Savaşlarda kadınların cephesi

Hegemonyanın son yüzyıllık paylaşım savaşlarına bile baktığımızda sadece direnmenin de yetmediği, duygu-akıl-sezgi ile ataerkinin kırım politikalarıyla başa çıkmak için yeni bir yol oluşturma gereği görülmektedir.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda kadınların durumu – 1

ZİLAN KOÇGİRİ

“Erkekler öldürüyorsa, biz kadınların görevi yaşamı korumak için savaşmaktır. Erkekler susuyorsa, bizim görevimiz, ideallerimizle dolu olan sesimizi yükseltmektir.” Clara Zetkin

Bugünlerde Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında hegemonyanın paylaşım savaşlarının yansıması olarak, bölgesel savaşlar körükleniyor. Irak, Suriye, Ukrayna, Gazze, Yemen ve tekrar Suriye’ye dönen ibrede çağın gereklerine uygun bir hibrit savaş yöntemi devreye koyulmuş durumda. Bugünlerde farklı kesimlerce de Üçüncü Dünya Savaşı olarak adlandırılan yeni emperyalist paylaşım savaşının başlangıç tarihine ilişkin çeşitli görüşler olsa da Sovyetler Birliği’nin dağılışı ve reel sosyalizmin çöküşünden sonraki süreci bu savaşın ayak sesleri olarak ele alabiliriz. Neoliberalizmin yeni sömürge alanları oluşturmak için gözüne kestirdiği coğrafyaları savaş-barış ikilemi içinde bırakarak çelişkileri körüklediği görülüyor. Halklar ve kadınlar üzerine sürülen yüceltilmiş, köhne erkek zihniyeti ile etnik, dini, mezhepsel ne farklılık varsa bu savaşın argümanı yapılarak, adeta halkların kurtulmaya çalıştığı bu hastalıkları yeniden hortlatmakla meşgul. En son Suriye’de 27 Kasım’da El Kaide’den kalma DAİŞ’ten bozma Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm (HTŞ) eliyle yürütülen savaşta Şam’a kadar gelindi. Fetih ve cihat naralarıyla erkekler sürüsünün ellerinde silahlarla şehirlere girişini canlı yayınlarda izledik. Üstelik dinciliğin ve mezhepçiliğin acısını bin yıllardır yaşayan bu coğrafyada şimdi yaşananlar ‘devrim’ ya da ‘demokrasi’ adıyla pazarlanmaya bile başlandı sahipleri tarafından.

Neyi kaybedip neyi kazanacağız?

Suriye’de ortaya çıkan bu durum üçüncü dünya savaşının yeni argümanlarının ne olacağını ortaya koyuyor. İletişim çağında, sanal bir gerçeklikle hakikatten koparılmaya çalışan bu savaşa taraf olmayan halklar, kadınların bu savaşlarda neleri kaybettiği ve neleri kazanacağını ele almak durumundayız. Çünkü mağdur olmak, mağdur olduğunu belgelemek, kapitalist hegemon ataerkil sistemin başına getireceklerinden bizi azade etmeyecek. Bin yıllardır erkek aklının kurguladığı hegemonya savaşlarında bir avuç şiddet elitinin elinde kalan toplumların, kadınların kaderinin neye evrildiğini iyi biliyoruz. Hegemonyanın son yüzyıllık paylaşım savaşlarına bile baktığımızda sadece direnmenin de yetmediği, duygu-akıl-sezgi ile ataerkinin kırım politikalarıyla başa çıkmak için yeni bir yol oluşturma gereği görülmektedir.

‘Savaş sermaye ve iktidar biriktirir’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “Uygarlık tarihinde savaşlar bir nevi sermaye ve iktidar birikim araçlarıdır. Yani efsaneleşen kahramanlık öyküleriyle alakaları yoktur. Bu, işin propaganda yanıdır. En anlamlı tarifiyle, günümüzdekiler de dahil, savaşların son tahlilde sermayenin ve iktidarın el değiştirme araçları oldukları açıktır. Dolayısıyla en temel üretim gücü ve ilişkilerinin merkezinde rol oynadıklarını tarih okurken sürekli göz önünde bulundurmak gerekir” diyor.

Anı okumak için tarihi, geleceği kurgulamak için anı anlama ihtiyacımız her zamankinden daha fazla var. Günlük olandan öteye tarihin ve bugünün çelişmesine yeniden bakmak gerekiyor. Savaş toplumların kendilerini savunma ve varlıklarını koruma amacı taşımıyorsa -ki bu savaşı da belirleyen birilerinin toplumlara yönelik yok etme politikalarıdır- insan soyunun icat ettiği en büyük kötülüktür. Şiddetin iktidarı olan hegemonların icat ettiği ve icra ettiği her savaşta ilk hedef alınan kadınlar olmuştur.  Ataerkil devlet geleneğinin son yüzyıldaki güç aygıtı ulus-devletçi faşist erkek iktidarları ise toplum kırımının önkoşulu olan kadın kırımını her alanda bir adım ileriye götürdü. ‘Önce kadınları vurun’ stratejisi ile toplumlar, halklar ve kimlikler üzerinde yürütülen her savaşta öncelikle kadınlar hedef alındı. 20'inci ve 21'inci yüzyılda hegemonya paylaşım savaşlarında ve çatışmalarda, yüz binlerce kadın, askerlerin tecavüzüne uğradı veya cinsel istismara maruz kaldı. Bu yüzden kadınlar kadim bilgelikleriyle varlıklarına yönelen egemenlerin paylaşım savaşlarına karşı her zaman kuşkuyla bakan ve mücadele eden tarafta olmuşlardır.

Savaşın gerçek sonuçları asla bilinmedi

Konumuz ekseninde, sadece son yüzyıllık emperyalist paylaşım savaşlarında kadınların yaşadıklarına ve mücadelelerine bakmak bile kadın kırımının boyutunu gözler önüne serecektir. Birinci Dünya Savaşı olarak resmi tarih kitaplarında yer alan aslında egemenlerin emperyalist paylaşım savaşında yine resmi kayıtlara göre 17 milyon insan yaşamını yitirdi. Egemenlerin yeni sömürge alanlarını paylaşamamasından kaynaklanan bu savaş kayıtlara "Tarihin ilk küresel emperyalist savaşı" olarak geçti. 40 ülke ve kolonilerin katıldığı Avrupa merkezli savaş, 28 Temmuz 1914'te başladı ve 4 yıl sürdü. Milyonlarca sivil ve askerin ölümüne ve yaralanmasına neden olan savaş 11 Kasım 1918'de imzalanan ateşkes anlaşmasıyla sona erdi. İngiltere, Fransa ve Rusya'nın merkezde olduğu İtilaf Devletleri ile Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti'nin oluşturduğu İttifak Devletleri'nin karşı karşıya geldiği savaşta İtilaf Devletlerinin kazandığı ilan edildi. Aslında bu sonuç, uygarlığın kan ve iktidarla oluşturduğu paylaşım düzeninin bir parçasıydı ve savaşın asıl taraflarının durumu asla sorgulanmadı. Halkların ve kadınların yaşadıkları tekil hikayelerin ötesinde bir değer görmedi. Hala birinci emperyalist paylaşım savaşında kadınların yaşadıklarına ilişkin net bir veri yoktur. Çünkü savaştan sonra oluşan suni dengeler ve sınırlarının politik çıkarları hakikatlerin açığa çıkmasını engellemektedir.

Ataerkil savaş silahı olarak tecavüz

Avrupa merkezli başlayan egemenler arası birinci paylaşım savaşında ana motivasyon, ulus-devletlerin kurumlaşma süreciydi. Milliyetçiliğin ana beslendiği konu ise cinsiyetçiliktir ki burada “Ana-olarak-Ulus” imgesini kullanarak kadının varlığı ulus-devlet sınırlarına hapsedilmiştir. Bu nedenle milliyetçi motivasyonla sınırlara hapsedilen kadın bedeni, aynı zamanda olası savaş ve çatışmalarda da fethedilecek bir alana dönüştürülmektedir. Bu motivasyonla başlayan birinci paylaşım savaşında Alman askerlerinin Belçika ve Fransa'yı işgali sırasında binlerce kadına tecavüz edildiği ve katledildiği biliniyor. Daha sonra bu vakaları araştırmak amacıyla kurulan komisyon, net sayı belirlemediği gibi, ülke siyasetçilerinin anlaşmaları nedeniyle yaşananları hasıraltı etti. Benzer olaylar, savaşın yaşandığı diğer ülkelerde de görüldü. İnsan hakları örgütlerinin verilerine göre Birinci Paylaşım Savaşında yaşamını yitiren 17 milyon kişinin üçte birini kadın ve çocuklar oluşturuyordu. Yine 200 binden fazla kadının bir savaş silahı olarak tecavüze maruz bırakıldığı biliniyor.

Soykırımın cinsiyeti: Ermeni ve Süryani kadınlar

Batı’da paylaşım savaşının bir yansıması olarak milliyetçilik, işgal ve cinsiyetçilik silahıyla kadınlara yönelen savaş, Ortadoğu’da ise kadınlar için bir soykırımın-kadın kırımın gelişmesiyle kendini gösterdi. TC’nin bakiyesi olduğu, Osmanlı İmparatorluğu yıkılmaya yakınken girdiği Birinci Paylaşım Savaşı ardından 1915’te tarihin en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirdi. Mezopotamya’nın iki kadim halkı Ermeni ve Süryanilere yönelik gerçekleşen ve bir milyonu aşkın Ermeni, beş yüz bine yakın Süryani/Asuri/Keldani’nin katledildiği iki soykırımın kadın yüzünde ise binlerce kadın öldürüldü, tecavüze uğradı, fuhuşa zorlandı ve alıkonularak ömür boyu sürecek travmalar yaşadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan halklara uyguladığı soykırım politikası erkeklerin yok edilmesinden başladı ve halkın kalan kısmının Suriye çöllerine sürülmesiyle devam etti. Tehcir adı verilen bu hareket belirli bir süre sonra “ölüm yolculuklarına” dönüştü. Kervanlarda yaşlılar, kadınlar ve çocuklar vardı. Yollarda sayısız Ermeni kadın Türk askerlerinin denetimindeki çeteler tarafından kaçırılıp alıkonuldu, direnenler ise öldürüldü. Bu yollarda binlerce kadın öldürüldü, bazıları ise kaçırılmaya ve işkencelere dayanamayacaklarını düşünerek intihar ettiler.

Kaçırılan ve Müslümanlaştırılan kadınlar zaman içerisinde kendi kimliklerini unutarak ana dillerini konuşamaz hala geldiler. Yakınlarının ve kendi hayatlarını kurtarabilmek için İslam’ı kabul etmekten başka şansları yoktu. Ermeni ve Süryani soykırımına ilişkin araştırma yapan tarihçilerin verilerine göre; Anadolu’da 1915-1918 yılları arasında 700 bine yakın Hıristiyan halklara mensup kadın katledildi. Bunlardan 350 bini göç yollarında katledildi ya da açlıktan yaşamını yitirdi. Osmanlı’nın devamı olan Türkiye devleti tarafından soykırım suçu kabul edilmesi için gerçek rakamlara ilişkin yeterli verilere ise ulaşılamıyor.

Urfa, Antep ve Maraş dahil birçok yerde silahlanan Ermeni kadınlar soykırıma karşı mücadele etti. Maryam Çilingiryan ve Hanum Ketenciyan 1915 Ermeni Soykırımı’nda halkını korumak için Urfa’da 25 kişilik bir kadın birliği kurarak, direniş örgütleyen kadınlardan sadece ikisiydi. Soykırıma karşı kadınlar Anadolu’nun birçok kentinde direniş birlikleri kurdu.

Soykırım savaşının devamı: Koçgiri, Zilan, Dersim...

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonunda Osmanlı’nın bakiyesi olarak kurulan TC ise soykırım savaşını Kürtler üzerinde uygulamaya koydu. Osmanlı döneminde başlayan halklara yönelik soykırım politikalarının Kürtlere karşı ilk uygulandığı yerdi Koçgiri. 1919 yılına gelindiğinde bu projenin askeri uygulayıcılarından Sakallı Nurettin Paşa, Ermeni kıyımını kastederek, “Zo diyenlerin işini bitirdik, sıra lo diyenlere geldi” diyordu.  Bu, sıranın Kürtlere geldiğinin habercisiydi. Köyler yakılıp yıkıldı, binlerce kişi katledildi. Kürtlerin direnişini örgütleyen kadın komutanın adı Zarife’ydi. Kürdistan’ın ilk kadın komutanlarından olan Zarife, katliamdan sağ kurtularak Dersim’de direniş örgütledi ve 1938 yılında Türkiye devleti tarafından katledildi.

Kürtlere yönelik sistemli halk kırımının yapıldığı bir başka yer Zilan oldu. 1930-1932 yılları arasında Zilan Katliamı'nda en az 15 bin insana mezar olan Zilan Deresi'nde yüzlerce genç kadın tecavüz edilip öldürüldü, yüzlercesi de arabalara bindirilip götürüldü. Türk askerleri tarafından götürülen bu kadınların akibeti ve sayıları hiçbir zaman öğrenilemedi. Zilan Deresi'ndeki katliam ve sonrasında yaşananlara ilişkin henüz güçlü belgeler açığa çıkmış değil. Bu arada Zilan Katliamı sırasında Kürt kadınlarının karınlarının yarıldığı, bebeklerinin öldürüldüğü tanıkların ve ortaya çıkan bulguların ortaya koyduğu bir gerçek. Buna rağmen halk arasında anlatılanlar ve günümüze ulaşan bazı veriler yaşananların boyutlarını da gözler önüne seriyor.

Kürtlere yönelik soykırım politikalarının uygulandığı yerlerden biride Dersim’di. Bin yıllardır, kendi kültürü ve inancı ile var olan Dersim’e Türkiye devleti topyekün imha saldırıları başlattığında tarihler 1937’yi gösteriyordu. Tarihte eşine az rastlanır bir soykırımın yaşandığı Dersim’de 70 bin insan katledildi. Binlerce kadın Türk askerlerinin tecavüz saldırılarından kurtulmak için uçurumlardan kendini attı. Sistemli bir soykırım politikasının devamı olarak sayıları binlerle ifade edilen kız çocukları ailelerinden koparılarak, Türk ailelerin yanına verildi. Nezahat Gündoğan yıllar sonra çektiği ‘Dersim’in Kayıp Kızları’ belgeseli ile bu kız çocuklarından bazılarına ulaştı. Dersim'de ailelerinden koparılan kız çocuklarının sayısı net olarak bilinmiyor, ancak yüzlerle ifade ediliyor... Bugün ortaya çıkan çocukların hikayeleriyle bu insanlık dışı uygulama belgelenmiş oldu.

Kimin savaşında neyin fırsatı?

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda kadınların tavrı ise iki farklı uca evrildi. Doğu ve Batı Avrupa’da sosyalist ve bazı liberal feminist kadınlar ‘bu savaşın tarafının kadınlar olmadığı’ fikrinde birleşerek savaş karşıtı mücadeleyi benimsedi. Oy hakkı, çalışma hakkı gibi taleplerle hareket eden kadın hareketleri ise erkeklerin cepheye gitmesinin kendileri için bir fırsat olduğunu belirterek, ulus devletin tarafı olmayı seçti.  Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, savaş meydanları ve cepheler kadar cephe gerisinin de seferber edildiği ve dolayısıyla toplumun tüm kesimlerinin savaşa dahil edildiği bir dönemdi. Kadınlar da önceki dönemlerden farklı olarak bu seferberliğe dahil edildiler. Mühimmat üretimi başta olmak üzere çeşitli üretim alanlarına dahil oldular. Cepheye giden kadınlar ellerine silah almasalar da hemşire veya ambulans şoförü olarak çalıştılar. Savaşın başladığı yıllar aynı zamanda Batı’da kadınların oy hakkı mücadelesinin de yükseldiği bir dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde kadınlar sadece erkeklerden boşalan iş piyasasında değil, siyaset alanında da son derece faaldirler. Siyasi alanda etkin olan kadınların bir kısmı devletlerin savaş politikalarını desteklerken bir kısmı da savaş karşıtı bir tavır takınırlar.

Mühimmat fabrikalarında çalıştırılan binlerce kadın

Top mermilerine duyulan ihtiyacın şiddetlendiği 1915’ten sonra ise çok sayıda kadın mühimmat imalatına yönlendirildi. 1918 itibariyle neredeyse bir milyon kadın mühimmat sanayisinde istihdam edilmişti. Savunma sanayisindeki çalışma koşullarının ağırlığı altında sömürülen kadınların birçoğu yaşamını yitirdi ya da sakat kaldılar. Zehirli patlayıcılar, derinin sararmasıyla kendini belli eden ve toksik sarılık adı verilen, ölümcül olma ihtimalini barındıran bir duruma sebep olabiliyordu. Ayrıca kadın işçilerin hayatlarını kaybettiği, yıkımla sonuçlanan patlamalar da meydana geliyordu. İstatistiklere göre 1915-1918 yılları arasında mühimmat atölyelerinde meydana gelen patlamalarda 1002 kadın yaşamını yitirdi ve binlerce kadın sakat kaldı.

Savaş öncesinde oy hakkı mücadelesinde büyük bir mesafe kaydeden kadın mücadelesi ise milliyetçi söylemlerle ‘şimdi sırası değil’ denilerek sönümlendirildi. Liberal feminist kadın hareketi, ulus-devlet çıkarlarına yardım etmek isterken, aynı zamanda kadınların bu savaşa olan destekleriyle seçim hakkını kazanabileceklerini düşünüyordu. Savaş bir sınav olarak görüldü, devletlerinin başarılarını siyasi eşitlik izleyecekti. Kadın hakları ile ilgili talepler bu nedenle savaş sonrasına ertelendi. Nitekim savaş sona erdiğinde yıkılan ve nüfusu azalan galip ülkelerde de mağlup ülkelerde de ‘ulusun fedakar annesi’ rolü verilen kadınlar, büyük oranda eski konumlarında geri dönmek zorunda bırakıldı.

‘Bu bizim savaşımız değil’ diyen kadınlar

Sosyalist kadınların savaşa karşı kararlılıkları ise tartışılmazdı, çünkü savaşın ve körüklediği milliyetçiliğin enternasyonalist sosyalizm fikrine bir saldırı olduğunu çok net bir şekilde anlamışlardı. Çoğu sosyal demokrat partilerin erkek yöneticileri, tüm ülkelerin proleterleriyle birleşmek yerine, "ulusal düşmana" karşı devletleriyle, monarşistlerle ve daha sonra faşistlerle birleşmiş ve karşılığında devleti, kapitalizmi ve ataerkil yönetimi güçlendirmişlerdi. Dolayısıyla kadınlar olarak savaşa karşı barış için uluslararası düzeyde birleşmek, sosyalizm fikrini de bu saldırıya karşı savunmak anlamına geliyordu. Savaşın henüz başında “Bu savaş bizim savaşımız değil” diyerek savaş karşıtı aktif bir mücadele yürütenler, Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg’in öncülüğünde ağırlıkta sosyalist kadınlar ve Sylvia Pankhurst gibi feminist, sufrajet kadınlar oldu.

Savaşa karşı kadınların birlikte mücadelesi örgütlendi

Ataerkil hegemonyanın adım adım savaşa giden ulus-devlet faşizmine karşı kadınların haklarını korumak ve sözünü söylemek için 1910 yılında İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nı Kopenhag’da gerçekleştirildi. Kadın Enternasyonali genel sekreteri olarak Clara Zetkin, Avusturya, Bohemya, İsviçre, Hollanda, İngiltere, Fransa, Finlandiya, Rusya, Polonya ve ABD'deki sosyalist kadınlarla düzenli olarak ve zaman zaman da Danimarka, Belçika ve İtalya’daki kadınlarla ilişki halindeydi. Ana konular, farklı ülkelerdeki kadın örgütleriyle ilişkilerin genişletilmesi ve kadınların haklarının ulus devletlerin kaderine bırakılmayacak kadar önemli olmasıydı. 1914 yılında savaşın patlak vermesinin ardından feminist ve sosyalist kadınlar cephesinde savaşa karşı ortak mücadele çabaları artırıldı.

Bu dönemde Ines Armand, Rus kadın dergisi "Rabotnica"nın editörleri adına Kasım 1914'te uluslararası bir kadın konferansının toplanması için çağrıda bulundu. Alexandra Kollontai de aynısını yaparak, "Biz sosyalist kadınlar savaşa karşı mücadelede her zaman ilericilerin, fırtınalıların arasında olacağız" dedi. Clara Zetkin, Aralık 1914'te Almanya'daki kadınlara ve uluslararası kadın hareketine çağrısında ve ilhaksız barış talebinde bulunan bir mektup yazdı. Ardından 26-28 Mart 1915 tarihleri arasında Bern'de düzenlenecek olan uluslararası bir kadın konferansını örgütlemeye başladı.

Clara ve Rosa’nın savaş karşıtı mücadeledeki öncü rolü

Clara Zetkin savaşın savunma değil, saldırı savaşı olduğunu, savaşın iki tarafındaki kadınların ortak bir barış cephesi kurmalarının zorunlu olduğunu ısrarla savundu. Savaşın başından beri sansürcülerin saldırılarıyla karşı karşıya olmasına rağmen editörlüğünü yaptığı “Eşitlik” dergisinde de bunu temsil etti. Clara, Mart 1915’in sonunda Bern’de düzenlenen uluslararası bir sosyalist kadın konferansının düzenlenmesinde etkili oldu. Sekiz ülkeden 25 katılımcı vardı ve bunların yedisi Almanya’dandı. Konferansta savaş sert bir şekilde kınandı, bunun sonucunda Almanya Sosyal Demokratik Parti üyesi olan Clara kendi partisiyle de çatışma yaşadı, tutuklandı ve sürekli gözetim altında tutuldu. Savaşın sonuna kadar uluslararası kadın ağının güçlenmesine, ama her ülkede, emekçi kadınların savaş bezirganlarına karşı çıkmasına, ulusal düzeyde emekçi kadın hareketinin güçlenmesine çaba harcadı. Bu çaba içinde bazı liberal feminist kadın hareketlerden, ilerici kesimlerinden, entelektüel kadınlardan destek aldılar.

Bu dönemde emperyalist paylaşım savaşının tarafı olunmaması gerektiğini savunan bir diğer isim ise Rosa Luxemburg’du. Alman Sosyal Demokratik Parti üyesi olana Rosa, partinin savaş politikalarına eleştirdiği içini hem parti içinde hem de Alman devletinin hedef oldu. Savaş karşıtı görüşlerinden dolayı defalarca tutuklandı, gene de Berlin’de 1915 yılında savaş karşıtı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansının düzenleyicilerinden oldu. Temmuz 1915’te Almanya’da illegal olarak bir manifesto yayınladı: Savaşı Bırakın! Vatana ihanete teşebbüsten tutuklandı ve ekim ayına kadar hapis yattı. Baskılar sonucunda kefaletle serbest kaldı. Savaş karşıtı propagandası nedeniyle, parti yönetimi tarafından görevinden alındı.

‘Milliyetçilik, ataerkil düzene aşıktır’

Feminist Yazar Cynthia Cockburn’ünde dediği gibi ataerkil düzende milliyetçilik ve militarizm birbirinden güç alır. “Milliyetçilik ataerkil düzene aşıktır, çünkü ataerkil düzen ona gerçek minik vatanseverler doğuracak kadınları sunmaktadır. Militarizm de ataerkil düzene aşıktır; çünkü ataerkil düzende kadınlar oğullarını asker olmaları için kendisine takdim etmektedirler. Ataerkil düzen milliyetçiliğe ve militarizme aşıktır; çünkü bu ikisi tam anlamıyla erkeksi erkekler üretirler.”

Sonuç olarak 17 milyon insanın yaşamını yitirdiği, milyonlara insanın yaralı sakat kaldığı, milyonlarca insanın evsiz kaldığı Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşını, 11 Kasım 1918 tarihinde İngiltere, Fransa ve savaşa sonradan dahil olan Amerika’nın başını çektiği İtilaf devletleri kazandı. Savaşın başından itibaren kadınları ‘ulusun fedakar annesi’ olarak göreve çağıran devletler, kazananı ve kaybedeniyle yapılan anlaşmaların hiçbirine kadınları dahil etmedi. Sağ kalan erkekler cephelerden döndüler. Kadınlara yaptıkları fedakârlık için teşekkür edildi ve evlerinin yolu gösterildi. Onlar artık erkeklere “işlerini” geri verebilir ve asıl yerleri olan evlerinde çocuklarına ve kocalarına bakmaya devam edebilirlerdi. Ve öyle de oldu. Ta ki, cehennemin kapısı ikinci kez açılana, yeni bir emperyalist paylaşım savaşı patlak verinceye kadar.

Yarın: İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda kadınların durumu