize yetiyordu ve bu durumda kaçanların tekrardan dönüp bize yardım edeceklerini düşünmüyordum.”
“Dağa tırmandıkça ağıtlar yükseliyordu”
Kaçışları anında aklında kalan görüntüleri bir bir anlatan Edesa, insanların nasıl bir telaş içinde olduklarını anlatmaya çalışıyor.
“İnsanlar evlerinden öyle alelacele çıkmışlardı ki bazı kadınların elleri hamurluydu, bazıları yalın ayak gelmişti ama ona rağmen su ve yiyecek getirmişlerdi. Kamyonun arkasında o kadar çok insan vardık ki sayısını bilmiyorum ama tek hatırladığım, sayımız o kadar çoktu ki hepimiz ayaktaydık ve kimsenin oturacak yeri yoktu. Benim için her şey ilkti ve o kadar bahsedilen fermanları biz hayal bile etmezdik ama o gün hayal edemediğimiz fermanı yaşıyordum. Herkes şaşkın ve ürkmüş bakışlarla birbirine bakıyor ve birbirimizi görünce durumun ne kadar ağır olduğunu anlıyorduk. Sonra bizi taşıyan kamyon dağın yamacına ulaştı ve hepimiz inip direk yönümüzü dağa verdik. Herkes yanında yiyecek getirmişti, öğle saatlerine doğru gidiyordu ve hava gittikçe ısınıyordu. Bastığımız toprak yangın yeri gibiydi, herkes hızlı adımlarla yönünü Çilmera’ya verdi. Yürümeye başladığımız gibi insanlar tek tek dökülmeye başladı, insanlar taşıdıkları yüklerini atmaya başladı, herkes yanındaki küçük su bidonlarını bıraktı. Kaç saati bulduğunu bilmiyorum ama benim için o gün en uzun yürüyüştü. Herkes çok korktuğu için arkasına bakmadan yukarıya gidiyordu. Ben de ‘bir an önce Çilmera’ya ulaşalım yoksa gelip bizi yakalayacaklar’ diyordum. Yukarı çıktıkça kadınların ağıtları daha fazla yükseliyordu ve yine çocuk ağlayışları hiç bitmiyordu. Çünkü yukarıya ulaşan insanların büyük bölümü arkalarında bir sürü insanı bırakmışlardı.”
“Aynı kaderi birlikte yaşadık”
Edesa, kendileri ile birlikte Arapların da kaçtığını söyleyerek yol boyunca içinde yaşadığı çelişkileri de ifade ediyor.
“Bizimle kaçan Araplar da vardı. Siyah fistanlar vardı üstlerinde ve yüzleri kapalıydı. Bir tek gözleri görünüyordu ve görünen gözleri yaşlıydı. Arapları görünce bende çelişki oluştu. Gelen DAİŞ’lilerin Arap olduğu söyleniyordu ama bizimle dağlara vuranlar da Araplardı. ‘Bu nasıl olur’ diye soruyordum içimden. Kafamda oluşan çelişkileri kimseyle paylaşmıyordum. Benim çocukluğumun bir bölümünde Araplar vardı. Gittiğim okulda Arap arkadaşlarım vardı. Yine yazları, Rabia’ya bahçelere gittiğimizde Araplarla birlikte çalışırdık ve birçok konuda hem biz onlara hem de onlar bize yardımcı olurdu. Neden bu kadar keskin bir ayrışmaya gittiğini anlamıyordum. Aramıza düşmanlık tohumlarını kim ve niçin ekti belki çok sonradan anladım ama o gün yaşadığımız o kadar zorlanmalar için DAİŞ’in varlığını düşündüğümde, yanımızdaki Arapları da düşünmeden edemiyordum. Ferman günü o zorlu yolları biz ve Araplar birlikte gittik ve Çilmera’da da aynı kaderi birlikte yaşadık. İlk defa dağlara çıkmıştım. Çilmera’nın zirvesinden Şengal’e baktığımda, ‘acaba biz tekrar Şengal’e dönebilecek miyiz, Şengal özgürleşir mi’ diye düşünüyordum. Yanımızda bir kişi Çilmera’nın yakınında şikeftlerin olduğunu ve şikeftlerin yakınında su olduğunu söyledi. Hepimiz onun ardından gittik ve söylediği doğru çıktı. Orada şikeftler vardı onlarca aile o şikeftlere sığındı, biz de bir tanesine gittik. Bize yakın olmazsa da su temin edebileceğimiz bir çeşme vardı. Bize o şikeftleri gösteren kimdi bilmiyorum ama herkese büyük bir iyilik yapmıştı. Bir hafta boyunca orada kaldık.”
Yarın: Edesa’nın Fermanlara karşı direnişinin hikayesi-2-