‘Zerîlerin direnişi’ binlerce kayıp hikayenin çığlığı…

Gazeteci Rojbin Deniz, kaleme aldığı “Zerîlerin direnişi -Güneş kavminin kadın hikayeleri” kitabında yer alan her hikayenin kendisinde etki bıraktığını söylerken, Êzidî kadınların anlatımları ise 74’üncü fermanın karanlığına ışık tutuyor.

BÊRÎTAN ZINAR

Haber Merkezi- “...Halepte DAİŞ’li bir Türk bizi satın almıştı, gece gündüz bizi köle gibi çalıştırıyordu. Birgün bize pirinç pilavı verdiler. Uzun bir süreden sonra ilk defa yemek yiyecektik. Hep bize kuru ekmek ya da küflenmiş ekmek veriyorlardı. İşte o gün bize pirinç pilavı verdiler. Önümüze koyduk. Oğlum pilava baktı baktı ve sonra kafasını kaldırıp bana baktı, ‘Anne gel bu dünyadan ayrılalım. Sen önce beni ve kardeşimi öldür sonra kendini öldür, bu cehennemden kurtulalım. Eğer yapamazsan ben yapayım, seni ve kardeşimi öldüreyim, sonra kendimi öldürürüm’ dedi. Oğlum bunu söylediğinde daha 5 yaşında küçük bir çocuktu. Ama yaşadıkları ona bunu söyletecek kadar ağırdı. Oğluma sıkıca sarıldım. Buradan kaçacağız. Onlara inat yaşayacağız. İki çocuğuma sımsıkı sarıldım. Birlikte Tawis-i Melek’e dua ettik, ‘gel bizi kurtar’ dedik. Onlara kıyamadım. Yoksa ben de defalarca oğlumun söylediğini düşündüm. Gözümün önünde, onlarca Êzidi kadın kendini öldürdü. Birçoğuna tanık oldum. Ama ben hepsine inat yaşayacak ve DAİŞ’in elinden kurtulacak, Êzdalığı yaşatarak intikamımı alacaktım...”

Bu satırlar IŞİD tarafından 3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal’e düzenlenen soykırım saldırısında oğlu ve kızı ile IŞİD tarafından kaçırılan 22 yaşındaki Sitî’nin hikayesinden bir bölüm. Gazeteci ve yazar Rojbin Deniz'in kaleme aldığı “Zerîlerin direnişi -Güneş kavminin kadın hikayeleri” adlı 310 sayfalık kitapta Sitî gibi IŞİD tarafından kaçırılan ve daha sonra kurtarılan onlarca kadının hikayesi yer alıyor.

Newaya Jin Gazetesi tarafından yayına hazırlanan, önsözünün Jineolojî Akademisi tarafından yazıldığı kitap, Meyman Yayınları tarafından basıldı. Kitapta, Êzdalık inancı, kültürü, Êzidî kimliği ve son fermana dair önemli bilgiler yer alıyor. Ayrıca Êzidî kadınlar yaşadıklarını anlatarak, 74’üncü fermanın yarattığı karanlığı da yırtıyor.

Êzidî kadınlara atfettiği kitabına dair sorularımızı yanıtlayan Gazeteci ve yazar Rojbin Deniz, kitabı yazma amacını, kadınların hikayelerini ve tanıklığını anlattı. Hikayelerin kitaplaşmasında Federe Kürdistan Bölgesi Silêmanî kentinde 4 Ekim 2022 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucu katledilen Jineoloji Araştırma Merkezi üyesi ve Jineoloji Dergisi Editörü Akademisyen Nagihan Akarsel’in emeğinin ve desteğinin büyük olduğunu söyleyen Rojbin Deniz, kitabın her aşamasının kadın emeği ile oluştuğunun altını çizdi.

‘Haberler dosyalar hazırladım fakat yaşananları dile getirmek için yetmedi’

*‘Zerîlerin direnişi-Güneş kavminin kadın hikayeleri’ adlı kitabınız yayınlandı. Biz de kitabınıza ilişkin sizinle bir röportaj yapmak istedik. Kitabınızda 3 Ağustos 2014 yılında IŞİD çeteleri tarafından esir alınan ve daha sonra YPG-YPJ savaşçıları tarafından özgürleştirilen kadınların hikayeleri yer alıyor. Aslında her bir hikaye belki de bilinmeyen binlerce hikayenin çığlığını ifade ediyor. Öncelikle kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz, Şengal’de gazeteci olarak bir süre bulundunuz size kitap yazdıran neydi?

74’üncü Ferman yaşandığında, DAİŞ Kürdistan’ın birçok yerine saldırdığında Kobanê’de, Mexmûr’da ve en ağır olarak da Şengal’de gelişen durumları gazeteci olarak takip ediyorduk. Alandan çok ağır haberler geliyordu.  DAİŞ’in eline düşen kadınlar, dağlarda kalan kadınlar, büyük acı çeken kadınların yaşadıkları dile geliyordu. Bir gazeteci olarak ben de Şengal’e gitmek istemiştim. Yaşanan ferman nasıl bir iz bıraktı ardından, yaşanan acılar neydi ve ardından gelişen umut nasıl oldu bunları takip etmek istedim. Şengal’e geldiğimde fermanın en büyük acılarını yaşayan kadınların hikayelerini dinledim. Ferman’da neler yaşandı, 2014 yılında neler oldu onların cümleleriyle dinledim. Çok acı şeyler çıktı açığa. Daha önce de bunları dinlemiştim veya duymuştum, fakat bu acıları yaşayanlarla birebir konuşmak, onlardan bu acıları dinlemek daha acıydı, daha ağırdı. Bir süre sonra yine onların anlattığı hikayeleri düşündüm. Her oturup kalktığımda aklım bu hikayelerdeydi. Kadınların anlattıklarını unutamadım. Haberler yazdım, dosyalar hazırladım fakat bunlar yaşananları dile getirmek için yetmedi. Yani bunlar yetmiyor gibiydi.

Kitabın her adımı Êzidi kadınların ortak emeğiyle atıldı

O zamanlar Nagihan Akarsel arkadaşla da bir tartışmamız oldu. O da daha önce Şengal’e gelmiş ve bazı araştırmalar yapmıştı. Ona Şengal’e gideceğimi söylediğimde bana, ‘Êzidî kadınlar Ezdalık felsefesinde derinleşmeyi yaşıyorlar ama insan bunun yolunu bulmalı ve bu kadınlara ulaşmalı. Ve yaşanan fermanla bu kökü yok etmek istediler’ dedi. Yine bana, ‘Git ve o kadınlara ulaş’ dedi. Onun bu sözleri hep aklımdaydı. Asla unutmadım. O hikayeleri dinlediğimde de benim için çok büyük bir şeydi. Bir şeyler yapmalıyım arayışına girdiğimde, yazdığım ilk hikayeyi Nagihan arkadaşla paylaştım. Ona nasıl bulduğunu sordum. Hikayeyi okudu ve hikaye üzerine onunla tartışmalarımız oldu. Bana, ‘Bu hikaye bende büyük bir heyecan yarattı, tüm bu hikayeler toplanıp kitaplaşmalı’ dedi. O zaman bu hikayeleri kitaplaştırma kararı aldım. Nagihan arkadaşın verdiği cesaret benim için çok önemli ve değerliydi. Onun bana gösterdiği yol çok büyük bir destek oldu.

Ardından yola düştüm. Hikayeleri dinledim, topladım. Çok hikaye vardı. Hikayelerin içine girdiğimde bir ayrıştırma yaptım. Şengal dağlarından, Til Efer, Musul, Rakka, Tebqa ve hatta Derazora kadar Êzidî kadınların geçtiği her yerden hikayelerini toplamak istedim. Yaşanan acıları, hikayeleri bir araya getirip bu hikayelerle herkes fermanın detaylarını öğrensin istedim. Çünkü hepimizin bildiği şey şuydu; bir ferman olmuştu, Êzidî kadınlar bu fermandan etkilenmişlerdi ve birçok detay vardı. Ama ‘bu kadınlar neler yaşadı, o anda yaşadıkları duygu neydi’ bu çok bilinmiyordu. Ben de bunu tüm detaylarıyla, ne yaşandıysa tüm çıplaklığıyla ve en yalın haliyle yazmak istedim. Bu benim kitabım değil, Êzidi kadınlarının kitabı. Çünkü bana çok yardımcı oldular. Ortak bir çalışmamızdı diyebilirim. Ben yalnızca kaleme aldım, ortak bir ürün oldu açığa çıkan.

Kitabın adı Êzidi kadınlarıyla birlikte belirlendi

Tüm hikayeleri toplayıp hazırladığımızda sıra ismini belirlemeye geldi. Kitabın adı ne olmalı arayışına girdik. İlk önce kitabın adını ‘Kınalı saçlarından yuva yaptım’ koymak istedim. Çünkü Şengal’de Eski Çarşı denilen yerde DAİŞ çeteleri kadınları toplayıp götürdüklerinde onları saçlarından tutup götürmüşlerdi. Saç telleri yerlere düşmüştü. Kuşlar o telleri alıp kendilerine yuva yapmıştı. Yani aslında o zamanlar işte o kuşlar kadınlarla yoldaşlık yapmıştı. Bu benim için çok anlamlı bir şeydi. Bu yüzden kitabın adının bu olmasını istemiştim. Fakat ardından arkadaşlarla kitap adı üzerine bir sohbetimiz gelişti. Kitabın adının ‘Zerîlerîn Direnişi’ olması fikri çıktı. Zerî Êzidî toplumunda kadın anlamına geliyor, kelimenin kökü de doğuştan geliyor. Suham Şengali arkadaşımız ve Dayê Berfê bu isimde çok ısrarcı oldular. Bu ismin önerilmesi benim için çok güzel bir şeydi. Çünkü ben her şeyiyle bu kitabın Êzidî kadınlarının rengiyle olmasını istiyordum. Kapak fotoğrafı için de aynı durum söz konusu oldu.

Kitap kapağında kullanılan fotoğrafın Êzidîlik felsefesini sembolize etmesini istedim. Êzidî kadınlar sadece kadın oldukları için, sadece bir kadın bedeni olduğu için kaçırılmadılar veya tecavüze uğramadılar. Yani ben bunun böyle yorumlanmasını istemedim. Bu doğru bir yorum olmaz kadınlar için. Kitapta da zaten Êzidîlik felsefesine ilişkin araştırmalarıma da yer verdim. Êzidî kadınları Êzidîlik felsefesini yaşadığı ve yaşattığı için soykırıma uğradıklarının bilinmesini istedim. Kapak fotoğrafında da bunu belirtmek istedim. İşte kapak fotoğrafında bir kadının saç örgüsü var, içerisinde tiberk var, basimbar var ki bunlar Êzidîlikte önemli bir sembol. Aynı şekilde estetik ve güzellik için gümüşten yapılma Melekê Tawis figürleri, doğaya ilişkin güzel figürleri örüklerinin arasına yerleştirilmiş. Bu şekilde bunu biraz yaşatmak istedim. Yine diğer görselde bir kadının güneşe doğru koşması, umudu yaratmayı ve Êzidi kadınlarının direnişini ifade ediyor. Kitap işte bu şekilde oluştu.

Fermanların tarihi tüm kadınların tarihidir

En önemli şey şuydu ki yaşanan tarih sadece bugünün, dünün değil yüz binlerce yıllık bir tarihtir. Fermanların tarihi tüm kadınların tarihidir. Sürekli saklı kalmıştı, üzeri kapatılmıştı. Yazılı hiçbir şey yoktu. Yaşanan bu son ferman özgür basın yoluyla açığa çıkarıldı. Fermanın gerçek yüzü açığa çıktı. Bu yüzden daha fazla belgelenme ihtiyacı vardı. Sinema yoluyla, edebiyat ve sanat yoluyla belgelenmesi gerekiyordu. Zerîlerin Direnişi kitabı da bunun edebi, araştırma parçası ve belgesi olarak tarihe kalacaktır. Bununla bir hafıza da oluşacak. Kitap bu amaçla yazıldı.

‘Her kadın, her hikaye bende büyük bir etki bıraktı’

*Şengal’de ben de ferman sonrası kadınların yaşanmışlıklarına şahitlik etmiştim. Aslında denilebilir ki fermanı yaşayan bir halk olarak ve soykırımın en derinini yaşayan kadınlar olarak her bir kadın bir hikaye, her bir çocuk bir hikaye ve bu hikayeler yaşanan hakikatin bütününü oluşturan parçalar. Kitabınızda da kadınlarla görüşmeye gittiğinizde edindiğiniz izlenimlere yer vermişsiniz, aslında bir nevi belki de kadınların dile dahi getiremediği duyguları ifade etmişsiniz. Tüm bu duyduğunuz hikayeler ve hikayelerin kadınları arasında sizi en çok etkileyen ne oldu?

Kadınlardan hikayelerini almak o kadar kolay olmadı. Çok zor yönleri vardı. Çünkü yaşanan çok ağır durumlar var ve bunun ifade edilmesi, dile getirilmesi öyle kolay değil. Yani bir anda biri karışınıza çıkacak ve sizden hikayenizi anlatmanızı isteyecek. Bu öyle kolay bir şey değil. Bu zaman da aldı. Fakat bu kitabın tarihe kalacak bir belge olduğunu düşündüğümde ve fermanın soruşturulmasına vesile olacağını söylediğimde kadınlar ikna oluyorlardı. Bir diğeri hikayelerini anlatan kadınları hissettiğinde, kendisi de hikayesini paylaşmak istiyor, kalbini açıyor, yaşadıklarını anlatmak istiyor. Bu benim için çok anlamlı bir andı. Gerçekten de dinlediğim her bir kadını hissetmek istedim. Onların yaşadığı her şey bir bir gözlerimin önünde canlanıyordu. Her bir kadın, her bir hikaye bende çok büyük bir etki bıraktı.

Tarifi imkansız acılar...

Şunu söyleyeyim yani her bir hikaye beni çok etkiledi fakat dile getirmek istediğim bir konu da var. Şengal’e ilk geldiğimde, annelere fermanda neler yaşadıklarını sordum. Bana ‘bundan öte acı olamaz, çocuklarının etini annelerine yedirdiler’ diyorlardı. Bu yüzden bundan öte acı olmaz diyorlardı. Bu benim için çok acı bir şeydi. 21’in yüzyılda yaşıyoruz, yani evet DAİŞ barbar, zalimdir, kökün düşmanıdır, eskiden Osmanlılardı bugün Türk devletidir o da zulmediyor ve bunlar bilinen gerçekler. Fakat bir anneye kendi öz çocuğunun etini yedirmek, böyle bir felaket çok başka bir şey.

Beritan’ın hikayesinde yer alıyor bu. DAİŞ her defasında gelip bir anneye zulmediyor çocuğunu susturması için. Çocuğu 40 günlük ve aç, yemek istiyor annenin. Doğal olarak da ağlıyor yemek için. O DAİŞ’li her defasında baskı uyguluyor çocuğu susturması için, Arapça bir şeyler söylüyor. Fakat anne Arapça bilmediğinden anlamıyor. Beritan da küçük bir delikten olanları izliyor. Ardından DAİŞ’li gelip çocuğu alıyor, parça parça ediyor ve ardından getirip etini anneye yediriyor. Çocuğu gözlerinin önünde parçalanıyor. Bu tarifi imkansız bir acı. Yani insan bunun tarifini yapamaz. Özellikle de bir anne için inanıyorum ki bunun hiçbir tarifi olamaz.

*Yazdığınız kitap bir anlamda da soykırımı ifadelendirme temelinde bir belge niteliği taşıyor. 74’üncü Fermanın 9’uncu yıl dönümünü karşılarken, dün gibi taze acılara tanık oluyoruz. Bunun temel sorumlusu da Êzidî kadınları halkına karşı Türk devleti ve KDP ortaklığıyla geliştirirken soykırım politikaları. Bu konuya ilişkin neler söylemek istersiniz?

DAİŞ’i kimin kurduğu ve Şengal’i ona kimin teslim etmek istediği belli. Bir düşman var, eski zamandan bugünlere kadar gelen. Dün Osmanlı deniyordu bugün Türk devleti, AKP-MHP faşizmi deniyor. Esas düşman Türk devletiydi bir diğer husus ise KDP’nin onlara verdiği destek. Kürt düşmanlığı ve Kürt soykırımı temelinde onlarla iş birliği yaptı. Hala da yapmaya devam ediyor.

74’üncü Ferman KDP’nin gerçek yüzünü ortaya çıkardı

Şunu iyi bilmek gerekir ki Şengal’de yaşanan 74’üncü ferman KDP’nin gerçek yüzünü açığa çıkardı. Kürtlerin kökleri olan Êzidî topluluğuna yaklaşımının ne olduğu ortaya çıktı. Daha önce de kirli asimilasyon politikaları yürütüyorlardı. Fakat 74’üncü fermanla her şey daha da netleşti. Bu soykırım KDP ihaneti yüzünden oldu. DAİŞ'in Şengal'e ilerlediği gün silahlarını toplayıp, arkalarına bakmadan oradan gidiyorlar. Ve yolda önlerine atlayıp 'Silahınızı bırakın, savaşacağız' diyenleri de öldürüyorlar. Kaçtıktan sonra da Güney’e açılan tüm kapıları kapattılar.

YPG, YPJ ve gerillalar umut verdi

KDP onlara ihanet etmeseydi öldürülmeyeceklerdi. Kadınlar anlattıkları hikayeleri ile bu gerçeği açığa çıkardılar. KDP’nin iş birliğini açıkça dile getiriyorlar. Mesela Ruken hikâyesinde bahsediyor. Ruken'in babası Şengal'deki peşmergenin başında. Ayrıldıklarında Ruken'in babasına 'sen kal biz gidip yardım getirelim' diyorlar, babası da gerçekten inanıyor, DAİŞ’in saldırdığı son ana kadar da buna inanıyorlar. Yine YPG ve YPJ, QSD onların kurtarılmasında büyük rol oynuyor ve o kadınlarla büyük bir umut oluyorlar. HPG ve YJA-Star gerillalarının Şengal'e gitmesi halk için büyük bir umut oluşturdu.

KDP şu anda bu umudu kırmaya çalışıyor. Mesela DAİŞ’ten kurtarılan kadınlar birer birer kaçırılıp Avrupa'ya götürüldü. Hepsi Avrupa ülkelerine dağıldılar. Bu aynı zamanda bir politikadır, soykırımın devamıdır. KDP bu yöntemle katliamı tamamlamak istiyor. Bakın şimdi o kadınlar DAİŞ'ten kurtuldu, büyük bir kısmı Avrupa ülkelerine dağıldı, topraklarından sürüldü, psikolojik tedavi adı altında inançları ellerinden alınmak isteniyor.

‘Êzidî inancı ve Önder'in düşünceleri kadınların umutlarını yeşertti’ 

*Kendi acılarını büyük bir mücadele ve direniş ruhu haline getiren Şengalli kadınlar tüm saldırılar karşısında yaşamı örüyorlar. Siz buna da şahitlik ettiniz ve kitabınızda yansıyan kadın hikayelerinde ‘acılarını intikam yemini haline getiren kadınların’ mücadelesi öne çıkıyor. Buna ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Êzidî kadınlar 2014'te Şengal dağlarında yürürken ümitsiz yaşıyorlardı. Kadın gerillaların gelmesi onlara büyük umut oldu. Bu gerçek, bu hikayelerde de anlatılıyor. Şengal'de hangi anneyi ziyaret edip Şengal'i anlatırsanız anlatın gözlerinde coşku ve umut vardır. Bu umut Şengal'in kendisini inşa etmesini sağladı. Bu çok önemli. Kadınlar kendi kendilerini örgütlediler, artık kendilerini koruyacak güce sahipler. Êzidî kadınlar artık TAJÊ (Ezidi Kadın Özgürlük Hareketi) adı altında örgütlenerek her yerde çalışmalar ve faaliyetler yürütüyor. İnşa edilen bu umut önemliydi. DAİŞ’in tutsak ettiği kadınlar, içinde yaşadıkları felsefenin umuduyla hayata tutundular. Direnişleri bu şekilde öne çıktı. Şengal'de umudu yeşerten bu iki gerçek bir oldu. Gerilladan alınan umut ile liderlik fikri ve Êzidî felsefesiyle inşa edilen umut birdi.

Bu kitap tüm Êzidî kadınlara bir hediyedir. Son olarak bu kitabın tüm Ezidi kadınlarına ait olduğunu söylemek istiyorum. Bu kitap onlar için yazılmıştır ve onlara aittir. Bana yol gösteren, büyük cesaret veren arkadaşım Nagihan Akarsel'i de burada anmak isterim. Ayrıca, diğer birçok arkadaşım her zaman benimleydi; teşvik ettiler, yardımcı oldular, fikir olarak büyük destek verdiler. Bu sebeple o arkadaşlara da teşekkür etmek istiyorum. Ve yine son olarak bu kitabın tüm Êzidî kadınlara bir armağan olduğunu söylemek istiyorum.