Kadınlar hala erkek çocuğu dünyaya getirmediği için şiddet görüyor

Ataerkil zihniyetin baskın geldiği toplumlarda kadınlar çok yönlü şiddetle karşı karşıya bırakılıyor. Erkek çocuğu olmayan kadınlar, evli oldukları erkekler tarafından ‘üzerine kuma getirilmekle’ tehdit edilirken, şiddetin de hedefi oluyor.

SOMA KARAMÎ

Ciwanro- Ataerkil toplumlarda hâlâ birçok kadın sadece kız çocuk doğurduğu için kınanmakta, aşağılanmakta hatta şiddet görmekte. Kız ve erkek çocukları arasındaki ayrımcı bakış açısı, özellikle İran’daki birçok geleneksel ailede derinlemesine kök salmış durumda. Toplum içinde "Bu kadın kız doğuruyor" gibi aşağılayıcı ifadeler hâlâ sıkça duyuluyor.
4 Nisan’da 30 yaşındaki Farzane Moradi, Kirmanşah’ın Kuzaran kasabasına bağlı bir köyde, kız çocuğuna hamile kaldığı gerekçesiyle evli olduğu erkek tarafından katledildi. Kadın düşmanlığı, cinsiyet eşitsizliği, aile içi şiddet ve tüm bu felaketlerin üzerine örtülen ölümcül bir sessizlik. Farzane, bu patriyarkal zihniyetin katlettiği ilk kadın değil ve sonuncusu da olmayacak. 
Erkek şiddetine maruz bırakılan kadınlarla neler yaşadıklarını, Klinik psikolog Zeyla B. ile de çözüm yollarını konuştuk. 

‘O zaman içim paramparça oluyor’

Ravanser köyünden olan üç kız çocuğu annesi 42 yaşındaki Pervin Veysi, yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

"Bugüne kadar yalnızca kız olduğu için iki kez çocuğumu kürtaj ettirdim. Sonuncusu altı ay önceydi; insanların sözlerinden ve alaylarından korktuğum için. Yalan söyleyip çocuğumun erkek olduğunu söyledim ve kendiliğinden düşük olduğunu iddia ettim, ama içim hâlâ huzurlu değil. Kendim için fark etmiyor, üç kızımı da canımdan çok seviyorum. Ama eşim, 'Eğer erkek çocuk doğurmazsan, tekrar evlenirim' diye tehdit ediyor. O zaman içim paramparça oluyor. Eşimin ailesi de alaycı ve aşağılayıcı şakalarla beni eziyor. Her sözden sonra kavga ve hakaretler başlıyor. Topluluktan ve bir araya gelmelerden kaçıyorum. İnsanlar sadece bir şey soruyor: 'Hâlâ o üç kızı mı taşıyorsun? Belki bu sefer erkek doğurursun' Bu sözler her gün içimde zehir gibi oluyor."

‘O yalnızca bir şey istiyordu: Erkek çocuk’

45 yaşında 3 kız çocuğu olan Amine ise karşılaştığı toplumsal baskıyı şu sözlerle ifade etti:

"İkinci kızımı doğurduktan sonra, kocam beni tekrar hamile kalmaya zorladı. O yalnızca bir şey istiyordu: Erkek çocuk. Cinsiyetin kız olduğunu öğrendiğimde, onun tepkisinden korkuyordum ve ona söylemedim. Sonunda söyledik, ama o, çocuğun sağlığıyla ilgilenmedi. Birinci kızım diş hekimliği öğrencisi, diğer iki kızım ise üstün başarı gösteriyor. Ama kocam, 'Eğer erkek çocuk doğurmazsan, tekrar evlenirim' dedi. Üçüncü kızım doğmadan önce, benim rızam olmadan evlendi. Babama gidip şikâyet ettim ama beni savunmak yerine, kocamı savundular. Bu toplumda kız çocuk doğuran kadınlar, hiçbir suçları olmadan aşağılanıp, yargılanıyorlar. Bu acı hâlâ kadınların omuzlarında ağır bir yük olarak duruyor."

‘Kız çocuğu olan kadınlar ayrımcılığa uğruyor’

Klinik psikolog Zeyla B. ise kadınlara yönelik toplumsal baskının erkek egemen zihniyetin cehaletinden kaynaklı olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Toplumumuzda kadınlar, patriyarkal zihniyet nedeniyle birçok farklı şiddete maruz kalıyor. Bu şiddetlerden biri de kız doğuran kadınlara yönelik ayrımcılık ve aşağılama. Birçok kültürde, bir bebeğin cinsiyeti annenin sosyal statüsünü etkileyebilir ve bu da ona yönelik psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddete yol açabilir. Oysaki bebeklerin cinsiyetini belirleyen kromozomlar babaya aittir. Geleneksel toplumlarda, erkek çocuk daha değerli kabul edilir ve kız çocuk doğurmak bazen utanç verici bir şey olarak görülür. Bu patriyarkal kültür, kız doğuran kadınlara yönelik ayrımcılığa yol açıyor. Bu şiddet, fiziksel şiddetle sınırlı değil; sosyal, ekonomik ve psikolojik ayrımcılığı da içerir. Baskılar, depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunlara yol açar ve bazen kadınlar tehlikeli adımlar atabilir, örneğin kürtaj veya intihar gibi.”

‘Cinsiyet eşitliğinin her alanda uygulanması gerekli’

Zeyla B, sözlerini şöyle tamamladı: "Toplumsal düzeyde, bu tür şiddet, cinsiyet ayrımcılığının devam etmesine, adaletsizliğin artmasına ve yanlış kültürel kalıpların yeniden üretilmesine neden olur. Bu kalıplar, toplumda insan gelişimi ve ilerlemesinin önünde engel teşkil eder. Bu tür şiddetle mücadele, ancak çok boyutlu bir yaklaşım benimsenirse mümkün olabilir. Toplum genelinde eğitim, yasa reformları, kadınları güçlendirme ve toplumsal bakış açısının değiştirilmesi, bu mücadelenin temelini oluşturur. Bir toplumda gerçekten sağlıklı ve adil bir gelişme sağlanabilmesi için, cinsiyet eşitliğini her alanda yasal olarak uygulamak gerekir. Kadın ve erkek arasında eşitlik olmadığında ne gelişme olur ne de sağlıklı bir toplum oluşur."