Göç, direniş ve umut: Serêkaniyêli Zebde’nin hikâyesi
Türk devletinin işgali sonrası evini terk etmek zorunda kalan ve zorluklara rağmen direnişi seçen Zebde Ehmed Oso, kamp hayatını ve özsavunmadaki mücadelesini anlatarak, “Topraklarımıza onurlumuzla döneceğiz” dedi.

RONÎDA HACI
Hesekê – Türk devleti ve ona bağlı çeteler, 9 Ekim 2019 tarihinde Serêkaniyê ve Girê Spî kentlerine ağır ve uluslararası yasaklı silahlarla saldırdı. Bu saldırılar sonucunda binlerce sivil yaralandı, çok sayıda insan yaşamını yitirdi; on binlercesi ise evlerini terk ederek göç etmek zorunda kaldı. Bugün Waşokanî ve Serêkaniyê kamplarında yaşam mücadelesi veren her kadının ardında acı dolu bir hikâye saklı. Zorluklara rağmen, bu kadınlar topraklarına onurlu bir şekilde dönebilmek için direnişi seçti.
Serêkaniyê’den göç etmek zorunda kalan 56 yaşındaki Zebde Ehmed Oso da bu kadınlardan biri. Zebde Ehmed Oso, işgal öncesi ve sonrası yaşadıklarını ajansımıza anlattı.
‘Erkek egemen anlayış nedeniyle değersiz görüldük’
Binlerce yıldır toplumda yerleşmiş olan algının gerçeği çarpıttığını belirten Zebde, “Biz evde dört kız kardeştik, erkek kardeşim ise ailemizde en geç doğandı. Toplumumuzdaki erkek egemen anlayış nedeniyle hep değersiz görüldük ve bu durum hayatımız üzerinde olumsuz etkiler bıraktı. Kendimizi zayıf hissediyorduk. Erkek kardeşim doğduktan sonra ise daha fazla özgüven kazandık; nereye gitsem, bir erkek kardeşim olduğunu güvenle söylüyordum. 10 yaşındayken bir gün iki amcam ve büyükannem ellerinde sopalarla gelip babama saldırdılar. O sırada 16 yaşındaki ablam ve ben elimize aldığımız sopalarla babamı korumaya çalıştık. Halkın da dediği gibi: ‘Aslan aslandır, ister kadın olsun ister erkek’” ifadelerinde bulundu.
‘Evimizi Türk devleti işgal etti’
Zebde, iki kız kardeşinin evlendiğini, kendisiyle diğer kız kardeşinin ise babası ve erkek kardeşiyle birlikte yaşamaya devam ettiğini belirterek, “Annemin ölümünden sonra, iki kız kardeş olarak babama ve erkek kardeşime destek olduk. Tarlada çalıştık, kendi çabamız ve emeğimizle beş odalı bir ev inşa ettik. Evin tüm ihtiyaçlarını karşıladık. Ardından erkek kardeşimizi de evlendirdik. Serêkaniyê’deki hayatımız gerçekten çok güzeldi. Tarlalarda çalışıyor, kimseye muhtaç olmamak için çabalıyor ve ekonomik olarak babamla kardeşime katkıda bulunuyorduk. Ancak bin bir emekle yaptığımız o evin her köşesi, yılların alın terini ve zorluğunu anlatıyordu. Şimdi ise o ev, Türk devleti ve ona bağlı silahlı gruplar tarafından işgal edilmiş durumda. Üstelik şimdi de o evi satmak istiyorlar” dedi.
Aynı zamanda devrimin bir savunucusu
Kuzey ve Doğu Suriye’de kadınlar öncülüğünde başlatılan Rojava Devrimi’nde kendisini de devrimin bir savunucusu olarak gördüğünü ifade eden Zebde, yaşadıklarını şu sözlerle aktardı:
“Devrim başladığında babam ve ağabeyime gittim. Onlara bunun bizim devrimimiz olduğunu ve benim de bu süreçte rol almam gerektiğini söyledim. O dönemde birkaç ay Serêkaniyê Meclisi’nde çalıştım, ardından Kongra Star Savunma Komitesi’ne katıldım. Savunma Komitesi’nde görev alırken, operasyonlar sırasında yaralıları tedavi ettim ve savaşçılara yemek pişirdim. 9 Ekim’de Türk işgali başladığında, sınır hattında bir protesto çadırı kurmuştuk. O sırada babamla konuştum ve ona, eğer saldırırlarsa kendilerini kurtarmaları gerektiğini, beni beklememeleri gerektiğini çünkü ben arkadaşlarımla kalıp onlara yardım edeceğimi söyledim. Saldırı başladığında gökyüzü savaş uçaklarının dumanıyla bembeyaz çizgilerle dolmuştu. Biz sınırdaydık ve bu şekilde şehir bombalanmaya başladı. Karakolda toplandık, çünkü askeri güçlere her türlü desteği sağlıyorduk; mahallelerin korunması, yemek hazırlanması ve benzeri konularda yardım ediyorduk.”
‘Evimi terk etmek zorunda kaldım’
Evine veda ettiği son anları anlatan Zebde, “İstasyon evimizden yaklaşık yarım saat uzaklıktaydı ama evimi görmek istiyordum. Gökyüzünde bir uçak bombalarken, kurşunlar ve top atışları arasında evimi son kez görmek için yürüdüm. Evin içine girip çakmağı yaktım; evi yakmak istedim ama yapamadım, çünkü büyük zorluklarla inşa ettiğim ev bedenimin bir parçasıydı. O anda top atışları çok yoğundu; vedalaşıp bahçemin kapısını kapattım ve yerime geri döndüm. Bombardıman daha da yoğunlaşınca şehri terk etmek zorunda kaldık. O sırada Til Temir'e gittim ve yaralılara yardım etmek, onları tedavi etmek için bir hastanede çalıştım” diye belirtti.
‘Babam özlemle hayatını kaybetti’
Yerinden edilmenin ilk yıllarının kendileri için çok zor ve meşakkatli geçtiğini, ancak hayatlarını yeniden kurmaya çalıştıklarını söyleyen Zebde, yaşadıkları zorlukları şu sözlerle aktardı:
“Şehir işgal edildikten sonra Waşokanî kampına geldik ve burada yerinden edilmenin zorluğu ile yardım eksikliğinin hikâyesi başladı. Bu kadar büyük sıkıntılarla karşılaşacağımızı hiç düşünmemiştik. Kamptaki ilk yılımızda pek çok güçlük yaşadık. Çadırlarımız kurulana kadar hasırların üzerinde kalıyorduk ve hava buz gibi soğuktu. Yağmur yağdığında çadırların altı ıslanıyor, biz ise hastalıklarla mücadele ediyorduk. Kampta açlık, soğuk ve giyecek sıkıntısı çekiyorduk ama yine de buradan ayrılmadım. Kamptaki ikinci yılımda babam vefat etti. Babamın kaybı beni derinden yaraladı çünkü o Serêkaniyê’ye dönme özlemiyle hayatını kaybetti. İnsan hakları nerede? Altı yıl geçti ama işgal ve bu sefaletimiz azalmadı, aksine daha da arttı. Kamptan ayrılmadım, sınır hattına gitmedim. Burada kaldım çünkü topraklarıma dönmek istiyorum ve döneceğim. Çünkü talep edilen hiçbir hak kaybolmaz.”
‘Direnişimizle başarıya ulaşacağız’
Kürt halkının güçlü bir iradeye sahip olduğunu vurgulayan Zebde, “Çöle yerleştirilsek bile orada yaşar, yeni bir hayat kurarız. Burada, kampta zorluklarla karşılaştık, ancak işimizi hallettik ve direnişimizle başarıya ulaşacağız. Serêkaniyê’ye dönüş özlemi her gün binlerce kez tazeleniyor” dedi.
Özgür bir yaşam için özsavunmanın önemine dikkat çeken Zebde, “Kadınların korunması oksijen, su ve ekmek kadar hayati öneme sahiptir. Nasıl ki her gün yaşayıp düşünüyor, kendimizi korumamız gerektiğini de bilmeliyiz. Eğer kendimizi korumazsak, bizi kim koruyacak? Özsavunma Komitesi’ndeki görevimi çok seviyorum. Hem Arap hem de Kürt halkını korumak için çalışıyorum. Her pazartesi gecesi kampı korumak için nöbet tutuyoruz. Ev eşyalarımızı korumazsak kırılır veya çalınır. Bu nedenle koruma, yaşam için vazgeçilmezdir” sözlerine yer verdi.
Kongra Star’a olan sevgisinden söz eden Zebde, hayatının sonuna kadar Kongra Star örgütünü koruyacağını belirterek, “Şu anda 56 yaşındayım ve 90 yaşına gelsem bile kendimi ve çevremdekileri, özellikle Kongra Star’ı korumaya devam edeceğim. Kongra Star, benim için aldığım nefes anlamına geliyor; çünkü kadınları adaletsizlikten kurtarmak için büyük bir emek harcıyorlar” diye kaydetti.
Zebde, sözlerinin sonunda Türk devletine şu mesajı verdi:
“Biz hiçbir şeye ortak değiliz. Evlerimizi ve topraklarımızı satmaya hakkınız yok; üzerimizde hiçbir hakkınız yok. Bu zulme artık yeter, evlerimize dönmek istiyoruz. Direneceğiz ve Serêkaniyê’ye döneceğiz; avlumun kapısını kendi elimle açacağım.”