Toplum ve kadına karşı siyasal İslam-1

İslamiyet, Fars, Arap ve Türklerin millet kimliği kazanmasında rol oynamıştır. Kürtler ise bu süreçte tarikatları seçerek halk, ulus kimliğini benimsemiştir. Kürtler ve diğer pek çok halk ve inanç kendilerini tarikatlar aracılığıyla korumuşlardır.

GELAWEJ BERXWEDAN

Evren, canlı bir organizmaya sahiptir ve insan, bunun en somut kanıtıdır. 13.8 milyar yıllık evrenin oluşumu ile 2.5 milyon yıllık insan evrimi sürecinin tamamı, insanın anne karnında 9 ay 10 günde yaşadığı deneyimle benzerlik taşır. Bu durum, bilimsel açıdan bize şunu kanıtlar; Oluşum tarihleri, tümüyle canlıdır. Tarih doğru bir şekilde ele alınmalı, ancak bu şekilde doğru analiz ve çözümler geliştirebiliriz.

Verili tarih erkek egemen aklıyla yazılmıştır. Bu nedenle mevcut tarihi, cinsiyetçi bir tarih olarak değerlendirmek gerekmektedir. Verili tarihe yaklaşımımız her zaman şüpheci bir temele dayanmalı. Tarihi tersten okuma ve yorumlama biz kadınların her zaman temel metodu olmak durumundadır. 

Ortadoğu toplumunda ilk olarak inançlar gelişmiştir. Bu inançlar, felsefe ve fikir olarak evrimleşmiş, zamanla toplumun yapısını şekillendirmeye başlamıştır. İnançlar, biçim kazandıkça din haline gelmiştir. Ortadoğu, inançların ve fikirlerin doğuş merkezi olduğu için maneviyatla güçlü bir bağı vardır. Bu coğrafyada, inançlar toplumsal düzende önemli roller üstlenmiş; ancak bu inançlar doğrudan felsefe veya ideolojiler olarak tanımlanmamış, çoğunlukla inanç olarak kalmıştır. Ortadoğu’nun tarihi, büyük ölçüde din ve mitolojiler üzerinden şekillenmiştir.

Hakikat, her zaman tarihte gizlidir sözü burada önem kazanıyor. İlk insanlar totemlere inanırdı. Animizim vardı. Günümüzde felsefeciler ve bilim insanları Kuantum fiziği ile animizmi ilişkilendiriyorlar. Evrene dair her şeyin canlılığına inanılıyor. Bilim insanları ve bilim şimdi evrenin oluşum evrelerini araştırıyor.  Animizim inancına veya felsefesine göre doğa-insan, doğa-toplum, insan-toplum ilişkisinin parçalanmaz bir bütün içerisinde gelişim sağladığına inanılır. Tabi günümüzde bunu somut birçok veriyle de anlatabiliriz. Bu anlamda toplumlar mitolojilere inanıyor. Bunların birçoğu kadın-erkek, insan-doğa, toplum-doğa ilişkilerini anlatıyor. Tabii ki, Ortadoğu’da yaşanan her gelişme, her zaman bir ilerleme yaratmamıştır. Ancak bu coğrafyada atılan temeller, zamanla Avrupa ve diğer dünya kıtalarına yayılmıştır. Dünyanın gelişimine beşiklik etmiş bu coğrafyanın evrensel karaktere sahip olmaması düşünülemez. 

İnançtan doğan ‘Din’

Din ve inançlar, toplumların özgürleşmesi ve örgütlenmesinde devrim niteliğinde gelişmeler yaratmıştır. İnanç, uzun yıllar boyunca ahlaki ve politik toplumun varlığını kazanmasında önemli bir rol oynamıştır.  Fakat sonrasında başlayan Ataerkil dönem kendisiyle, toplumsal sorunlar geliştirmiş. Dinin çıkışı, toplumdaki biriken sorunlara çözüm arayışına dayanır. Dinler, toplumda gelişen haksızlıklar ve problemler karşısında ortaya çıkmış ve toplumlara önemli katkılarda bulunmuştur. Genel olarak, tüm dinlerin çıkış yeri Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da dinler aracılığıyla bir ortaklaşma, birlik, dayanışma ve toplumlar arasında güçlü bağlar oluşmuştur. Dinler üzerinden Ortadoğu’da gelişen toplumsallık, 12’nci yüzyıla kadar halkın hizmetine yönelik önemli ilerlemeler sağlamıştır. Ortadoğu, dinin etkisiyle birçok alanda önemli gelişmelere sahne olmuştur, pek çok filozof ve felsefecinin çıkış alanı olmuştur. Bu anlamda, Ortadoğu medeniyetinin gelişimine önemli katkıları olmuştur. Orta Çağ’da, 8’inci yüzyıldan 15’inci yüzyıla kadar süren dönem, İslam’ın altın çağı olarak kabul edilir; bazıları bu dönemi, İslam’ın rönesans dönemi olarak da adlandırır.

Aryeni inançlarla oluşan mozaik

Mezopotamya'da tarihten günümüze kadar varlıklarını sürdüren ve köken olarak Aryen olan pek çok inanç bulunmaktadır. Yarsani, Kakei, Mazdekî, Karmetîler gibi inançlar, Aryen ve Kürt kökenli topluluklar tarafından benimsenmiştir. Ayrıca Suriye’de yaşayan Dürziler de Aryen kökenli bir inanca sahiptir. Yarsani, Kakei ve Dürziler aslında temelde birbirine çok yakın inanç sistemlerine sahiptir. Ezidiler ve Bakur Kürdistan'da yaşayan Aleviler de Aryen ve Mazdekidirler. Bu inançlar, kendine özgü renkleri ve toplumsal yapılarıyla gelişmiş ve bugüne kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Günümüzde bu topluluklar, inançlarını koruyarak yaşamaya devam etmektedirler. Her ne kadar zaman içinde bazı değişiklikler olsa da bu inançlar hala özlerini büyük ölçüde muhafaza etmektedir. Ortadoğu’nun zengin inanç mozaiği, esasen bu inançlara dayanır. Bu çeşitlilik, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için önemli bir güç kaynağıdır. Çok kültürlülük ve çok renklilik, demokrasiyi besler ve geliştirir. Kapitalizm ise, bu inanç mozaiğini parçalayıp kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaktadır. Bugün Ortadoğu’nun yaşadığı kriz ve sorunların kaynağında bu vardır.

Ortadoğu’ya Gazali’nin gazabı

11-12’nci yüzyılda, insanların hakikat arayışları giderek artar. Haçlı Seferleri başlar, Yunanlıların Ortadoğu’ya yönelik saldırıları yoğunlaşır. Dışarıdan gelen bu saldırılar, İslam dünyasında bir korku yaratır. İslamiyet, kendini koruma amacıyla daha kapalı bir hale gelir ve toplumda felsefe arayışları sınırlanır. Dini araştıran ve geliştiren tarikatların birçoğu ortadan kaldırılır. Bu dönemde, İslam dünyasında öne çıkan en önemli düşünürlerden biri, İmam Gazali'dir. Gazali, İslam düşüncesinin filozoflarından biri olarak tanınır ve felsefeye karşı olan tavrıyla dikkat çeker.

Gazali, felsefeyi yasaklayan bir yaklaşım sergiler ve bu yasağın iki temel nedenini açıklar: Birincisi, "aşırı yorumların maneviyatı zayıflatacağı" görüşüdür. İkincisi ise, "Haçlı Seferleri ve Yunan saldırılarının İslamiyet üzerinde baskı yaratıp dini sapmalara yol açabileceği" endişesidir. Gazali, İslamiyet'in mevcut halinin yeterli olduğunu savunur ve daha fazla gelişme ve aydınlanma sürecine girilmesini istemez. Ona göre, İslam dini, bu noktada tamamlanmış ve artık daha fazla ilerlememelidir. Bu düşünce, Ortadoğu’nun Rönesans ve Aydınlanma dönemine kapılarını kapatmasına yol açar.

Bu dönemde birçok filozof öldürülür, 1 milyon kitabın bulunduğu kütüphaneler yakılır ve yalnızca 30 kitap günümüze ulaşır. Birçok bilim insanı, elimize ulaşan 30 kitapla biz atomun nasıl parçalandığını çözdük, eğer tüm kitaplar kurtarılmış olsaydı, gezegenler üzerinde çok daha farklı keşifler yapabileceklerini ifade eder. İslamiyet eliyle oluşturulanlar, geliştirilenler Avrupa’ya taşınmış ve Avrupa toplumlarının hizmetine sunulmuştur.  Ortadoğu'daki gelişim bu noktadan sonra durur. Avrupa ise, Aydınlanma ve Rönesans ile büyük bir çıkış yapar ve bilimsel anlamda önemli ilerlemeler kaydeder.

Tarikatların mücadelesi

Ortadoğu’nun kan kaybettiği dönemlerde, toplumları ayakta tutmayı başaran tarikatlar oldu. Tarikatlar, sivil toplum örgütleri gibi işlev gördü. Tüm tarikatlar, iktidarlaşan İslam'a karşı gelişmişti. Tarikatların temeli manevi öğretilere dayanır, maddiyata karşı bir duruş sergilerler. Ancak çıkışlarından kısa bir süre sonra iktidara yakınlaşan bazı tarikatlar da olmuştur. Tasavvuf, Batini, Harici ve daha birçok tarikat, halklaşma ve ulus kimliğinin gelişmesine vesile oluyor. Bu türden onlarca tarikat zaman içinde gelişmiştir ve hepsi özünde iktidara dönüşen İslam'a karşı bir duruş sergileyen hareketlerdir. İslamiyet, Fars, Arap ve Türklerin millet kimliği kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Kürtler ise bu süreçte tarikatları seçerek halk olma ve ulus kimliğini benimsemiştir. Kürtler ve diğer pek çok halk ve inanç kendilerini tarikatlar aracılığıyla korumuşlardır. Kürt coğrafyasındaki Kadiri ve Nakşibendi tarikatları özellikle bu anlamda önemli rol oynamıştır. Kürt isyanlarının büyük bir kısmında öncülük yapanlar, tarikat üyeleridir.  

Ortadoğu'da ortaya çıkan tarikatlar ve İslam'ın toplumsallaşması süreci, 12’nci yüzyılda bir tıkanma yaşamıştır. Bu tıkanmanın ardından, Ortadoğu'da artan katliamlar, soykırımlar ve talanlar, 20’nci yüzyılda kapitalizmin etkisiyle zirveye ulaşmıştır. 20’nci yüzyıla kadar tarikatlar, toplumlara hizmet etmiş ve iktidardan uzak durarak halkları manevi bağlarla güçlü tutabilmiştir. Ancak 20’nci yüzyıldan sonra, kapitalizmin Ortadoğu'ya gelmesiyle birlikte tarikatlar, egemenler tarafından ajanlaştırılmaya başlanmıştır. Tarikatlar, toplumdaki karşılıkları kullanılarak, egemenlerin iktidarını sürdürme aracı haline getirilmiştir. Nakşibendilik ve Kadiri tarikatları egemenlerin çıkarları eksininde kullanılmışlardır.

20’nci yüzyılda geliştirilen tarikatların çoğu, ajanlaştırılmış ve Ortadoğu toplumlarındaki mücadelelere karşı kullanılmıştır. Din esasında, toplumları değişim ve dönüştürmede dinamik bir güç iken, 20’nci yüzyıldan sonra bu avantaj dezavantaja dönüşmüştür. Kapitalizmin Ortadoğu'ya girişiyle, toplumlara hizmet eden tüm dinamikler kapitalistlerin kontrolüne girmeye başladı. Bu durum, Arap, Fars, Kürt ve Türk toplumlarında belirgin bir şekilde görülmüştür.

İhvânü'l-Müslim ve Türkiye

1928 yılında Hasan el-Bennâ tarafından Mısır’da kurulan İhvânü'l-Müslimîn (Müslüman Kardeşler) hareketi, 1980’lerden sonra aktif rol oynamaya başlamıştır. Suriye’deki Hama ayaklanmasında, Baas rejimi tarafından şiddetle bastırılmıştır. Türkiye’de ise, İhvân (Müslüman Kardeşler) çizgisi, özellikle 1980’lerde muhafazakâr milli görüşçüler üzerinden şekillendirilmeye başlanmıştır. İran’daki İslamcıların izlediği siyaset de temelde İhvân çizgisine dayanmaktadır. Afganistan’da ise, radikal İslamcı hareketlerin geliştirdiği ideoloji, yine İhvân’a yakın bir çizgide şekillenmiştir. Bu hareketlerin tümü, esas olarak Sovyet Rusya'ya karşı mücadele için oluşturulmuştur.

Müslüman Kardeşler, kendini ılımlı İslam olarak gösterse de aslında radikal İslam’ı temsil eder. Hem radikal hem de ılımlı İslam, esasen kapitalizmin ürünleri olup siyasal İslam’dırlar. Bu hareketler, Ortadoğu’nun gerçekliğine ya da tarihsel yapısına ait oluşumlar değildir. Ortadoğu'da istikrarı bozmak, sürekli çatışma, kin, nefret ve parçalanma yaratmak amacıyla geliştirilen yapılardır. Siyasal İslam, her yerde benzer amaçlarla hareket eder ve birbirleriyle ortaklaşır.

Vehhabîlik ve El Kaide

Vehhabîlik, 19’uncu yüzyılda dış güçlerin Ortadoğu'yu daha fazla sömürmek amacıyla hazırladıkları yapay bir tarikattır. İngilizler tarafından geliştirildi. Osmanlılar, Vehhabîlik yerine Nakşibendîliği tercih etmiştir; bu yüzden Vehhabîlik, ilk dönemlerde Ortadoğu’da geniş bir yayılma göstermemiştir. Vehhabîlik, dogmatik ve katı İslami şeriat kurallarını dayatan, toplumsallığı reddeden bir tarikat olarak öne çıkar. Cihadistliği geliştirir. 

Saddam Hüseyin'in rejiminin çökmesiyle birlikte, Vehhabîlik daha geniş bir şekilde duyulmaya başlanmıştır. Radikal, ırkçı, milliyetçi olanlar Baasçılar ve Saddamcılar ismini aldılar. Musul’un, İŞİD'e teslim edilmesinin ardında da bölgedeki güçlerin Vehhabî olmaları önemli bir etkendir. Bu durum, Musul'un adeta IŞİD'e teslim edilmesine yol açmıştır.

El-Kaide de Vehhabîlik tarikatının bir ürünüdür. 1978 yılında Suudi Arabistanlı, Usame bin Ladin’in 17 kişilik ailesi üzerinden Afganistan’da kuruldu. Bu aileye, ABD'ye bağlı bir banka üzerinden milyonlarca dolarlık fonlar aktarılmış ve böylece El-Kaide çete örgütü kurulmuştur. Bu gerçek dünya çapında bilinmektedir.

1950’lerden sonra İngilizler, Ortadoğu için hazırladıkları tarikat ve çete grupları, pratik politikada ABD'ye devretmişlerdir. Amerika, bölgede İngiltere'nin politikalarını aynen sürdürmüştür. Kapitalizm, Sovyet devrimini kendi çıkarları için tehdit olarak görmüş, El-Kaide’yi, Sovyetler Birliği’ne karşı paramiliter bir güç olarak yapılandırdılar. 1980’lerde, Yeşil kuşak İhvân, El-Kaide’yi güçlendirmiş ve Sovyetlere karşı 10 yıl boyunca savaştırmışlardır. Bu savaşında sonunda Sovyetler Birliği yıkılmıştır.

Selefi Hareket ve IŞİD'in Oluşumu

Selefi hareket, esasında IŞİD'in çekirdeğini oluşturan bir anlayışa sahiptir. Selefiler, toplumsal faaliyetleri yasaklayan bir ideolojiye sahiptir. Örneğin, taziye düzenlemek, eğlence, ya da insanları bir araya getiren her türlü sosyal etkinlik din adıyla yasaklanmıştır. Toplumu parçalayan bir yaklaşıma sahipler. Selefi düşünce, İslam'ı son derece katı bir şekilde yorumlar ve toplumsal dayanışmayı reddederler. Kendilerini "radikal İslamcı" olarak tanımlarlar, ancak genellikle Vehhabi olduklarını açıkça ifade etmezler.

2003’te Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasının ardından, Baascılar, Saddamcılar ve Sünni İslamcılar, aslında Vehhabi görüşleri benimsediklerini açıkça dile getirdiler. Bu süreçte, El Kaide'nin kalıntılarından IŞİD çetesi doğdu. 2003, IŞİD'in temellerinin atıldığı tarih olarak kabul edilebilir. IŞİD, 2014'te El Nusra adıyla kendini ilk kez ilan etti. Zaman zaman farklı isimlerle ortaya çıkmış olsalar da hepsi temelde IŞİD'dir ve kökleri El Kaide'ye dayanmaktadır. Nasıl ki, El Kaide Sovyetler Birliği'ne karşı oluşturulmuşsa, IŞİD de Rojava Devrimi ve Ortadoğu’daki halk devrimlerine karşı oluşturulmuştur.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim Devrimi, Ortadoğu’da yankı uyandıran ve halkların devrimi niteliği taşıyan bir hareket olarak gelişti. Bu devrim aynı zamanda kadın, zihniyet ve Kürdistan devrimi olarak somutluk kazandı. Bu devrime karşı kapitalist güçlerin karşı hamlesi ise IŞİD'in oluşturulmasıydı. IŞİD hem bölgedeki devrimci hareketlere karşı hem de Ortadoğu’daki kapitalist çıkarları savunmak adına geliştirilmiş bir çete yapılanmasıdır.

Yarın: Ilımlı ve radikal İslam ve ona karşı gelişen direniş