Bu topraklarda bir kadının saç örgüleri gibi kesildi ağıtlar

Ezidi halkına yönelik yaşatılan son fermanın izleri hafızalardan uzun yıllar silinmeyecek gibi. Fermanın yaşandığı meydanda ağıt yakan dayê Şemê, yüreğinde biriken acıları haykırıyor.

SITÎ ROZ

Şengal - Bir ağıtın hikayesi nedir?  Gidenin arkasından yakılan ağıtın hikayesi nasıl yazılır, hiç bilmiyorum. Ağıt, acıların demlendiği, demlenen trajedilerin söze ve melodiye düşmesidir.  Peki bu duygu nasıl yazılmalı. Ağıt yakanın acısını yada onun acısına kendikilerini de ekleyerek mi hissetmek gerek.  O zaman Ezidi toplumuna dönük gerçekleşen fermanın her karesinde kendi acılarımızı mı gördük, bilinçaltımızda saklı bir tarih mi canlandı. Fermanlar tarihinin ortaklığında hepimiz varız. Tüm Mezopotamya coğrafyası bir tablo gibi Ezidi ve Kürtlere yapılan soykırımı dağlarına, ovalarına resmetti. Hepimizin hafızalarında saklı olan resim, fermanların renginde resmedilen tablo mu? Acı, öfke, isyan, direniş, savaşlar, talan ve kayıp kadınlar renginde çizildi tüm çizgiler. Onun için yaşananların ağıtlara döndüğü, taşlara, toprağa, yollara sürgün yaşadığı melodileri dinlerken acıyı ve o söylenen ağıtı hissetmemek mümkün değil.

Fermanın yaşandığı mekanda yükselen ağıtlar

Fermanlarla biçim almış ağıtları dayê Şemê’den dinlemek için onu ferman yaşadığı mekana yani Siba Şex Xidir köyüne götürüyoruz. Siba’nın merkezi olarak adlandırılan küçük tepeciğe ulaştığımızda dayê Şemê göz ucuyla süzüyor hayatının bir kesitini ve fermanlarda yitirdiği canları hatırlarcasına bir ax çekip başlıyor ağıt yakmaya.  

“Heyy yüreğim acılarınla uyumadığını biliyorum ve hadi bana eşlik et.

Bak bugün Siba Şex Xidira fermanın yaşandığı mekanlara geldik.

Keşke tekrar ferman gününe dönsek ve kaybettiklerimizin son kez elini tutsak,

kokularını içimize çeksek.

Axx xeribo karanlığın körlüğünde ilerlesek.

Siba’nın merkezinde binlerce kadını getirdiler, işte tam buraya

ve sonra o bedenleri bir yangın yeri gibi bir bir patlattılar.

Geriye kemikleri bile kalmadı…

Ax axx acınası dünya, derdimizi duyuyor musun…

Yüreğim bu toprağa düşen canların şahitliğini kaldırmıyor. 

Şuan bir tek çığlıklarınız kulağımda.

Çığlıklara karışmış isimleriniz vicdan terazisinde aynı ağırlıkta.

Oy hawar o gün nice kahraman düştü bu toprağa,

kadınların çığlıkları ve kahramanların terleri birbirine karıştı.

Toprağa düşen bedenler kefenlenmedi,

Başınızda ağıtlarımızı dizelerce söyleyemedik.

Batının zalim rüzgarı da çarpsa, biz yaşadıkça sizleri asla unutmayacağız.”

“Ağıtlarımızın tek bir hikayesi var”

Dayê Şemê yaktığı ağıda küçük bir ara verdiğinde araya giriyoruz ve soruyoruz; yaktığın ağıtın hikayesi nedir? Tek kelimeyle benim ve diğer tüm annelerin ağıtlarının bir tek hikayesi var o da  “Ferman” diyor. Yüzyılda bir ya da 50 yılda bir Ezidi toplumuna yaşatılan fermanlar yazılı bir tarihe dönüşmemiş fakat annelerin ağıtlarında canlı bir tarih olarak günümüze kadar gelmişler. Ağıtlarda geçen isimler, coğrafya, padişahların zalimliği bize o dönemin fermanlarını anlatıyor. Dayê Şemê’den Ezdalıkta bahsi geçen Xeribilerin tanımını istiyoruz ve dayê Şemê bize anlatmaya başlıyor. 

“Yüreğimde biriken acıları haykırıyorum”

“Ben şimdiye kadar hiç ağıt (xeribiye) söylememiştim. Ferman olunca fermanda abimi, yengem ve çocuklarını aynı zamanda birçok akrabamı kaybettim. Hepsi DAİŞ’in eline geçti. Bende ona olan öfkeden ve acının yüreğimde bıraktığı ağrıyı dışa ağıt yoluyla döktüm. Ben ağıt söyleyen değilim. Xeribiye söyleyenler aynı zamanda toplumun şairleri ve acıların imgelerini en doğru sözlerle toplayanlardır. Bizde ağıtlara  ‘Zireqi’ denilir. Bende yaşadığım acılardan sonra içimden geçenleri ağıtlara döktüm.  Aslında benim söylediklerime tam olarak ağıt denilmez. Ben burada yalnız bırakılan ölülerimize ve unutulmayla yüz yüze kalmış kayıplarımız için yüreğimde biriken acıları haykırıyorum. Ağıtlarla kendimizi ifade ediyoruz. Biz kadınlar tarihten günümüze hep bu yöntemle içimizde biriken acıları ifade ettik.  Yaktığımız ağıtların konuları, şehitler, halkının kahramanları ve yine savaşın, fermanların hüküm sürdükleri oldu.” 

Yaşanılan acılar aynı

Dayê Şemê bize Ezidi toplumunda yaygın olan ağıtların kısa tanımını yaparken bir an yaşadıklarını hatırladı ve gözyaşlarını tutamadı. Gözyaşlarıyla karışık ağıt yakmaya başladı.  Hiçbirimizin yabancısı olmadığı bir fotoğraftı. Annelerimiz ve ninelerimizden görmüştük bunu. Ferman inançlarımızı zedelemiş olabilir ama yaşam kültürünü, geleneklerine bağlılığı, toprağına ve insanlarına olan bağlılığı değiştirememişti. Yakılan ağıtlar ve duyulan acılar aynı. Aynı kökün yolcusu olmanın hissettirdikleri. Ve daye Şemê ağıt yakmaya devam ediyor.

“Keşke her birinizin gidişinde olsaydım,

yaşadığınız her acıda, bedeninize aldığınız yaraları tutabilsem,

boylu boyunca yere serilen ruhunuzdan tutabilsem,

beyaz tülbendimle kurşun izlerini sarsam,

avuçlarımı yastık yapsam, bedenimle sırtlasam.

Derler ki ölen kişiler aldıkları yaranın üstüne düşerlermiş.

Dudakları titrer geride bıraktıklarına son kez uzun ve derin bakarlarmış

onun için bakışları geride bıraktıklarında kalıyormuş.

Axx, örüklerimin her bir kıvrımını yolunuza döktüm.

Kadınların örükleri siz üşümeyesiniz diye tutum tutam kesildi.

Oyy xeribe, axx bağrımızda yanan ateş, güneşin kutsallığı sen bizi yalnız bırakma.”

Dayê Şemê yaktığı bu ağıtla yaşanan son fermanın annelerin yüreğine düşürdüğü koru anlattı. Yazılmayan fermanların ağıtları, eskilere eklenen yeni ağıtlar bu topraklarda yaşanan trajediyi gözler önüne seriyor.

“Darağaçlarında yüzlerce insan idam edildi”

“Birçok köyün orta yerine dar ağaçları kurdular. Ezdalığı günah görüp ölüm fermanı verdiler. Padişahların fermanına benziyordu. Darağaçlarında yüzlerce insan idam edildi. Duvarlara sıralanan insanlar kurşun yağmuruna tutuldu. Mekanları köyün orta yerinde duruyor. 8 yıl geçmesine rağmen hala köyün orta yerinde darağacı duruyor. Astıkları halat tek şahit olarak asıldığı yerde duruyor.

“Ağıtlar fermanları anlatıyor”

Annelerin ağıtları sonradan dengbejliğe aktarıldı. Ölülerin olduğu yerde Lavinç söylenir, anneler Lavincı ağıt olarak söyler erkeklerse dengbejlik olarak söyler. Lavinç ölülerin uğurlandığı gece yakılır. Gündüz söylenmesi büyük bir günahtır. Ayrıca Lavinç gündüz söylenirse kendisiyle ölüm getirileceğine inanılır. Qavil bejler ölünün üstünde Qavillerini (ayetlerini) okuduklarında annelerde Lavinç da yakar.   Çünkü biz Lavinci aynı zamanda ölünün arkasında söylenen Qavil olarak görürüz ve bu annelerin yakması gereken bir Qavildir. Esas dengbejlere onların söyledikleri dengbejlerin kökü sorulduğunda, biz annelerin ağıtlarından aldık derler. Yani dengbejliğe dönüşüne şiir, aslında bir ağıttır. Eski ağıtlar savaşları, isyanları, mekanları, dağları konu alırdı. Ağıtlar bizim yaşadığımız fermanları bize anlatıyor.

“Ağıtlar canlı bir tarih gibi”

Hafıd Paşa Fermanı, Mirê Kor ve daha bir sürü Osmanlı padişahının bize dönük gerçekleştirdiği fermanlar annelerin yaktığı ağıtların konularıdır. Ağıtlarımız canlı bir tarih gibidir. Eski zamanlara ait ağıtların kayıtları yoktur. Dilden dile günümüze kadar geldi. Bir tek yaşadığımız son ferman ve İran-Irak savaşına götürülen Ezidi gençlerin geri dönmeyişlerine yakılan ağıtların kayıtları var. Her Ezidinin evinde o ağıtların kayıtları vardı. Kaydedilen ağıtlar mezarlar ziyaret edildiğinde bizden yitip giden tüm canlılara dinletilir. Tabi kayıtları olsun olmasın nesilden nesile gelen ağıtlarımız hala her yas yerinde veya bir ferman sonrası yakılır. Birçoğunu koruyamadık, unutulup gittiler. Yada tam olarak ne kadar korundular insan onu bilmez. Ama birçoğunun artık bilinmediğini biliyorum. Ağıt yakanlar özel olarak ağıt yakmayı tercih etmiyorlar. Yürekte biriken acılar bir kadına ağıt yaktırabiliyorsa o bu toplumda ağıt yakan kadındır. Gittiği her ortamda o kadın öyle tanınır.”

Siba Şex Xidir köyünü her yerden gören tepeciğinde dayê Şemê ile sohbetimizi devam ederken dayê Şemê’nin oğlu Ali de bize eşlik ediyor. Dayê Şemê’nin söylediği gibi Lavincın dengbejlik halini Ali’den söylemesini rica ettik. Neyse ki oda bizi kırmadı ve annelerin ağıt olarak söylediği Lavinci, Ali bize dengbejlik olarak okudu. Ağıdın gündüz yakılması günahken dengbejlik için öyle bir sınır konulmuyor. Ali dayê Şemê ile birlikte öyle güzel bir sesle bize Lavincı okudu. Ali’nin Lavincından sonra dayê Şemê ile köy içine açıldık darağacı ve toplu mezarların olduğu yerlere doğru yürüdük. Dayê Şemê hiç durmandan ağıt yaktı. Toplu mezarların etrafını saran simlerden aktı ağıtları.