Kadın Düşmanlığı Üzerine: Eksiklik algısına meydan okumak
Lübnanlı Aida El-Cevheri, gerçek hikâyelerden yola çıkarak kadınların kuşaktan kuşağa aktarılan değersizlik hissini yeni kitabı ‘Kadın Düşmanlığı Üzerine’yle irdeliyor; kurtuluşun kendini bilme ve toplumsal cinsiyet bilincinden geçtiğini savunuyor.

SUZAN EBU SAİD
Beyrut- Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin köklerini sorgulayan araştırmacı-yazar Aida El-Cevheri, yeni kitabı “Kadın Düşmanlığı Üzerine: Rudeyne ve Kız Kardeşlerinin Hikâyesi” ile kadınlara dayatılan “eksiklik” algısının izini çocukluk yıllarından yetişkinliğe uzanan bir çizgide sürüyor. Gerçek yaşam hikâyeleriyle desteklenen eser, kadının kendi bedeni ve benliğiyle barışmasının, toplumsal cinsiyet kalıplarını kırmanın ve öz farkındalık geliştirmenin özgürleşme yolundaki en güçlü adımlar olduğunu vurguluyor.
Aida El-Cevheri, tarihsel erkek egemen yapının, kadını çocukluktan itibaren aşağılayarak ve ehlileştirerek eksiklik duygusunu nasıl pekiştirdiğini inceliyor. Aida El-Cevheri, ele aldığı konuları şu sözlerle ifade ediyor: “Kadının kendini eksik görme duygusu, özgüven zayıflığına, olumsuz düşüncelere odaklanmaya ve başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önüne koymaya yol açıyor. Ayrıca tarih, ekonomi, eğitim ve inançlar gibi dış faktörler de kadının kişiliğinin şekilsizleştirilmesinde önemli bir rol oynuyor. Çözüm olarak ‘kurtuluş kapıları’nı öneriyorum. Kadının kendi bedeni ve benliğiyle barışması, toplumsal cinsiyet kalıplarını reddetmesi ve yaşamı ile toplumsal konumunun kontrolünü yeniden eline alması, önemli gelişmelerin önünü açacaktır.”
Anne ve babanın rolü
Yazar Aida, annenin çocuğun karakter gelişiminde önemli bir rol oynadığını ve bu anlamda çocuk için ilk ayna işlevi gördüğünü vurgulayarak şunları ifade etti: “Annenin kendi benliğine dair algısı, çocuğun kendilik algısını doğrudan etkiler. Anne kendisini değersiz görüyorsa, kız çocuğu da bu algıyı modelleyerek içselleştirir. Bu durum, kuşaklar boyunca süregelen toksik bir kalıbı besler. Baba rolünü ise ‘marjinal’ değil, aksine belirleyici olarak tanımlıyorum. Babasının kızını istememesi ya da doğumunu hayal kırıklığı olarak görmesi, anne üzerinde baskı yaratır; anne, baba ve ailesini memnun etmek için kız çocuğunun varlığını bile bir ‘rıza’ çerçevesine oturtur. Öte yandan, sevgi dolu ve kabul edici bir baba figürü, kız çocuğunun karşı cinsle sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için olumlu bir temel oluşturur. Bu nedenle dengeli aile ilişkilerinin, sağlıklı kişilik gelişiminin başlangıç noktası olduğu unutulmamalıdır.”
Rudevne: Tüm kadınların hikayesi
Kitabında hikâye anlatımı ile bilimsel araştırmayı birleştiren yazar, “Rudeyne” hikâyesinden yola çıktığını belirterek şunları söyledi: “Beni ‘eksiklik hastalığı’ sorununu irdelemeye iten, ‘Rudeyne’ hikâyesi oldu. Bu hikâye, kadın hakları konusunda daha duyarlı olmamı tetikledi. Benzer acılar yaşamış başka kadınları hatırlamama neden oldu. Örneğin, ‘Cenan’ adlı sınıf arkadaşım, aile içi baskıya maruz kalıyordu. Onun hikâyesini Rudeyne ile birleştirerek yeniden kurguladım.”
Aida El-Cevheri, eksiklik hissinin çocuklukta temellendiğini ve ilerleyen yaşlarda onarılmasının zor olduğunu belirtiyor. Kadının reddedilmesinin, erkeğin reddedilmesinden farklı olarak “varoluşsal” bir boyutu olduğunu ve bu nedenle eksiklik hissinin daha derin ve kalıcı olduğunu ifade ediyor. Tarihsel olarak kadını ikinci plana atan toplumsal cinsiyet rollerini de sert biçimde eleştiriyor.
“Çocuk hakları için yasal düzenlemeler olmalı”
Yazar, kız çocuklarındaki eksiklik hissi sorununu çözmenin önemine dikkat çekerek şunları söyledi: “Bu sorun, genellikle aile içi kötü muameleden kaynaklanıyor ve çoğu zaman annelerden annelere aktarılan geleneksel kalıplar ile kodlamalardan beslenerek günümüze kadar ulaşıyor. Arap toplumlarında çocukların durumu, aile dışındaki kurumlar tarafından izlenmiyor. Batı’da ise bu denetim yaygın olarak yapılıyor. Özellikle aile içi şiddetin yaygın ve cezasız kaldığı durumlarda, çocukların haklarını koruyacak yasal düzenlemeler ve kurumların varlığı büyük önem taşıyor. ‘Rudeyne’nin hikâyesi de bu duruma örnek olarak gösterilebilir.”
Eksiklik hissi taşıyan kadın nasıl tanınır?
Aida El-Cevheri, eksiklik duygusu yaşayan kadını şu şekilde tarif ediyor: “Kendini geri çeken, varlığının önemli olduğuna inanmayan, haklarından kolayca vazgeçen, başkalarını daima kendisinden daha değerli gören… Çocukken okulda soru sormaya çekinen, kendini savunamayan, sınıfta pasif kalan; yetişkin olduğunda iş hayatında da haklarını talep etmeyen bir kadın. Bu öyle bir düzey alır ki bir kadın için hayat boyu peşini bırakmayan bir lanet gibidir.”
‘Eğitim tek başına yetmez’
Yazar Aida El-Cevheri, baskının yarattığı eksiklik duygusunun kadınları üç farklı gruba ayırdığını belirtti. İlk grupta, eğitim, çalışma ve beceri kazanma yoluyla bu duyguyu aşabilen kadınlar yer alıyor. Aida El-Cevheri, “Bu kadınlar bile cinsiyet temelli ayrımcılıkla karşılaşabiliyor. Eğitim tek başına yetmez; mutlaka gerçek bir toplumsal cinsiyet bilinciyle desteklenmeli” şeklinde konuşuyor.
İkinci grupta, erkek egemen ideolojiyle özdeşleşip direnmemeyi seçen kadınlar bulunuyor. Bu kadınlar, kendi eksikliklerini doğal kabul ediyor ve başkalarına da aynı hissi aşılıyor. Üçüncü grup ise kurtuluşu metafizik inançlarda arayanlardan oluşuyor. Kimi mutluluğu ahirete ertelerken, kimi de falcılık ve kehanetle hayatına yön vermeye çalışıyor.
Yazar, kadının kendi bedeniyle barışmasının da zorunlu olduğunu vurgulayarak şöyle diyor: “Kadına dayatılan sürekli baskı, bedeni ona ait değilmiş gibi hissettiriyor; onu utanç ve günahla ilişkilendiriyor. Kendini ve bedenini kabullenmek, özgüveni yeniden inşa etmenin ön koşuludur.”