Soykırımdan 11 yıl sonra Êzidî toplumunun yarını

Êzidî halkının toplumun en küçük hücresinden en büyük yapısına kadar kendini örgütlemesi, kurumlarını kurması, kültürel ve ekonomik olarak güçlenmesi ve savunma güçlerini oluşturması; inançlarını, kültürlerini ve kimliklerini korumada en doğru yoldur.

NÛBEHAR MUSTAFA*

Soykırım, insanlık için tehdit oluşturan suçlardan biridir. Uluslararası hukuk çerçevesinde soykırım; belli bir etnik, dini veya ulusal kimliğe sahip topluluğu, kısmen ya da tamamen yok etmeye yönelik kasıtlı saldırılar olarak tanımlanır. Bu saldırılar; öldürme, fiziksel ve psikolojik olarak zarar verme, zorla yerinden etme ve yaşam kaynaklarını yok etmeyi kapsar. Soykırım, tesadüfi veya rastlantısal bir saldırı değil; planlı ve sistematik bir yok etme politikasıdır. Bir saldırının soykırım sayılabilmesi için geniş çaplı, örgütlü ve belirli bir topluluğu hedef alan nitelikte olması gerekir.

1948 yılında kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, devletleri bu suçu önleme ve faillerini yargılama sorumluluğu altına sokar. Bu sözleşmenin devamında, soykırım, hedef alınan topluluğun kimliğini ve kültürünü yok eder; kurbanlarda derin psikolojik ve sosyal etkiler bırakır.

Tüm bu uluslararası sözleşmelere ve insanlığın bilgi çağını yaşıyor olmasına rağmen, dünyada hâlâ orta çağları aratmayan soykırımlar yaşanıyor. Bunun nedenleri arasında, sözleşmeleri geliştiren kurum ve kuruluşların sözleşmenin gerekliliklerini yerine getirmemesi, uluslararası toplumun ilgisizliği, birleşik bir iradenin olmayışı ve farklı inanç ve etnik gruplar arasında giderek derinleşen toplumsal uçurumlar yer alıyor. Bu durum, soykırımların ortaya çıkması için uygun bir zemin yaratıyor.

İnsanlık tarihi; Ermeni Soykırımı (1915–1923), Yahudi Soykırımı/Holokost (1933–1945) ve Ruanda’daki katliam (1994) gibi korkunç örneklerle doludur. Bu olaylar, toplumlarda derin yaralar açmıştır.

Şengal’de yaşananlar bir soykırım mıydı?

Uluslararası hukukta yer alan soykırım tanımına göre, IŞİD'in 2014 yılında Şengal’de Êzidî toplumuna yönelik gerçekleştirdiği katliam tüm boyutlarıyla ele alındığında bir soykırımdır. Aşırı radikal, çete yapılanmasına sahip İŞİD, Êzidîleri “kafir bir dinî grup” olarak tanımlayıp sistematik bir şekilde yok etmeye çalışmıştır.

Bu soykırım, Êzidî halkının tarih boyunca maruz kaldığı 74’üncü soykırımdır. Soykırımlarla geçen tarihte, 40 milyon nüfusu olduğu söylenen Êzidî toplumu bugün 1-2 milyona kadar gerilemiştir. Zorla inançlarından koparılmalarının yanında, zorla göç ettirilmeleri, yaşam şartlarının yok edilmesi ve güvenlik endişeleri onları yaşadıkları yerleri terk etmeye mecbur bırakmıştır.

3 Ağustos 2014’teki bu soykırım, bölgede büyük bir yankı uyandırdı. O dönem güya Şengal’in güvenliğini sağlayan güçlerin Şengal’i korumakta başarısız olması veya el değiştirerek bölge adeta IŞİD’in kucağına bırakıldı. Sabah ezanıyla birlikte şehir kara bayraklar ve tekbir sesleriyle uyandı; boğazlar kesildi, insanlar meydanlarda infaz edildi.

Ancak en vahim tablo, Êzidî kadınların savaş ganimeti olarak kaçırılması, Musul ve Rakka’da köle pazarlarında satılması ya da diri diri kafeslerde yakılmasıydı. Musul’da 19 kadının demir kafeslerde canlı canlı yakılması hafızalarda derin bir iz bırakan olaylardan sadece bir tanesiydi.

Çocuklar da bu insanlık dışı saldırıdan kurtulamadı. Tam aksine, İŞİD çeteleri için büyük bir fırsat olarak görüldü. Annelerinin kucaklarından alınan çocuklar, beyinleri yıkanarak İŞİD kamplarında eğitildi ve canlı bomba olarak kullanıldı. Örneğin, “Ebu Seyf El-Sincarî” ve “Esed Ebu El-Hattab” isimleri verilen iki Êzidî kardeşin Musul’daki çatışmalarda intihar bombacısı olmaları, çocukların nasıl bir zihin kontrolüne maruz kaldığının açık göstergesidir.

Aradan 11 yıl geçti, acı hâlâ taze

Soykırımın üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen, Êzidîler acılarını her yeni toplu mezar keşfiyle yeniden yaşıyor. Bu soykırım, yalnızca fiziki yıkım değil; psikolojik travmalar, kültürel kopuşlar ve kimlik kaybı gibi derin etkiler de bıraktı. Soykırım sonrası, halkın köklerinden koparılması amacıyla planlı politikalar izlendi. 400 binden fazla Êzidî ya zorla ya da güvensizlik nedeniyle göç etti. Bu durum, Şengal’in demografik ve toplumsal yapısını ciddi şekilde etkiledi. Son yıllarda Şengal’e geri dönüşlerin yoğunlaşması olumlu bir hava oluşturmuştur. KDP’ye bağlı bölgelerde tutulan Êzidî kamplarından dönüşler hala istenilen düzeyde sağlanamadı. Bu konuda Özerk yönetim, insan hakları örgütleri ve kadın örgütlerinin ciddi çabaları olmasına rağmen, dış etkenler ve bölgede işgalin etkisi altındaki politika güvenli ve kalıcı dönüşlerin önünün açılmasında engelleyici rol oynamaları söz konusu.

Şengal, Kasım 2015’te IŞİD'den kurtarıldı. Êzidîler büyük bedeller ödeyerek şehirlerini yeniden kurmaya çalıştı. Demokratik Özerk Şengal sistemi, kurumlar, meclisler, savunma güçleri ile inşa edildi. Dünyaya seslerini duyurmaya çalıştılar. Ancak hâlâ sadece birkaç ülke bu soykırımı resmen tanımış durumda. Irak hükümeti ise soykırım sebebinin bir parçası olarak Êzidîlere dönük soykırım gerçekliğini kabul etmemiştir.

Şengal yalnız bırakıldı

Irak devletinin Êzidîlere yönelik soykırımı tanımaması, yalnızca siyasi veya güvenlik gerekçeleriyle açıklanamaz. Bu inkâr, devletin mezhepçi zihniyetinin ve 2014’te Êzidîleri korumakta başarısız oluşunun bir sonucudur. Ne Irak ne de Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Şengal halkını koruyabildi ya da sonrasında yaraları sarmak için ciddi bir adım attı.

Irak hükümeti, zararların telafisi, yeniden inşa, kurtulanların desteklenmesi ve güven inşası konularında hâlâ kapsamlı bir strateji geliştirmiş değil. Êzidî halkı, hâlâ 2014’te uğradıkları ihanetin acısıyla devlete güven duyamamaktadır. Şengal yıllarca kendi kaderine terk edilmiştir. Soykırıma karışan kişi ve grupların büyük kısmı hâlâ adalet önüne çıkarılmadı. Irak’taki bazı siyasi partiler, genel af yasalarıyla bu kişileri koruma altına aldı. Bu aflar kimin için ve ne gerekçeyle çıkarıldı?

Ayrıca, Irak merkezi hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Êzidîlerin kaderiyle ilgili anlaşmalar imzalarken, Êzidîler bu görüşmelerde ne temsil edildi ne de söz hakkı bulabildi. Bu anlaşma, zaman zaman tehdit, zaman zaman askeri baskı yoluyla Şengal’e dayatılıyor. Sonuç olarak, Êzidîlere karşı adeta bir abluka uygulanıyor. Êzidîlerin hakkını, yalnızca kendileri alabilir. Êzidî halkının toplumun en küçük hücresinden en büyük yapısına kadar kendini örgütlemesi, kurumlarını kurması, kültürel ve ekonomik olarak güçlenmesi ve savunma güçlerini oluşturması; inançlarını, kültürlerini ve kimliklerini korumada en doğru ve kalıcı yoldur. Bu aynı zamanda ulusal egemenliklerini inşa etmeleri açısından da hayati önem taşır.

*Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesel Demokratik Kadın Koalisyonu (NADA) Sekretarya Komitesi Üyesi