Çevre uzmanı: Gazze’deki yıkımın iyileştirilmesi 10-15 yıl sürebilir!
Saldırıların Gazze’nin çevresini derinden tahrip ettiğini belirten Çevre Uzmanı Suha Abu Shaaban, kadınlar ve çocukların en çok etkilenenler olduğunu söyleyerek, bölgenin çevresel altyapısının iyileştirilmesinin 10–15 yıl süreceğini ifade etti.
RAFIF ESLEEM
Gazze- İki yıl önce Gazze Şeridi’ni hedef alan İsrail saldırıları, şehirde sadece altyapıyı ve binaları değil, yaşamın temelini oluşturan çevreyi de derinden tahrip etti. Kuşatma altındaki Gazze’de su, hava ve toprak ciddi şekilde kirlenirken, özellikle kadınlar ve çocuklar bu yıkımın en ağır yükünü taşıyor. Çevre uzmanı Suha Abu Shaaban, saldırıların yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda yavaş ve sessiz bir çevresel soykırıma dönüştüğünü belirterek, kadınların bu sürecin hem en çok zarar göreni hem de korunmasının ilk savunucusu olduğunu vurguladı.
‘Çevresel yıkım yavaş ölüm anlamına geliyor’
İsrail saldırılarının iki yıl sürdüğünü belirten Suha Abu Shaaban, saldırılar nedeniyle insanların katledildiğini ve kentteki binaların, altyapılar ile hizmet alanlarının büyük ölçüde yıkıldığını ifade ederek, “Ancak kimse, suyu, havayı ve toprağı etkileyen ve Gazze Şeridi sakinlerinin, özellikle çocuklar ve kadınların hayatlarıyla doğrudan bağlantılı olan çevresel yıkımdan bahsetmiyor. Çevresel yıkım, insanlık için yavaş bir ölüm anlamına geliyor. Geniş bir kirlilik bölgesinde nasıl yaşanabilir ki? İsrail saldırının başlangıcında altyapıyı yok etmekle tehdit etti, ancak Gazze sakinleri bu tehditleri ciddiye almadı. Çünkü hiç kimse felaketin boyutunu ve şehri şu anda etkileyen sonuçlarını tahmin edemedi” dedi.
‘Yaşam imkansız kılınıyor’
Uluslararası çevre hukukuna göre çevresel yıkımın üç kriteri olduğunu belirten Suha Abu Shaaban, “Birincisi, çeşitli çevre sektörlerinin yaygın ve kapsamlı bir şekilde yok edilmesi, ikincisi, yıkımın son derece uzun bir süre boyunca etkili olması, üçüncüsü, toparlanma sürecinin onlarca yıl sürebilecek kadar uzun olması ve bu durumun söz konusu coğrafyada yaşamı tamamen imkansız kılması” ifadelerinde bulundu. Yapılan araştırmaların soykırıma maruz kalan halkların çevre bilinci ve koruma konusunda genellikle duyarsız ve ilgisiz olduğunu gösterdiğini aktaran Suha Abu Shaaban, “Soykırımın yarattığı ağır baskı altında hayatta kalanlar, yiyecek, su bulma kaygısıyla yapıyor. Bu durum, katı atık dağları arasında, ağır metallerle kirlenmiş ve tarıma elverişsiz topraklarda yaşamak ya da kirli su içmek anlamına gelse bile geçerli oluyor. Çadırların yanındaki lağım çukurları ve açık kanalizasyon sistemleri bunun en somut kanıtı” diye belirtti.
‘Gazze harap bir durumda’
Suha Abu Shaaban, sözlerine şöyle devam etti:
“İnsanlık var olduğundan beri, yaşamını sürdürebilmek için barınak, temiz su, temiz hava ve sağlıklı toprak sağlayan uygun bir çevre aramıştır. Bugün Gazze Şeridi, molozlarla dolu ve harap bir durumda. Kirleticiler yeraltı suyuna ulaştığında ve bu suyun yaklaşık yüzde 90’ı kullanılamaz hale geldiğinde, özellikle bu sorun göz ardı edilirse, şehirde yaşamak neredeyse imkansız hale geliyor. Uluslararası bilim insanları ve uzmanlara göre, Gazze Şeridi’nin çevresel altyapısını yeniden inşa etmek ve iyileştirmek için yaklaşık 10–15 yıl gerekiyor. Saldırılardan önce çevre durumu ideal olmasa da gelişigüzel atık yığınlarının aksine belirlenmiş depolama alanları vardı. Ayrıca, salgın riskini artırmasını engelleyen sanitasyon hizmetleri ve arıtma tesisleri de mevcuttu.”
‘Özellikle kadınlar etkileniyor’
Kurumların halkın yaşadığı sorunlara çözüm bulmak için çaba gösterdiğini dile getiren Suha Abu Shaaban, “Ancak küçük tuz arıtma tesislerini çalıştıracak enerji kaynaklarının eksikliği ve ana atık su arıtma tesislerinin kapalı olması nedeniyle neredeyse hiç ilerleme sağlanamadı. Bu durum, arıtılmamış kanalizasyonun denize boşalmasına ve biyoçeşitliliğin yok olmasına yol açıyor. Gerçek bir yeniden yapılanma için, insanların birlikte yaşadığı alanlarda çevresel tahribatın tamamen farkında olunması ve mümkün olduğunca temizlik ve düzenin korunması gerekiyor” uyarılarında bulundu.
Tüm bu etkilerin özellikle kadınların yaşamına yansıdığına dikkat çeken Suha Abu Shaaban, “Evlerini kaybeden kadınlar, özel tuvaletleri olmayan göç merkezlerinde yaşıyor. Ardından kişisel hijyen ürünlerine ulaşmalarını zorlaştıran kötü ekonomik koşullar geliyor. Tüm bu etkenler sağlıklarını olumsuz etkiliyor ve özellikle regl dönemlerinde, özel bakıma ihtiyaç duymaları ve bunu ifade etmekten utanmaları nedeniyle birçok hastalığa yakalanmalarına yol açıyor. Kadınlar, karşılaştıkları tüm sorunlarla başa çıkan ve ailelerini her türlü tehlikeye karşı koruyan ilk savunma hattı konumundadır. Bu yüzden bedenleri giderek zayıflıyor ve tedavisi olmayan sürekli bir hastalık döngüsüne daha açık hale geliyor” şeklinde konuştu.
‘Kadınlar yaratıcı fikirler sunuyor’
Suha Abu Shaaban, kadınların çevresel kalkınmada vazgeçilmez ortaklar olduğunu vurgulayarak, “Kadınlar, çevresel konularda farkındalıkları ve sağlam uygulamalarıyla donanmış olarak tarım ve çevre alanlarında çalışıyor ve ailelerinin hayatta kalmasını sağlamak için yaratıcı fikirler ve çözümler sunuyor. Bu nedenle çevreyi adeta kendi parçası gibi ele alıyor, değerini ve toplum sağlığını korumanın önemini kabul ederek onu savunuyorlar” dedi.