Aya’nın kitabı Gazze’de gidenleri ve kalanları anlatıyor

Gazze’de ailesinden 150 kişiyi kaybeden yazar Aya Ebu Nasr, hayatta kalışını ve yüzlerce Filistinli kadının acılarını “Gazze’de Ölenler Hayatta Kaldı, Hayatta Kalanlar Öldü” adlı kitabında kayıt altına aldı.

RAFIF ESLEEM

Gazze- İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarında özellikle sivillerin yaşadığı yoğun nüfuslu bölgeler ağır bombardıman altında kaldı. Yerleşim alanları, hastaneler, okullar ve mülteci kampları defalarca hedef alınırken, binlerce kadın ve çocuk yaşamını yitirdi, hayatta kalanlar ise zorunlu göç, açlık, susuzluk ve tıbbi yetersizliklerle yaşama tutunmaya çalıştı. Gazze’nin kuzeyinde özellikle Beyt Lahiya ve Cibaliya bölgeleri büyük ölçüde yıkıma uğradı, aileler bir gecede yok oldu, birçok kişi hala enkaz altında kayıp durumda.

150 yakınını kaybetti

İşte böyle bir yıkımın ortasında, Gazzeli yazar Aya Ebu Nasr da ölümle yaşam arasında ince bir çizgide kaldı. İsrail uçaklarının Beyt Lahiya’daki ailesine ait beş katlı evi hedef alması sonucu 150 aile üyesi hayatını kaybetti, kendisi ise büyük bir mucizeyle kurtuldu. Bu felaketin ardından, yaşadıklarını unutulmaması için kayıt altına alma konusunda karar veren Aya Ebu Nasr, “Gazze’de Ölenler Hayatta Kaldı, Hayatta Kalanlar Öldü” başlıklı kitabında hem kendi hikayesini hem de soykırım sürecinde kadınların yaşadığı acıları, kayıpları ve direnişi tüm gerçekliğiyle aktardı.

Acılar onu yazmaya yönlendirdi

Yazar Aya Ebu Nasr, yazma yeteneğinin ilk kez ergenlik döneminde, babasının vefatıyla yaşadığı büyük kaybın ardından ortaya çıktığını söyledi. O dönemde içindeki acıyı ifade edebilmek için kelimelere sığındığını, daha sonra yazma kurslarına katılarak ve onlarca kitap okuyarak bu yeteneğini geliştirmeye çalıştığını dile getiren Aya Ebu Nasr, bugün ortaya çıkan kitabının da bu uzun yolculuğun bir sonucu olduğunu kaydetti. Aya Ebu Nasr, “Ailenizin 150 üyesini, erkek kardeşinizi, kız kardeşinizi, amcanızı, teyzenizi ve küçük çocuklarını aynı anda kaybetmek kolay değil. Belki bugün bile bu gerçeği tamamen kabul edemiyorum” diyerek yaşadığı yıkımın hala tarifsiz olduğunu vurguladı.

‘Yaşamak ağır bir yük oldu’

Aya Ebu Nasr, ölümden kurtuluşunu anlatırken bunun neredeyse tamamen bir tesadüf sonucu gerçekleştiğini söyleyerek, “İsrail hava saldırıları evimize isabet etmeden yalnızca birkaç saat önce ablamın ölüm haberini aldık. Annemle birlikte hemen ablama gidip başsağlığı dilemek istedik, yanlarında olmamız gerektiğini hissettik. O sırada evde kalan diğer aile üyeleri savaş boyunca her gün yaptıkları gibi günlük işlerine hazırlanıyordu. Ama füze onlardan daha hızlıydı, hiç kimsenin bekleyemeyeceği kadar hızlı geldi ve hepsini bir anda aldı. Geriye annem, kız kardeşim ve ben kaldım. Bütün ailemizi kaybetmenin ağırlığıyla yaşamak zorunda kaldık. Hayatta kalmak bile başlı başına ağır bir yük oldu” ifadelerini kullandı.

Kadınların yaşadıklarına odaklandı

Yaşadığı acıların kendi günlüğünü yazmaya ittiğini belirten Aya Ebu Nasr, “Sonra yerinden edilen, öldürülme tehdidi altında yaşayan, her taraftan ölüm ve top mermisi sesleri arasında hayatta kalmaya çalışan onlarca kadının günlüklerini yazmaya başladım, çünkü bu bitmek bilmeyen soykırım gecelerinin yükünü biraz olsun hafifletmek istedim. Belki dünya onlara yapılan haksızlığın ve zulmün boyutunu anlar diye düşündüm. ‘Yazılmayan hikayeler unutulur’ diyordum kendime, bu yüzden yaşadığım ve duyduğum her şeyi koruyan bir araç olmaya karar verdim” şeklinde konuştu.

Kadınların ve kız çocukların hikayelerini aktarırken röportajlara ve sözlü anlatımlara güvendiğini belirten Aya Ebu Nasr, “Onlarla oturup hikayelerini dinliyordum, sonra söylediklerini yazıya döküp tarih, saat ve yer bilgileriyle belgeledim. Böylece hikayelerin güvenilirliğini sağlamaya çalıştım” dedi. Soykırım sırasında bir Filistin düğününü belgelemeyi planladığı günü anlatan Aya Ebu Nasr, “Düğünü olacak genç kadın beni arayıp randevuyu iptal etti. O günü unutamıyorum. Çünkü eşi İsrail’in saldırılarında katledilmişti. Artık yazılacak bir tören ya da bir kutlama kalmamıştı” sözlerine dikkat çekti.

‘Kadınların anlatımlarını kayıt etmek benim için çok önemli’

Aya Ebu Nasr, yaşananların büyüklüğünü anlatırken şunları söyledi:

“Her Filistinli kadının kendine özgü bir hikayesi ve tek başına taşıdığı bir acısı var. Kayıplarımız sadece sevdiklerimizi yitirmekle sınırlı değil, yıllarımızı verip inşa ettiğimiz evlerimizin bir anda yıkılışını, kendi ellerimizle diktiğimiz ve her yıl meyvelerini yemeye alıştığımız ağaçların yok oluşunu, hatta ilk meyvesini toplamayı beklediğimiz fidanların bile paramparça edilişini izledik. Bu yüzden, insanca bir hayat için var gücüyle mücadele etmiş bir kadının anlayabileceği tüm bu ayrıntıları ve daha fazlasını hikayelerime dahil etmek benim için çok önemliydi.”

Her bölgede bir cenaze

Aya Ebu Nasr, tek bir kitabın yüzlerce Filistinli kadının hikayesini taşımaya yetmeyeceğini vurgulayarak, “Dinlediğim hiçbir hikaye tam olarak anlatılamıyor, çünkü yaşanan suçların dehşeti ve vahşeti kelimelerin sınırlarını aşıyor” dedi. Karşılaştığı en sarsıcı anlardan birini de aktaran Aya Ebu Nasr, “Bir keresinde, erkek kardeşi için ölüm belgesi almaya çalışan bir kadınla tanıştım. Anlattıklarında bazı tutarsızlıklar olduğunu düşündüm ve ayrıntıları sorduğumda, ‘Her şehirde bir oğlumu kaybettim. Cenazelerden biri Cebeliye’de, biri Beyt Lahiya’da, üçüncüsü Gazze’de. Eşimin cenazesi ise güneyde. Şimdi hepsinin ölümünü kanıtlamaya ve dört ayrı ölüm belgesi almaya çalışıyorum’ sözleriyle yaşadıklarını anlattı” dedi.

‘Açlıktan ölürken kim kalem taşır?’

Aya Ebu Nasr, sözlerinin sonunda ise kitabının yayımlanma sürecinde yaşadığı zorlukları şöyle anlattı:

“Soykırım sırasında yanımda ne kalem vardı ne de kağıt. Zaten açlıktan ölürken kim kalem taşır ya da entelektüel bir şeyle meşgul olabilirdi ki… Akıllı telefonuma yazıyordum ama çoğu zaman yazıyı bitiremeden şarjım tükeniyordu. Telefonu sadece güneş enerjisiyle şarj edebildiğimiz için, gün batmadan önce bir daha şansım olmuyordu. Bu yüzden ertesi güne kadar aynı cümleyi, aynı fikri kafamda tekrarlaya tekrarlaya tutmak zorunda kalıyordum. Bazen kitapların kenarlarına, bazen yardım kutularına yazdım. Yazmak aralıklıydı, çok zordu. Günler sürüyordu, bazen bir ay. Yayınevi beni bir arkadaşımın aracılığıyla buldu. Özellikle ateşkes haberiyle aynı anda yayımlanması beni iki kez sevindirdi. Bu, yaşadıklarımızın kaybolmasına izin vermemem gerektiğini hatırlattı. Hala yazacak çok şeyim var ve yeni bir bölüm üretme azmim hiç azalmadı.”