Toplum ve kadına karşı siyasal İslam-2

Ortadoğu'nun kaybettirilen özünü kazanabilmesi için ikinci bir kadın devrimine ihtiyaç var. Anne karnında evrimini tamamlamış ve doğmuş ikinci bir kadın ve zihniyet devrimi Ortadoğu’yu sorunlardan kurtaracak ve demokratikleştirecektir.

GELAWEJ BERXWEDAN

Kapitalizm, radikal İslam üzerinden Vehabîlik ve buna bağlı olarak El-Kaide, El-Nusra ve IŞİD gibi çete örgütleri geliştirdi. Aynı şekilde, ılımlı İslam olarak da Müslüman Kardeşler’i geliştirmiştir. İhvan çizgisi, bugün Türkiye’de Erdoğan tarafından egemen kılınmak istenmektedir. Suriye’de ise, daha önce İhvan’ın örgütlendiği her bölgede şimdi cihatçı gruplar bulunmaktadır. HTŞ (Heyet Tahrir El-Şam) ve SMO (Suriye Milli Ordusu) gibi gruplar, IŞİD benzeri çete örgütleridir ve İhvan ile ortak bir çizgide hareket etmektedirler.

Şiilik ve Hizbullah

İslamiyet'in başlangıcından bu yana, Şiilere karşı baskılar, komplolar ve ötekileştiren bir yaklaşım olmuştur. Sünniler, Şiileri her zaman baskıladı. Babekler, Karmatiler, Cavidanlar, Zenciye, İhvân-ı Sefâ, Mutezile gibi gruplar, Sünni İslam'a karşı çıkmış İslam’ı akımlardır. Bunların bazıları köken olarak Aryani’dir. Bu hareketlerin toplumda önemli etkileri olmuştur. Bu akımların ortaya çıktığı birçok alan günümüzde Şii mezhebinin elinde ve onların örgütlendiği alanlara dönüşmüştür.

İran’ın yanında durduğu Hizbullah, siyasal İslam kodlamasıyla gelişmiştir. Hizbullah, 1979’daki İslam Devrimi sonrasında İran'ın desteğiyle 1982’de kuruldu. Kendini cihadist bir hareket olarak tanımlar ve Sünni bloka karşı Şii blok olarak şekillendi. Hizbullah, görünüşte İran tarafından oluşturulmuş bir örgüt gibi algılansa da aslında dış güçler tarafından oluşturulan bir yapıdır. Pratikte, İran tarafından desteklenmekte olup, somut olarak İran’dan maddi ve askeri yardım almaktadır. Lübnan’da güçlendirilen Hizbullah, İsrail’e karşı savaşan bir yapı olarak gösterilmektedir. Emperyal güçlerin bu örgütü oluşturmadaki temel amacı, mevcut krizleri derinleştirerek kendi çıkarları doğrultusunda yeni zeminler yaratmaktır.

Hizbullah, aynı zamanda Türkiye’de Hüda-Par, Başur Kürdistanı’nda ise Komele İslam olarak kendini örgütlemiştir. Bu gruplar, radikal İslam’ı temsil eder ve Şii İslam desteği alırlar. Kürdistan parçalarında oluşturulan bu tür partiler, toplumsal sorunları derinleştirerek toplumsal yapıyı daha da parçalamayı amaçlamaktadır. 90’larda Türkiye’de "Hizbullah" adıyla birçok faili meçhul cinayet ve toplumsal tahribat yaşanmış, bu süreçte Hüda-Par önemli bir rol oynamıştır. Başur Kürdistan’da ise Komele İslam Partisi faaliyet göstermektedir. Bu gruplar, genellikle İran’a bağlıdır ve Lübnan’daki çatışmalara katılan güçler arasında yer almaktadır. Türkiye, Lübnan ve Başûr Kürdistan'da bu tür yapıların güçlendirilmesinin temel sebebi, gelişen Kürt devrimci hareketin önünü kesmek ve mücadeleyi sekteye uğratmaktır.

Filistin Devrimi’ne karşı Hamas

Hamas, 1987’de bir siyasal İslam hareketi olarak kuruldu. İran tarafından destekleniyor gibi görünse de perde arkasında İsrail’in oluşturduğu bir örgüttür. 1917 yılında yayımlanan Balfour Deklarasyonu ile İngilizler, Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurmayı kabul ettiler. Bunun üzerine, 1948’de Filistin topraklarında İsrail Devleti kuruldu. İsrail’in kurulma amacı, Ortadoğu’yu sürekli bir kriz ve kaos içinde tutmaktır. Aynı zamanda İsrail, emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarının nöbetçisi olarak oluşturulmuştur.

1948’den sonrası Yahudi-Filistin savaşı başladı ve bu süreçte Filistin’de birçok devrimci hareket ortaya çıktı. Bu devrimci hareketlerin çoğunluğu solcu hareketlerdi. Filistin’de “Filistin Ulusal Kurtuluş Cephesi” gibi örgütlenmeler oluştu. Toplumun birçok kesimi devrimci mücadeleye katıldı. Kadınlar da bu süreçte önemli bir rol oynadı; Delal Said El Mağribi, Sina Meheyderiye, Leyla Halid gibi devrimci kadınlar yetişti. Hatta Sina Meheyderiye, bir fedai eylemi gerçekleştirdi. Kadınlar, savaşta aktif rol aldı. Sadece Filistinli kadınlar değil, Lübnanlı, Faslı ve diğer birçok ülkeden kadınlar savaşa katıldı. Bu durum 1980’lere kadar devam etti.

İsrail, devrimci hareketleri tasfiye etmek için birçok siyasi yol denedi. Sonuç olarak, 1987 sonunda Hamas kuruldu. Hamas esasen İsrail tarafından oluşturulmuş bir örgüttür. Filistinli devrimci hareketleri tasfiye etmek amacıyla kurulmuştur. Hamas, toplumun özüne ve çıkarlarına uygun bir örgütlenme değildir; yapay ve cihadist bir harekettir. Ellerindeki silahlar da emperyalizmin çıkarlarını koruyan güçler tarafından temin edilmektedir.

Enerjinin sömürüsü

Emperyalist güçlerin temel hedeflerinden biri, enerji kaynaklarının kontrolüdür. Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının tamamen emperyalist güçlere akması için hiçbir engelin olmaması gerektiği düşünülmektedir. Bu nedenle, Ortadoğu uzun yıllardır savaşların merkezi haline gelmiştir. Emperyalist güçler, Ortadoğu enerji kaynakları üzerinden Avrupa sanayisini geliştirmeyi sürdürüyor. Avrupa'nın endüstriyel ayakta kalabilmesi için günde en az 1 milyon varil petrolün akışı gerekmektedir. Ancak mevcut durumda, Ortadoğu’daki emperyalist müdahaleler sonucunda Avrupa'ya günde 7-8 milyon varil petrol akmaktadır. Bu petrol, özellikle nükleer ve kimyasal silahların üretiminde kullanılmaktadır. Esas trajedi, üretilen bu silahların denendiği yerin yine Ortadoğu olmasıdır. Kapitalizm, sömürü kaynaklarını güçlü tutabilmek için Ortadoğu’da dini ters yüz ederek tüm bölge kaynaklarına ulaşabilmiştir.  Toplumları bir arada tutan din, zamanla siyasallaştırılmış ve kapitalistlerin hizmetine girmiştir. Böylece Ortadoğu'nun kaynakları, toplumları ve insanları sömürülmeye başlanmıştır.

Tahrir Meydanı, cihatçılık ve direniş

Arap Baharı, halkların özgürlük ve adalet talepleriyle başlayan bir süreç oldu. Fakat bu süreç, daha sonra cihadist gurupların etki alanlarına dönüştürüldü. Ortadoğu’yu geriye götürmek ve halkları tümden ezmek amacıyla cihadist gruplar, halk ayaklanmalarının içine dahil edilmiştir. Tunus, Libya ve Mısır'da, İhvan (Müslüman Kardeşler) hazırlığını yapılmıştır.  2001-2011 yılları arasında Tunus’ta çok eşlilik yasa dışıydı. Kuran'da geçen bir ayette, "Eğer adaleti sağlayabilirseniz, çok eşlilik yapabilirsiniz" denilmesine rağmen, bu durum Tunus yasalarına yansımamıştı. Ancak İhvan iktidara geldikten sonra çok eşliliği teşvik edilmeye başlandı. Tunus’taki yasalar, İhvan'ın çizgisine göre değiştirilmek istenmiştir.

Mısır'da ise, Tahrir Meydanı’nda halk ayaklanmasının öncüsü kadınlardı ve toplumda kadınların belirgin bir rolü vardı. Ancak hükümet değiştikten sonra iktidara gelenler, kadınların haklarını kısıtlayan şeriat yasalarını uygulamaya başladılar. Yeni yönetim, önceki hükümetten daha diktatör ve otoriter bir yapıya bürünerek, kadınların özgürlüklerini kısıtladı.

Libya’da, Muammer Kaddafi döneminde insanlar ev kiralarını ödemezlerdi ve kimse evsiz kalmazdı. Ancak bugün, Libya’daki yönetim altında, halk sokaklarda yaşıyor, kadınlara ise başörtüsü dayatılıyor. Yeni iktidar, İslamiyet adına halka ve özellikle kadınlara büyük bir zulüm uygulamaktadır.

Şeriat Kanunları

Ortadoğu ülkelerinde yasa ve kanunlar genellikle şeriat kanunlarıdır. Bu ülkelerde, kadınlar ikinci sınıf insan olarak görülmektedir. Bu yaklaşım şeriat kanunlarına dayanmaktadır. Şeriat kanunları, İslam’a göre yazılmıştır. Kur’an ve İslam şeriatı arasında farklılıklar vardır. Hz. Muhammed’in ölümünün ardından İslam dünyasında yaşanan iktidar savaşı ile yaşanan çelişki ve çatışmalı ortamdan, Muaviye iktidara gelir.  Muaviye’nin iktidara gelmesiyle siyasal İslam’ın temelleri atılır.  Bu dönemde, şeriat kanunları özellikle toplumun ve kadınların aleyhine bir şekilde uygulanmaya başlar. Kapitalizmin etkisiyle siyasal İslam daha da derinleşir ve toplumsallığı daha fazla zorlar. Ortadoğu’da ciddi tahribatlar yaratır.

Afganistan bunun bir örneğidir. Afganistan toplumunu, Taliban’ın eline terk ettiler. Taliban’ı yaratanda ABD’dedir. Afganistan toplumunu ve kadınları sömürmek için kullanılmıştır. Peki HTŞ’yi kim yarattı? HTŞ’nin envanteri ABD’ye ve İngiltere’ye aittir. HTŞ’nin El Kaide, El Nusra ve İŞİD olduğu biliniyor. 

Siyasal İslam’ın sınır tanımaz kötülüğü

Şeriat kanunlarına göre birçok Ortadoğu ülkesinde çok eşlilik meşrudur, bir erkeğe karşı iki kadının şahitliği kabul edilir, miras paylaşımında kadına üçte bir pay düşerken, erkeğe üçte iki pay verilir, boşanma genellikle erkeğin kararıyla gerçekleşir ve medeni kanunlar İslam hukukuna dayalı olarak düzenlenir. İran’da ise bu yasalar daha katı bir biçimde uygulanmakta ve muta (geçici evlilik) meşru görülmektedir. Buna ek olarak ahlak polisi ve zorunlu başörtüsü yasası vardır. Şii Müslümanların İran'daki uygulamaları daha sıkı bir şekilde hayata geçirilir.

Irak’ta ise, Abdulkerim Kasım dönemi sırasında yazılan Medeni Kanun, Ortadoğu'daki en demokratik kanunlardan biri olarak kabul edilmektedir. Irak yasalarına göre, evlilik yaşı 18 olarak belirlenmiştir ve 18 yaş altındaki evliliklere karşı yasalar uygulanmakta, bu durum cezai yaptırımlara tabidir. Bu yasa, günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır. Ayrıca, boşanma işlemi de iki tarafın rızasına dayanır. Eğer kadın boşanmayı talep ederse, boşanma kabul edilir ve kadına vekaletin yarısı verilir. Eğer boşanma erkeğin talebiyle gerçekleşirse, vekaletin tamamı kadına verilir. Çocuklar 18 yaşına kadar annede kalır ve nafaka da kadına ödenir. Bu düzenlemeler, Irak'ın diğer Ortadoğu ülkelerinin yasalarına kıyasla demokratik bir yapıya evrilmesi mümkün.

Türkiye’nin yasaları ise laik bir temele dayanır. Son 22 yılda ise AKP hükümeti tarafından, şeriat yasalarına geçiş için bazı değişiklikler yapılması gündeme getirilmiştir. Türkiye’de şeriat yasalarının uygulanması yönünde baskın kılınmak istenen bir politika var.

Şeriatın bir diğer yüzü “Xesle ar” yasası

Namus temizleme yasası "xesle ar" birçok Ortadoğu ülkesinde kabul görmüş bir şeriat kanunudur. Bu yasaya göre, bir erkek, evli olduğu kadını, kız kardeşini, annesini ya da yakın bir akrabasını başka bir erkekle uygunsuz bir şekilde görmesi durumunda, kadını öldürebilir. Kadını katleden erkek, genellikle 3 ay veya 3 yıl hapis yattıktan sonra, xesle ar yasasından faydalanarak serbest bırakılır ve namusunu temizlemiş olduğu söylenir. Bu yasa, birçok Ortadoğu ülkesinde geçerlidir.

Başur Kürdistan'da da bu yasa bir dönem uygulanıyordu, ancak halkın büyük tepkisi ve karşı çıkışı sonucunda kaldırıldı. Başur Kürdistan'da kadın cinayetlerine karşı cezalar ya idam ya da müebbet hapis cezası olarak uygulanmaktadır.

Irak'ta ise, "xesle ar" yasası hâlâ geçerli ve uygulanmaktadır. Türkiye’de ise bu tür bir yasa açıkça mevcut değildir, ancak fiili olarak birçok erkek, kadın cinayetleri işlediğinde aklanıp serbest bırakılmaktadır. Bu da gösteriyor ki, bu yasa dolaylı olarak uygulanıyor. 

Kadın-erkek, evlilik ve güdüsellik

Kadın ve aile boyutunu, Hristiyanlık üzerinden incelemek gerek. Önder Apo; Hristiyanlık Ortadoğu’da çıkışını gerçekleştirdi ve sonrasında Avrupa’ya yayıldı.  Avrupa uygarlığının gelişiminde esas rolü, rahipler ve rahibeler, azizler ve azizeler üstlenmiştir.  Yani Avrupa uygarlığı onlara çok şey borçludur. Rahip ve rahibelerin ortaya çıkışıyla binlerce insan, kişisel yaşamlarının ötesinde fikirsel gelişimle ilgilenmiştir. Şahsi yaşamın peşinden gitmek yerine, toplumsal ve entelektüel gelişime önem verilmiştir diyor.

Her ne kadar rahip ve rahibelerin metodolojisi dogmatizmi geliştirmiş ve yaşamın diyalektiğinin önünü kesmiş olsa da binlerce insanı eğitmiş ve sonunda topluma hizmet edecek pek çok filozof yetiştirmiştir. Bu, Avrupa toplumunda büyük değişimler yaratmış ve insan bilincinin önde olmasını sağlamıştır. Ancak, buna karşılık Ortadoğu, fikirsel bir çıkış yapamamıştır. Cinselliğe ve çok eşliliğe odaklı bir düşünce yapısını önemsedi. Çok eşlilik, aynı zamanda fuhuşun meşrulaştırılması anlamına gelir ki bu da genellikle İslam ülkelerinde yaygın ve kabul gören katı şeriat kanunlarıdır. İslami düzenlerin çoğunda erkeklerin güdülerinin tatminine odaklanma vardır. Toplum bir tek evlilik ilişkisine indirgenmiş, kadınlara onun dışındaki tüm yollar kapatılmıştır, bu durum Ortadoğu’da derin bir düğüm oluşturmuştur.

Bugün Ortadoğu'yu derin bir kriz ve sorun içine çeken faktörlerden biri de her şeyin erkek güdülerine odaklı bir şekilde yapılıyor olmasıdır. Kanunlar, yasalar, hükümetler ve hukuk buna göre şekillenmektedir. Şeriat kanunlarının altında yatan temel etken de budur. Evlenmemek ve bir kadının kendisini erkeğe sunmaması, günah olarak görülür. Suriye’de şimdi yapılmak istenen budur. Radikal İslam ve şeriat kanunlarını geçerli kılmak isteyen bir yaklaşım hâkimdir.

İslamiyet’in yanı sıra, aydınlanma ve felsefe de olmazsa olmazlardan

Siyasal İslam ile şekillenen hükümetler, devletler ve cihatçı gruplar, toplumlara karşı oldukları kadar kadına da karşıdırlar. Tam anlamıyla İslam’ın özünden sapmış bir tablo ortaya çıkarmışlardır.  Muaviye ile şekillenen ve sonra kapitalizm sistemiyle derinleştirilen siyasal İslam, toplumsallığın varlığını ve kadının toplumsal rolünü silikleştirmiştir. Bugün iç içe geçmiş İslamiyet adı altında yürütülen siyaset ve bölge savaşları, esasen siyasal İslam’a hizmet etmektedir. 

Din ve siyasetin iç içe geçmesi, doğal olarak siyasallaşmayı beraberinde getirir, bunun toplumlara verdiği zarar ise bugün Ortadoğu örneğinde açıkça görülmektedir. Din, kültür ve yaşam felsefesi olarak korunmalı ve toplumların varlığı açısından önemli bir rol üstlenmelidir. İslamiyet döneminde camiler, toplumların sorunlarına çözüm aradığı, insanları eğiten ve toplumu bir araya getiren, sulh görevini üstlenen alanlar olmuştur.

Önder Apo, Hazreti Muhammed’in İslamiyet’in son din olduğunu söylerken, İslam’dan sonra aydınlanma ve felsefenin geleceğini ima etmiştir. Evet, toplumların dine ve inanca ihtiyaçları vardır; fakat bunun yanında aydınlanma ve felsefeye de ihtiyaçları vardır. Mitoloji, din ve felsefe, toplumların oluşumlarında önemli roller oynamıştır ve bugün de Ortadoğu’nun sorunlarının çözülmesinde önemli bir rol üstlenebilirler.

Medine Sözleşmesi

Ortadoğu'daki toplumsal yapının ve maneviyatın güçlü kalabilmesinde, dinin önemli bir rolü vardır. Bu nedenle kapitalizm, bölgedeki etkinliğini tam anlamıyla sağlayamamaktadır. Örneğin, İslam'da faiz haramdır ve insanlar sınırsız maddiyata bağlılık göstermezler. Din, toplumların vicdanı ve ahlaki değerleri açısından önemli bir role sahiptir ve bu değerlerin toplumların inşasında temel bir yeri vardır. Ahlak, sadece hukukla şekillendirilemez. Bu anlamda toplumların ahlaki değerlerinde dinin rolü küçümsenemez. Devrimci ideolojilerin dini inkar etmesi, o ideolojinin başarısız olması anlamına gelir. Marksist ideoloji bu hatayı yapmıştır. Ancak Apocu ideoloji, dinin toplumların ahlaki ve manevi değerleri açısından oynayacağı rolü görerek bu hataya düşmemiştir.

Apocu ideolojide, dinlere ve inançlara karşı durmak yoktur. Siyasal İslam ise toplumsal dinamiklere karşı bir saldırı olarak görülür ve buna karşı durulur. Önder Apo, Hz. Muhammed’in halklar ve inançlar için ön gördüğü Medine Sözleşmesi’ni önemser ve halkların farklı inançlarla bir arada yaşayabileceğine inanır. Hz. Muhammed’in, halklar, dinler ve inançlar arasındaki duvarı kaldırmak adına imzaladığı Medine Sözleşmesi, günümüz açısından da önemini hala koruyor. 

Bugün ise siyasal İslam, Hz. Muhammed’in zamanında Ortadoğu halkları için öngördüğü Medine Sözleşmesi’ne karşıdır. Bu yaklaşım, toplumsal yapıları tanımayan ve onları parçalayan bir tutum sergilemektedir.

İnsan-ı Kamil’e ulaşmak

Hazreti Muhammed, Allah’a 99 sıfat yükleyerek insanların ulaşması gereken erdemi ve mücadele yolunu göstermiştir. Yani, Allah’ın 99 sıfatına ulaşmanın mücadelesi, İnsan-ı Kâmil yaratma sürecidir. İnsan-ı Kâmil’e ulaşanda topluma öncülük yapacak kişidir. Hazreti Muhammed’in topluma hizmetleri, İslamiyet’in özüdür.  Ancak bugün, siyasal İslam’la, İslamiyet özünden uzaklaştırılmış, toplumlar geriletilmiş, birbirine düşürülmüş ve her yer yaşanmaz hale getirilmiştir. İktidara bulaşan her din, özelde de İslamiyet, özünü kaybetmeye mahkumdur. Bugün yaşadıklarımız ve gördüklerimiz, bu tespitin doğruluğunu ortaya koymaktadır.

Demokratik ulusun din anlayışı

Demokratik ulus, esas olarak yerel yönetimlere dayalı bir sistem oluşturur. Her bölge, kendi kültürü, dili ve inancı ile var olabilir. Özerk yönetim, toplumsal dokularda kısıtlamalara gitmez, özellikle inanç konusunda toplumun hassasiyetlerini göz önünde bulundurur. Bu, paradigmasal bir bakış açısıdır. İslamiyet’in özünde bulunan federasyon anlayışını benimser.

Ortadoğu, halklar ve inançlar mozaiğiyle bir bütün olarak demokratik ulus sisteminin esasını oluşturur. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bunun en somut örneğidir. Bu sistem, Ortadoğu’da bir model olmayı başarmıştır. Suriye’de geçerli olması gereken model de bu olmalıdır. İnkar ya da birbirini yok etme değil, bir arada yaşama esas alınmalıdır. Ortak yaşamda hoşgörü ve dayanışma temel ilkeler olmalıdır. Bir dinin baskın olup diğer din ve inançları ezmesi durumu, kesinlikle siyasal İslam’a hizmet eder ki bu da diktatörlüğe götürür. Şu an Suriye’nin geldiği eşikte bu tehlikeyi görmekteyiz. Cihatçı ve çete grubu olan HTŞ, bu atmosferi yaratmaktadır. İdlib’te uygulanan şeriat kanunlarının tüm Suriye’ye dayatılması, bunun en bariz göstergesidir.

Alevilerin, Hristiyanların, Dürzilerin, Kürtlerin ve Arapların inkarına dayalı bir Suriye, kesinlikle demokratik olamaz. Bu anlamda Suriye’nin demokratikleşmesi açısından özerk yönetim modeli, Suriye halkları ve inançları için en cazip modeldir. Çünkü Suriye toplumu, çok renkliliğe dayanır. Bunun için merkezi sistemler değil yerel, halka dayalı sistemler inşa edilmeli.

Ortadoğu’yu ayakta tutan tarihi tecrübe; Federal ve konfederal ittifaklar

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim sistemi, aslında Ortadoğu’nun özünü temsil eden bir yapı olarak geliştirilmiştir. Kürt toplumu, Med İmparatorluğu döneminde hiçbir diktatör güce benzememiş; aksine konfederal bir sistemi esas almıştır. Hem kendi içinde aşiretler konfederasyonunu oluşturmuş, hem de bölgedeki diğer oluşumlarla konfederal sistem üzerinden ittifaklar geliştirmiştir. Eski dönemlerde Ortadoğu gücünü, konfederal sistemden alırdı. Bu Ortadoğu halklarına zamanında çok şey kazandırdı.  Zenubya Krallığı’nın gücü de bu sisteme dayanıyordu. Zenubya Krallığı'nın Roma'ya karşı direnişinin başarısı da bundan ileri gelmektedir. Toplum içindeki tüm renklerle ittifak kurmuş ve yürütmede seçtiği yol, Zenubya’nın güçlü olmasının sırrı olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Kuzey ve Doğu Suriye, köklerine ve tarihteki tecrübelerine dayanarak, Özerk Yönetim ile bedenine ve fikrine kavuşmuştur. 

Müjde; Ortadoğu ikinci bir kadın ve zihniyet devrimine gebe

Ortadoğu’da çözüm ve aydınlanma bölgenin özüne uygun gelişmeli. Ortadoğu’da bir inanç ve kültür Rönesansı yaşanabilir. Din topluma aittir ve toplumda kalmalı, iktidarların elinde bir silah olarak kullanılmamalı. Din, devlet işlerinde kullanılmamalı. Ortadoğu’nun ikinci bir kadın devrimine ihtiyacı var. İlk kadın devrimi, toplumsallığın, inancın ve kültürün insanlık gelişimi açısından oluşum haliydi. Ortadoğu'nun binlerce yıldır kaybettirilen özünü yeniden kazanabilmesi için ikinci bir kadın devrimine ihtiyaç vardır.  Zihniyet devrimi de doğduğu topraklarda, ikinci doğuşunu gerçekleştirmeli. Anne karnında evrimini tamamlamış ve doğmuş ikinci bir kadın ve zihniyet devrimi Ortadoğu’yu sorunlardan kurtaracak ve demokratikleştirecektir.

Bitti…