Erkek ‘namusunun’ ağır yükünü taşıyan kadınların hikayesi: Sarveh, Sahra…
İran’da kadınların 2’nci sınıf görüldüğü dünyada şiddet kadınların günlük yaşamının olağan bir parçası. Yıllarca süren şiddete sessizliğiyle katlanan Sarveh, kadın olmanın yükünü taşırken kızını da ölüme götüren şiddet sarmalını anlatıyor.
Haber Merkezi- İran’da Sarveh'in hikayesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en acımasız yüzünü gözler önüne sererken kadınların toplum içindeki konumu, evlilik içindeki rolleri, şiddete maruz kalmaları ve toplumsal baskılar altında ezilmelerini açık bir şekilde gösteriyor.
Aslında Sarveh’i anlamak kolay değil. Onu biraz olsun anlamak için bir an onun yerinde yaşamak, onun elbiselerini giymek, yaralı bedenini ödünç almak, yıllardır katlandığı aşağılanmaları, zulümleri hissetmek gerekiyor. Hayatı Sarveh’in zihninde yaşama dair en kötü anları barındırıyor. Sarveh kendi kişisel hikayesinin tüm kadınlara iletilmesini istiyor.
‘Çekiçle vurulması gereken taş gibiydim’
Genç yaşta kendi seçimiyle evlenen Sarveh, evliliğinin ilk gününden itibaren ailesiyle görüşmesinin yasaklandığını söylüyor ve devam ediyor: “Çok erken anne oldum ve bunun geri dönüşü yoktu. Ailemden hiçbir destek görmedim, ayrılma imkânım da yoktu. Dayakları çok vahşiydi; her gün, sanki beni yıkıp yeniden inşa edecekmiş gibi bana vuruyordu. Bu bedenin etten ve kandan oluşması önemli değildi. Onun için ben her gün çekiçle vurulması gereken bir taş gibiydim.”
Ağır şiddetin, kızlarının birbiri ardına doğmasına kadar devam ettiğini belirten Sarveh, evli olduğu erkeğin bir erkek çocuk istediğini kız çocuklarının insan olarak görülmediğini anlatıyor. Sarveh, “Toplumdan uzaklaştırılmıştım. Dış dünyayla hiçbir bağlantım yoktu. Hamile kalmamı engelleyecek hiçbir şey yapmama izin verilmiyordu. Sanki kaderime razı olmuş bir köleydim. Bana ve kızlarıma destek yoktu ve bizi savunacak bir yasa yoktu" diyor.
Konuşmayı unuttu
Sarveh yaşadıklarını anlatırken bir an duraklıyor ve bakışları bir noktaya sabitleniyor. Bu noktada kızlarını düşündüğünü biliyoruz. Sarveh, şunları söylüyor: “Kızlarım da aynı dayaklarla büyüdü. Ama onlar benim gibi değillerdi; ruhları isyankârdı. Bize reva görülen hapishaneden kaçmak istiyorlardı. En büyük kızım Sahra, on üç yaşındayken asi bir çocuktu. Hayatının diğer yaşıtlarıyla aynı olmadığından hep yakınırdı. Bakışlarını okuyabiliyordum; kaçmanın bir yolunu arıyordu. Ama korkuyordum... Onun da benim gibi bir kaderi yaşamasından korkuyordum. Ve sonunda korktuğum başıma geldi. Sahra’yı, ondan üç kat daha yaşlı bir adam için istediler. Sahra’ya seçme hakkı vermediler. Çocuk gelin oldu. Evlendirildiği erkek, onu bizden uzaklaştırdı. Ondan haber alamadım; görüşmemize izin verilmiyordu. Sanki onu bizden alıp sonsuza dek unutmamızı istiyorlardı. Ondan uzak kalmaktan bitkin düşmüştüm, nefes alamıyordum. Şaşırabilirsiniz ama artık konuşmayı unutmuştum. Kendimi savunmanın bir anlamı yoktu.”
Kızlarının evlendirilmelerini izledi
Sarveh, sonradan bir kız torunu olduğunu öğrendi. Kızının nerede olursa olsun burada yaşadıklarından daha iyi bir halde olduğuna inanmak istedi. Belki de bu yüzden onu daha az düşünmeye, diğer kızlarının kaderini daha çok düşünmeye yöneldi. Sarveh anlatmaya devam ediyor: Tekrar hamile kalmıştım. Altıncı kızım doğdu. Bu karanlık dünyaya gelmek için ne kadar istekli olduklarına şaşırdım! Onları asla kucaklamayan bir hayat. Ben onların gelmesini engelleyemedim ama onlar neden gelmekten kaçınmadılar? Kendimi dünyanın en aşağılık yaratığı gibi hissettim. Ben, bu acımasız dünyaya birçok kız çocuğu getirdim; onların mutlu olmayacaklarından emin olduğum bir dünya. Kurtuluşları için ne ortam vardı ne de imkân. Sahra gittikten sonra sıra diğer kızlarıma geldi, birer birer. Biraz daha büyüyüp on yaşına gelince, evlendiğim erkeğin kardeşlerinin tavsiyesi üzerine evlenmeleri gerekiyordu. Onlara göre, evlenmezlerse 'rezil olabileceklerini' söylediler. Ama ne büyük rezalet! Onların da kızları vardı ve kızları çok iyi durumdaydı. Okudular ve ileriki yaşlarda kendi istekleriyle evlendiler. Kızlarımın hayatına bu gereksiz müdahaleyi anlayamıyordum. Sanki hepsi kendilerini kaderimizin hükümdarı sanıyor ve bizi de şahsi malları olarak görüyorlardı. Sara, Darya, Donya... Kızlarım da peş peşe evlendiler. Ben onları sadece uzaktan izledim. Onların gelip beni görmeye ve benim de onları görmeye hakkım yoktu. Bu hak bizden alınmıştı.”
‘Kızım nefes almayı başarmıştı’
Büyük kızı Sahra'nın evli olduğu erkeğin kızını ihanetle suçladığını belirten Sarveh, kızını kurtarmak için bir şey yapamadığını babasının ise sadece ‘itibarını’ düşündüğünü ifade etti. Bir süre sonra kızının boşandığını dile getiren Sarveh, “Sahra, evimize geri döndü. Güzel anılarını yaşama fırsatı bulamadığı evine. Ev bir kargaşaya sürüklenmişti, her köşeden bu rezaletin fısıltıları duyuluyordu. Ama Sahra hâlâ hayattaydı; nefes almayı başarmıştı ve ben de onun hayatta kalmasını sağlayan katillerine teşekkür etmek zorundaydım. Çok geçmeden, tekrar Sahra'yı evlendirdiler. Bu kez gözlerinde bir umut vardı. Belki bu yeni hayat, eski yaralara merhem olur diye düşündüm. Damat, kayınvalidemle aynı köyden, onların akrabalarından bir erkekti. İlk birkaç gün her şey sakin görünüyordu, ancak yazılı olmayan kurallar hâlâ geçerliydi ve Sahra, adım adım yasakların içine çekiliyordu. Ben de uzaktan, akrabalarım aracılığıyla onun durumunu sorardım. Bana gelen işaretler, onun iyi olduğu yönündeydi. Bununla biraz daha rahat nefes alıyordum” diye konuşuyor.
İmkansız bir hayal
Sahra’nın bir süre sonra bir kız ve bir de erkek çocuğu olduğunu söyleyen Sarveh, kızının sürekli şiddete maruz kaldığını çok geç öğrendiğini aktarıyor. Sarveh, “Kızlarım şiddet dolu bir dünyaya doğdular. Onlar huzuru, adaleti ve barışı hiçbir zaman tatmadılar. Kadın olarak sömürülmenin kıyısını dolaşa dolaşa zamanı geçip gitmeyi küfür sayarım. Bu hayat onlar için artık normalleşmişti. Sadece benim yaşadıklarımı kızlarımın yaşamasını istemezdim. Yaşamdan bize düşen pay o kadar azdı ki, bundan fazlasını beklemek, ulaşılması imkânsız bir hayal gibi görünüyordu” diyor.
Sahra’yı katlettiler
Yıllar sonra kızı Sahra’nın yaşadığı zulme dayanamayarak kaçtığını ve sığınma evine yerleştiğini belirten Sarveh, “Geri dönmesi için defalarca baskı uyguladılar ama o, kararlı bir şekilde ‘hayır’ dedi. Sahra bu hayatta ona düşecek payın peşinden gitmek istedi ama bunun için nasıl savaşacağını hiç öğrenemedi. Öğrenmesine fırsat verilmedi. Ona tek verilen evlilik ve çocuk sahibi olmaktı ve ben bunu bir utanç olarak sonsuza dek omuzlarımda taşıyacağım” şeklinde konuşuyor. Kızının bir süre sonra biriyle tanıştığını ve ilk kez gözlerinde umudu gördüğünü belirten Sarveh, bunun da kızının yaşamında çok kısa sürdüğünü anlatıyor: “Sahra'nın hayatı hep umutla korku arasındaki ince çizgide geçti. Ve ben kızımın kaderini asla değiştiremeyecek tek sessiz gözlemciydim. Sahra'nın o adamla arasında ne yaşandığını bilmiyorum. Ama tehlikenin hayatının üzerine gölge gibi gezdiğini biliyordum. Eski evli olduğu erkek her an onun canına kıyabilirdi. Kaynanamın evinin avlusunda toplanmış adamların, kızımın kaderi hakkında karar verdiklerini duyabiliyordum... Ölüm kokan bir karardı bu. Sahra'ya kendini kurtarmasını söyleyemedim. Adresini bulmuşlardı ve her iki taraftan da aranıyordu. Sonunda korktuğum gün geldi. Kabuslarımın gerçeğe dönüştüğü gün. Sahra'yı bahçesinde katlettiler... Yaşamından ebediyen mahrum bıraktılar. Peki ya ben? Hala hiçbir şey yapamadım. O günden bu yana iki yıl geçti ve tetiği kimin çektiğini hâlâ tam olarak bilmiyorum. Ama biliyorum ki, erkekler Sahra'yı öldürdüler. Kendilerini onun hayatının sahibi sanan adamlar. Sahra'yı defalarca zincire vuran ve en sonunda canına kıyan erkekler.”
‘Kadınların kadınca yaşayacağı bir dünya olmalı’
Sarveh, “Ben erkeklerin kadını yok sayan adaletine inanmıyorum” derken son olarak şunları dile getiriyor: “Bu topraklarda benim ve kızlarımın gözünde adaletin hiçbir anlamı yok. Kadınların kadınca yaşayacağı bir dünya olmalı.”
Sarveh ve kızı Sahra’nın hikayesinde erkeklerin hükmünü sürdüğü dünyanın yaşanmazlığı ve kadınlar için ölümün kolaylığı ya ne kadar zor olduğu anlatılıyor. Bugün erkek aklıyla yürütülen sistemlerin kadınlara reva gördüğü ‘namus’ olgusu binlerce kadının hayatını aldı.