YJA Star Komutanı Şafak Aryen: Savaş karşısında herkes tutumunu netleştirmeli-2

YJA Star Merkez Karargâh Komutanı Şafak Aryen, halklara ve kadınlara saldırılara karşı gerillanın rolünü oynadığını belirterek, Bêrîtan gerçeğinin bu olduğunu vurguladı ve savaş karşısında herkesin tutumunu netleştirmesi gerektiğini söyledi.

ZELAL JÎNDA

Haber Merkezi- Kürt Kadın Mücadelesi’nin öncü kadrolarından, eylemi ve yaşamı ile Kürt kadınları başta olmak üzere dünya kadınlarına örnek olan Gülnaz Karataş (Bêrîtan Hêvî), ihanete karşı onurun simgesi oldu. Şehadetinin 32’nci yıldönümü vesilesi ile YJA Star Merkez Karargâh Komutanlarından Şafak Aryen ile yaptığımız üç bölümden oluşan söyleşinin ikinci bölümüyle devam ediyoruz.

Bu bölümümüzde Şafak Aryen ile Ukrayna’dan Filistin’e yaşanan 3’üncü Dünya Savaşı’nın boyutlarını, YJA Star ve HPG gerillalarına dönük insanlık dışı saldırılar ve gerillanın direnişini konuştuk.

*Türk devleti Kürt toplumunu özellikle de kadınları soykırım kıskacında tutarak Ortadoğu’ya özgürlüğü getirecek Demokratik modernite çizgisinin önünü almak istiyor. Bunun için de çağın en barbar ve hunharca saldırılarını geliştiriyor. Ortadoğu’nun koruyucuları olan gerillalara dönük insanlık dışı saldırılar son yıllarda yoğunlaştı. Çağın soykırım saldırılarını büyük direniş ruhuyla kıran gerillanın son yıllarda yürüttüğü savaşın geldiği düzey nedir?

Belirttiğiniz gibi soykırıma odaklı bir savaş tüm kirli ayakları ve araçlarıyla özgürlük hareketimiz somutunda aslında Ortadoğu halklarına, kadınlarına, inanç guruplarına, bu sistemin dışında kalan tüm kesimlere yöneltilmiş durumdadır. Bu savaşın öncü gücü TC faşist devleti iken gerçekte arkasında NATO güçleri ve uluslararası sistem vardır. Bu durum savaşın kapsamı kadar amacını daha geniş anlamayı gerektirir. 9 Ekim uluslararası komplonun da yıl dönümü. 3’üncü Dünya savaşı olarak tanımladığımız bu çatışmalı ortamın en etkili hamlelerinden birisi startını 9 Ekim’de alan uluslararası konsepte dayalı geliştirilen bu komplodur. Neden bu böyledir? Çünkü Rêber APO’nun kendisini alternatifsiz sunan Kapitalist Moderniteyi hem hücrelerine kadar tanımlaması hem de aşma koşullarını ortaya koyması, 1973’ten itibaren devrimci mücadeleyi temellendirerek, Ortadoğu coğrafyasını merkez alıp örgüt yaratması ve mücadele yürütmesi, bununla sol cephede yaşanan tıkanıklığı aşması, Reel Sosyalizmin yıkılışından sonra gerçek sosyalist öncülüğü belirgin kılması, dünya hegemon güçlerin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi sistemlerini örgütlemede en dip noktada bıraktığı Kürdistan’ın özgürlüğü temelinde mücadele yürütmesi, kadın özgürlüğünü merkez alarak salt siyasal değişim değil, esasta toplumsal özgürlüğü öncelemesi, tüm bunlarla uygarlıkçı sistemi temellerinden hedeflemesi, hegemon sistemin kaosu içinde özgürlük eğilimini temel faktör haline getirmesi, tüm bu konularda sağladığı ideolojik, askeri, siyasal, toplumsal gelişmeler stratejik önemdedir. Bu gerçeklik 3’üncü Dünya Savaşı’na giderken kadınların, halkımızın, halkların şansı olmak kadar hegemon güçler açısından da kaybetme ihtimalini ortaya çıkaran gerçek bir tehdit olarak görülmüştür. İktidarın doğasında özgürlüklere alan açma temelinde kendini değiştirmeye yer olmadığından, çıkarlarını korumak adına Rêber APO’yu esir alma, hareketimize tasfiye dayatma, Özgürlük Hareketimizin açığa çıkardığı gelişmelere el koyarak işbirlikçi Kürt hainlerinin denetiminde tüketme, böylelikle bölge halklarını istediği gibi bölme, parçalama, işgal saldırıları, acımasız savaşlarla katliamlar, çetelerin ya da ulus devletlerin vekaletinde, giderek hegemon güçlerin kendisinin direk içinde yer aldığı derinleşmiş kaos eksenli süreç işletilmiştir. 3’üncü Dünya Savaşı özce budur. Dikkat edilirse Ortadoğu özgülünde yürüyen savaş temelde iki paradigma arasında yürümektedir. Demokratik Uygarlık Paradigması ve Devletçi Uygarlık paradigması arasında yürüyen bir savaş. Bu anlamda Demokratik Uygarlık Paradigmasının teorik kuramsal kaynağı kadar, bunu yaşamsallaştırma öncüsü olan Rêber APO’ya yönelik geliştirilen saldırılar; İmralı işkence sürecinin, derinleştirilen Kürdistan ve Ortadoğu kaosunun, son kertede Lozan’ın yüzyılında, yeni Dünya modeli çerçevesinde ön görülen Kürt soykırımı planlamasının başarmasına dönük stratejik saldırılardır. Bu savaşın yürüme biçimi güncel siyasal durum ekseninde detaylandırılabilir ama esası bu olduğundan gerilla güçleri olarak yürüttüğümüz özgürlük savaşı tüm Ortadoğu halkları, kadınları ve savunma ihtiyacı olan herkesin korunması ve özgürleştirilmesi adına yürütülmektedir.

Kürdistan demek Ortadoğu demek

3’üncü Dünya Savaşı Ortadoğu’da haritaların yeniden belirlenmesine odaklandı, Faşist Türk devleti Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmak için neredeyse tüm Ortadoğu yıkımlarında temel rol oynarken, işgal ve kirli savaşını Kürdistan’a yöneltmiş durumdadır. Kürdistan demek Ortadoğu demektir. Gerek Sünni  İslam çizgisi üzerinden bölgede devşirdiği çete güçleri kullanarak; Irak, Suriye, Libya’nın yıkımında direk rol oynaması, gerek Hamas’ı kullanarak İsrail açısından Filistin’i işgal zemini yaratması, İran’ı bölgede savaşa çekmeye çalışması, gerek Afrika ülkelerinde nüfusunu arttırma çabasıyla çeteleri özellikle Afrika Boynuzu ülkelerine yerleştirmesi, gerek dış siyaseti tamamen özgürlük hareketimiz karşısında koparacağı tavizlere dayalı şantaj politikasına dönüştürmesi gerekse de Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaşla hem askeri hem kültürel katliamlara yönelmesi neo Osmanlıcılık hayallerinin yol açtığı tehlikeli girişimlerdir. Mevcut durumda Ortadoğu’da savaş gittikçe derinleşmekte, etnik-mezhepsel iç çatışmaları boyutlandıracak araçların yanı sıra uluslararası devletlerin kendisi de sahaya inmektedir. Rusya-Ukrayna savaşı özde Rusya’nın törpülenerek, NATO alanlarının genişletme amacına dayalı tamamen Ukrayna yönetiminin işbirlikçi ve Rusya yönetiminin mafyatik karakterlerinin devreye konulmasıyla daha da sürdürülmesi amaçlanan bir güç savaşı iken, bunun bölgemize etkisi; Rusya’nın Akdeniz’de yer edinme çabası ve Suriye üzerindeki nüfusunu koruyarak bölgeye yerleşmesi, bu nedenle özelde Kürt halkı, genelde bölge halklarına yönelik tehlikeli ittifak arayışlarının gelişmesidir. Rusya- Ukrayna savaşıyla törpülenen gücünü Ortadoğu’da daha büyük amaçlar temelinde yapılandırmaya, bu nedenle alanın kaotik durumundan yararlanma, Türkiye ile ilişkilerini bu minvalde geliştirmeye çalışmaktadır. Rusya ve İngiltere, ABD öncülüklü NATO cephesinin karşılıklı şiddeti tırmandırma politikaları nükleer bir savaşı ihtimal dahiline getirmiştir. Son olarak gelişen, İsrail-Hamas ve giderek Lübnan’a yönelen savaş, NATO’nun desteği, İngiltere ve ABD’nin Akdeniz’e yığdığı büyük savaş gücü ve filolarıyla çoktan lokal bir çatışmanın müdahilliğini aşacak, bölgesel çatışmalara hazırlık anlamında tehlikeli durumlardır. Tüm bunların hem bir parçası hem de yararlananı olmak için Türk devletinin özgürlük hareketimizle uluslaşmasını sağlayan halkımızı ve ülkemizi ‘teröristan’ olarak tanımlaması, bunun bölge devletleri ve uluslararası güçlerle ilişkilerinde karşılıklı çıkarlarının öncelikli şartına dönüştürmesi ve bunun altında aslında bölge işgaline yönelmesi en büyük tehdit ve tehlike olarak görülmelidir. Özellikle Irak başta olmak üzere bölge devletleriyle tehlikeli anlaşmalar yapması, Suriye’nin durumundan yararlanma amacıyla Kürt katliamına ortak etme arayışı, İran’ın zayıflayan konumunu bölgesel siyasetine alet etmek istemesi, en önemlisi de halkların yüz karası olan başta Barzani KDP’si olmak üzere yerel hain-ajan güçlerinden yararlanarak kendi halkının katliamına çanak tutar hale gelmesi askeri işgal ve saldırılarının beslenme zemini olan politikalarıdır.

Toplumsal çöküntüye ve teslimiyete yol açacak politikalar yürütülmektedir

Bu nedenlerle hem uluslararası hem bölgesel hem ulusal hem kadın anlamında gelişen saldırıların önünde Demokratik Ulus çizgisinde halkların, çoklu kimlik ve kültürlerin, kadın özgürlükçü çizgisiyle kadınların, ulusal anlamda Kürt halkının 3’üncü Dünya savaşı içerisinde savunuculuğunu yapan temel güç Rêber APO, özgürlük hareketi ve gerillalarıdır. 2015 yılından bu yana geliştirilen saldırılar tüm bu güçleri savunmasız hale getirme amacını içerirken, sonuç alınsaydı bölgesel düzlemde de uluslararası güçler istediklerini yapabilir duruma çoktan gelmiş olurlardı. Şu an hem Kuzey Kürdistan’da hem Güney Kürdistan’da hem Rojava, Şengal, Maxmur alanlarında değişik çap ve nitelikte süreklileşmiş saldırılar gelişmektedir. Özellikle Kuzey Kürdistan ve Medya Savunma Alanları olarak ilan ettiğimiz yerlerde çok yoğun askeri saldırılar geliştirilmektedir. Bu kapsamda askeri operasyonlar yürütülürken özel savaş toplumu hedeflemekte ve toplumsal çöküntüye, teslimiyete yol açacak politikalar yürütülmektedir. Tam bir hukuksuzluk ve örneği olmayan savaş suçlarını içeren bir durumla karşı karşıyayız. Gerilla alanlarına, tüm ordu güçlerinin yanı sıra çete güçleri seferber edilirken, her türlü teknik devreye konulmakta, kimyasaldan-termobarik bombalara kadar nükleer kapsama giren silahlar kullanılmaktadır. 2015 yılından bu yana 2021’den itibaren de daha fazla yoğunlaşan bu saldırılarda Türk faşist devletinin kullandığı bombalar Birinci Dünya savaşında kullanılan bombaların miktarını aşmıştır. Çılgınca bir savaş soykırım hedefiyle yürütüldüğünden ve çıkarsal ortaklık kadar paradigma karşıtlığının neden olduğu uluslararası güçlerin bunu direk ya da dolaylı desteklemesinden kaynaklı yoğunluğu düşmeyen bir çatışma ortamı söz konusudur. Muhtemelen bu kadar saldırıya bir devlet maruz kalsaydı çoktan dağılmış olurdu.

Bunun karşısında gerilla güçleri olarak Devrimci Halk Savaşı stratejisine dayalı savaş anlayışımızın pratikleşmesi hem uluslararası güçler hem de TC açısından ciddi bir tıkanmaya yol açmıştır. Özü ideolojik olan bu mücadele dönemi teknik gelişimin değil, insan gücü ve iradesinin esasta belirleyici olduğunu ortaya koymuştur. Rêber APO’ya bağlılık temelinde özgürlük inancı ve ahlakı, yürüttüğümüz mücadelenin tüm halkların, kadınların geleceğini belirleyeceği bilinci ve sorumluluğu direnişimizin temel gücüdür. Demokratik Modernite gerillacılığı temelinde dönemin savaş tarzını yorumlayarak bunun karşısında gerillanın etkinliğini sağlamak açısından gerilla taktiklerinin, hareket tarzının, mevzilenme anlayışının, eylem çizgisinin buna göre belirlenmesi belli bir yetkinlik ortaya çıkardı. Branşlaşmaya dayalı elimizdeki tekniği etkin kullanma ve bunu taktiğin hizmetine koyma düzeyimiz savaşta ciddi bir rol oynamakta. Özellikle arazi hakimiyeti hareketli timler üzerinden, alan savunması ve düşman saldırılarının boşa çıkarılması da tünellere dayalı çoklu eylem tarzı düşman açısından tıkanmaya yol açmaktadır. Türk devleti açısından mevcut durum bir bataktır ne başarı elde edebilmekte ama ne de çekilebilmektedir. Gerilla karşısında tıkanma ve istediği sonucu elde edememe hali çeteleşmiş yapısını derinleştirme ve toplumu her türlü hedeflemeye dönüşmekte, doğa katledilmekte, taşlarımıza, ağaçlarımıza saldırmaktadır. Türkiye muhalefeti ve halkı açısından ciddi bir karşı koyuş gelişmeyince mevcut savaş konsepti Türkiye’nin içine yönelmiş ve herkesi, her kesimi öteleyen, ezen, etkisizleştiren politikalara dönüşmüştür. Ortada klasik anlamda da tanımlanabilecek bir devlet hukuku kalmamıştır. Tümden mafyatik karakter kazanan bir çete güruhu kendini korumak için milliyetçilik-dincilik-cinsiyetçilik silahlarına yüklenmekte, savaşı derinleştirip kan akıttıkça kendine yaşam alanı yaratmaya çalışmaktadır. YJA Star güçleri olarak, bu gerçeğin karşısında kadın öncülüğünü pratikleştiren güçlü bir savaş düzeyi açığa çıkarıldı. Esasta ideolojik inanç ve süreci kavrayış gücü üzerinden katılımın güce dönüştüğü hakikatiyle, bunu savunma savaşında etkin kılmanın askeri yeteneği, taktik yoğunlaşması ve eylemsel öncülüğüyle savaşın gidişatını belirleyen bir performans sergilenmekte. Bu savaşta çok yiğit kadın yoldaşlarımızı şehit verdik, insanlığın kazanma şansını başarıya ve sistem örgütlenmesine dönüştürmek için en zor koşulların militanlığı büyük cesaret ve fedakarlıklarla gösteriliyor. Gerek tünel ve alt yapı çalışmalarının yürütülmesinde gerek hareketli timlerde gerekse de eylemsel katılımda ciddi bir yetkinlik ve emek düzeyi var. Özgün örgütlenme esasında savaş içerisinde özgün eylemselliklerin düzeyi ve elde ettiği sonuç istatiksel olarak bile geçmişi ikiye katlar durumda. Kuşkusuz kadın iradesi ve örgütlülüğü düşman ordusunu ciddi anlamda zorladığı için kadın güçlerinden oluşan mevzilerimiz özel olarak hedefleniyorlar. Düşman bu savaşın konseptini önce kadını vurmak, direnci oradan kırmak anlayışına dayandırdığından saldırılarını da bu noktada yoğunlaştırıyor. Kadın güçlerimiz zorlukları tarihsel sorumluluk ve bilinçle karşılıyor, bu nedenle iradesi genel güçlerimizin de katılımına vesile oluyor, sürükleyici, güç verici bir rol oynuyor. Komuta gücü olarak elde edilen düzey genel olarak kabul gördüğü gibi, savaşın yönlendirme gücü olarak daha fazla tercih de ediliyor. Yine branşlaşma anlamında kadının hassasiyeti ve dikkati bir avantaja dönüşüyor. Bu nedenle en etkili suikastçılarımız kadın arkadaşlardır, bu durum birçok branş açısından da geçerlidir. Mevcut durumda savaş Zap-Metina-Xakurke ve kuzey alanlarımızda yoğunlaşmış durumda. TC faşist devleti maskesini düşürerek paralı askerleri, özel kuvvetleri, komandosu vs… yanı sıra ajan KDP ve başta DAİŞ olmak üzere bir çok çete gücünden devşirme birlikleri tüm Dünya’nın gözü önünde savaşa sürmüş durumda. İnsanlık ve kadın düşmanı DAİŞ’in liderinin Erdoğan olduğu tüm açıklığıyla ortaya çıkmış oluyor. Çatışmalar esnasında öldürülen çeteler var. Dolayısıyla DAİŞ karşısında savaşan ve onu yenilgiye uğratan esas gücün bir kez daha Apocu hareket olduğu, onun dışında kalan güçlerin dönemsel politikalar temelinde kullanımcı yaklaştığı da böylelikle anlaşılmış durumda.

Gerilla rolünü oynuyor ve ne olursa olsun geri adım atmayacak

Mevcut durumda ciddi saldırılar söz konusu olmakla birlikte devlet çete-ordu güçleri tıkanmış, ilerleyemiyor. Fakat gerilla güçlerinin yanı sıra özelde kadınların ve halkların direniş cephesini büyüterek sürece katılması gelişmeler itibariyle temel bir ihtiyaç. Elbette gerilla rolünü oynuyor ve ne olursa olsun geri adım atmayacak. Ama örgütlendirilen erkek ittifakı ve kirli cephesinin yenilgiye uğratılması açısından halklaşmış bir direnç gücüne ihtiyaç var. Nitekim halkların yaşamı ve geleceği söz konusu. Tarihsel olarak sürekli sistemin kaotik yapısının dışa vurumu ve özgürlük eğilimini örgütleme imkanı ortaya çıkmıyor. Ya bu tarihsel an kadınların ve halkların özgür yaşam hakkı temelinde kazanılacak ya da bir kez daha soykırım ve kadın kırım pahasına iktidar kendi sistemini yenileyerek ömrüne ömür katacak. Bu noktada gerilla mücadelesinin öz savunma perspektifiyle bütünlüklü bir halk hareketiyle buluşması kritik önemdedir. Bu açıdan Devrimci Halk Savaşı stratejisini herkesin kendi cephesinden düşmana karşıt duruş alacağı ve yapabilecekleri oranında tavır sergileyeceği bir düzeyde sahiplenilmesi, bu noktada kitlesel gücün harekete geçmesi gerekir. Bunun olmadığı durumda düşman aymazca saza, söze, halaya, taşa, ağaca, kuşa, özgürlüğün dokunduğu her kareye saldırmaktan çekinmeyecektir. Kültürüne, değerlerine, en temelde yaşam hakkına sahip çıkılmazsa sözün bile dışa vuracağı işgal edilmemiş tek bir yaşam anı kalmayacak. Faşizm; iktidarcı sistemin en kaotik ve kaybetmeye en yakın anında dışa vuran en şiddetli ve yıkıcı, pervasız yüzüdür. Bunu aşmak herkesin sorumluluğudur, çünkü önü alınmazsa herkesin yaşamına dokunur. Kadın gerilla güçleri olarak asla ihanete, teslimiyete, işgale geçit vermeyeceğiz. Kadınların da halkların da geleceği Demokratik Uluslaşma ve bunun sağlayacağı çözümüdür. Bunun için elimizden geleni yapacağız, geri adım atmayacağız. Ama öz savunma hakkının etkin kılınmasıyla daha büyük bir güçle daha kısa sürede sonuç alacağımızı, düşmanı, erkek egemenlikli sistemi aşacağımızı bilerek hareket etmemizin yanı sıra herkesin de bu gerçeğe göre kendine sahip çıkarak, mücadeleye katılması gerekir. Faşist Türk devletinin Irak’a bu kadar pervasız girmesi Irak’ın teslimiyetçi yönetiminin suçudur ama buna direnmeyen Irak halklarının da suçudur, halkın kültürünü kriminalize eden devlet yönetimi faşisttir ama buna karşı direnişi güçlü örgütlemeyen, zamanında gereken tavrı koymayan ve halayını bile çekemez duruma gelen halkların da mücadelesinin yetersizliğiyle eksiği vardır. Şu çok açık ki; kadın öncülüğünün her alanda aktif hale gelerek halkımızı, halkları kendine sahip çıkacak düzeye getirmesi savaşın gidişatında çok büyük bir avantaj olur. Gerilla güçlerimizin büyük fedakarlığı, direnci ve sonuna kadar yürüme kararlılığı bununla daha güçlü zaferlere yürüyebilecektir. Kadınların, halkımızın, halkların buna ihtiyacı vardır. Bêrîtan gerçeği de özce budur. Rêber APO düşman orduları ve yerel uşakları karşısında direnişi yükselten Bêrîtan arkadaşı, “Bêrîtan özgürlük onurumuzdur” şeklinde tanımladı. Kuşkusuz bu onur hepimizin. O halde savaşta taraf olmak, mücadelede yer almak onurun özgürlük ölçülerinde sahiplenilmesi, korunması ve yaşamın bununla oluşturulması olduğunu bilerek herkes süreç tutumunu ve durduğu yeri netleştirmeli.

Yarın: ‘Öz savunmanın daha fazla sahiplenilmesi ve uygulanması gerekiyor’-3