Tanrıça İştar’ın izinde kadınların ekolojik direnişi

Sarpol Zehab’ta bir grup kadın, doğanın korunması için harekete geçti. İlhamlarını, binlerce yıl önce aynı topraklarda bereket ve doğuşun simgesi olan tanrıça İştar’dan alan kadınlar amaçlarını hem doğayı hem de kadını özgürleştirmek olarak açıklıyorlar.

NESÎM AHMEDÎ

Kirmanşah- Sarpol Zehab, sadece kadim tarihin değil, bugünün de sessiz ama kararlı direnişine ev sahipliği yapıyor. 4500 yıl önce dağlara işlenen İştar kabartmalarıyla kadın-doğa bağının sembolü olan bu topraklarda, şimdi bir grup kadın, aynı ismi taşıyan çevreci bir oluşumla doğayı koruma mücadelesi veriyor. “İştar Grubu”nu kuran bu kadınlar, doğaya sahip çıkmanın kadın özgürlüğüyle doğrudan ilişkili olduğunu vurgularken; tarihin, kültürün ve doğanın iç içe geçtiği bu mücadeleyle ataerkil zihniyete karşı güçlü bir duruş sergiliyorlar.

İştar ve kadının doğayla bağı

Tarihte İştar, doğurganlık ve yeniden doğuşun tanrıçası olarak bilinir. Eski dönemlerde bahar festivalleri onun onuruna düzenlenirdi. Bahar, doğanın canlanışı ve döngüsel bir yenilenmeyi simgeler. Bu nedenle İştar, sadece doğurganlık değil aynı zamanda doğanın korunmasının da sembolüdür. Kadının yaratma gücüyle doğaya olan yakınlığı, onları doğaya karşı daha duyarlı ve bağlı hale getirir. Kadın ve doğa arasındaki bu bağ hem tarihi hem de simgesel olarak güçlüdür.

Doğada bir tabunun yıkılışı

Grubun üyelerinden Mahbube, bu girişimi şöyle açıklıyor:
“Kadınlar doğayla çok derin bir bağ kurabiliyor. Tarihe baktığımızda doğa ve üretimle ilgili çoğu tanrıçanın kadın olduğunu görüyoruz. Ama bugün bize yalnızca tarlalarda çalışmak ya da hayvanları otlatmak gibi görevler veriliyor. Doğayı koruma konusunda söz hakkı verilmek istenmiyor. Biz bu tabuyu yıkmak istedik. Sarpol Zehab gibi küçük bir şehirde bu tür bir girişimde bulunmak, kadınların da doğa için karar alabileceğini göstermek açısından önemli bir adım.”

Sessiz savunucular

Mahbube kadınların uzun süredir ataerkil sistemin baskısıyla mücadele ettiğini ifade ederek, devamında şunları söylüyor: “Ancak bu mücadele sadece kendileri için değil, doğa için de devam ediyor. Kapitalist düzenin doğayı bir kaynak olarak görüp sömürmesine karşı kadınlar, çoğunlukla doğanın yanında yer aldı. Tarih boyunca doğayı tahrip edenlerin çoğu erkekler olurken, onu korumaya çalışanların büyük kısmı kadınlardan oluştu.”

Çipko’dan Sarpol Zehab’a

1970’lerde Hindistan’da ortaya çıkan Çipko Hareketi’ni örnek gösteren Mahbube, “Kadınlar, ağaç kesimini engellemek için ağaçlara sarılarak direniş gösterdiler ve başarılı oldular. Biz de başlarda köylerde temizlik yaparken insanlar bize belediyeden ya da devletten para alıp almadığımızı soruyordu. Kendi kararıyla, kendi isteğiyle doğa için çalışan kadın fikri birçok kişi için hâlâ yabancı. Ancak zamanla kadınlara çöpün hastalık yayabileceğini, hayvanlarına da zarar verdiğini anlattık. Sonra onlar da bize katıldılar, hatta kendi çabalarıyla çöpleri toplayıp doğayı korumaya başladılar” şeklinde konuşuyor.

‘Kadın ve doğa uzun yıllardır sömürülüyor’

Grubun bir diğer üyesi ise şöyle diyor:
“Doğadaki her şey insanda da var. Bitkilerin damar yapısı bizim damarlarımıza, bronşlarımız ise ağaçların dallarına benziyor. Bu benzerlikler doğayla ne kadar iç içe olduğumuzu gösteriyor. Ancak doğa da kadın gibi uzun yıllardır sömürülüyor. Eğer biz kadınlar doğayı korursak hem doğayı hem de kendimizi bu tahakkümden kurtarabiliriz.”