Oleksandra Marviichuk: Kadınların barış inşasındaki rolünü güvence altına almalıyız

Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nda videolu mesaj gönderen Nobel Ödüllü Oleksandra Marviichuk, “Siyasi süreçlere insani boyutu geri getirmeliyiz. Bunu yapmak için kadınların barış inşasındaki rolünü güvence altına almalıyız” dedi.

İstanbul- Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), İstanbul’da düzenlediği konferansın açılış konuşmalarının ardından Konferansın ilk oturumu “Toplumsal Barış Perspektifleri” başlığı altında DEM Parti Amed Milletvekili Cengiz Çandar’ın moderatörlüğünde başladı.  

“Barışın Toplumsallaştırılması Üzerine” sunumunu Barcelona Özerk Üniversitesi akademisyeni E. Prof. Louis Lemkow yaparak oturumdaki ilk sözü aldı. Louis Lemkow, gerçekleştirdiği sunumda dünya deneyimlerden barış süreçlerine ve yaklaşımlarına örnekler verdi.  Louis Lemkow, “Savaşlarda, düşmanın karşı tarafı ‘gayri insanlaştırılması’ çok görüldük bir şey. Bu da bir problem. Bu sadece müzakerelerle ilgili değil ama diyalog bağlamında konuştuğumuzda ‘düşmanın gayri insanileştirme pratiği’ düşmanın çokça kullandığı stratejilerden biridir. Bunu da değiştirmek gerekiyor” dedi.

Hewler Kürdistan Üniversitesi’nden Doç. Dr. Arzu Yılmaz, “Türkiye'de Toplumsal Barış ve Kalıcı Bir Çözümün Bölgesel ve Küresel Etkileri” başlığını ele aldı. Açıklanan Amerikan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'ne göre 3. Dünya Savaşı’nın üç yıl ertelendiği okumasını yaptığını söyleyen Arzu Yılmaz, “Bu belirsizlik çağında bunu kısa vadeli böyle okuyorum.  Sadece bu ortaya konulan Ulusal Strateji Belgesi değil, Trump'ın bir yıldır gösterdiği performansta o havada asılı olan 3. Dünya Savaşı'nın bu 3 yıl içinde olmayacağını varsayabiliriz. Ama mevzu şu ki bu 3. Dünya Savaşı 3 yıl içinde olmasa bile Ortadoğu'da sürmekte olan savaşların ya da bir İran-İsrail savaşının 2. raundunun olmasının kaçınılmaz olduğu bir andayız gibi görünüyor. Zira bu Ulusal Güvenlik Belgesi'nde de altı çizildiği üzere o güçle barışı yapma vurgusunun, üç yıl 3. Dünya Savaşı ya da toplu bir küresel çatışma haline öteleyebilir. Fakat o ihtimali çok daha güç yolla barış yapma halinin çok da derinleştiren bir etki yarattığını da kabul etmek gerekiyor” diye belirtti.

‘Dondurulan barış, bir kez çözüldüğünde çatışma çok daha derin olabilir’

Trump'ın bu bir yıl içerisinde bir ateşkes sağladığını ama pratikte buna barış denilemeyeceğini belirten Arzu Yılmaz, “Çoğu ateşkesin bile sağlanamadığı barış projelerine baktığımız zaman bu güç yoluyla barışın sınırlarının ne olduğu görebiliyoruz. Bu dondurma halini, çatışmayı bir ölçüde durdursa bile çatışma konularını çok daha derinleştiren, tarafların birbirlerine karşı tavırlarını ya da beklentilerini çok daha çatışmacı bir seviyeye çektiğini geçtiğimiz bir yıllık bir süreçte bu dondurulan barışın, bir kez çözüldüğünde çatışmanın çok daha derin olabileceğini gösteriyor. Bir Gazze'de barıştan bahsediyoruz. Bir Suriye'de barıştan bahsediyoruz. Bir Ukrayna-Rusya da barıştan bahsediyoruz ama bu barış ateşkesin bile sağlanamadığı barış projelerinden bahsediyor. Ama öbür yanda aslında o ateşkesin sağlanabildiği tek bir vaka var. O da İran. Dikkat ederseniz İran ve İsrail ateşkesi 12 gün savaşından sonra gerçekten de bozulmadan taraflar birbirlerine tekrar saldırmadan bugüne kadar korudu. Ama bu koruma hali bize bunun önüne geçirebileceğini değil, bilakis, tarafların aslında nihayetinde bunu bir nihayete kavuşturacak şekilde bu savaşı ertelememeyi akıllarına koyduğunu ve özellikle de 2026'da Netanyahu'nun bir daha seçimin İsrail'de gündemde olduğu bir dönemde önümüzde kaçınılmaz bir çatışma olarak durduğunu hesaba katmak gerekiyor” sözlerini kullandı.

Türk-Kürt diyalog süreci daha fazla hayata geçirilebilir bir projedir’

Arzu Yılmaz şunları belirtti: “Sadece Kürt-Türk diyaloğu bunlar içerisinde güce dayalı ya da kendisini barışın başkanı olarak ilan eden Trump'ın güce dayalı barış yapma sürecinde istisnai bir örnek teşkil ediyor. Bu barışın gündeme gelmesinin temel nedeni her iki tarafın da Orta Doğu'da yeni oluşan dinamiklere bağlı olarak karşı karşıya kaldığı stratejik zorunluluklardır. Ama biz tarafların yanlarını esas alacak olursak, bu diyaloğun gönüllülük esasına dayalı bir barış girişimi olduğunu da belirtmek gerekiyor.  Türk-Kürt diyalog sürecine dönecek olursak diğer süreçlerden farklı olarak daha fazla hayata geçirilebilir bir projedir.  Her ne kadar 3 yıl, ben kişisel olarak en azından bir büyük savaşı beklemiyor olsam da, Ortadoğu'da İran'la İsrail arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğu bir fotoğrafta bu süreç taraflara ne kazandırabilir? Buna baktığımız zaman sadece savaş durumunda, Türk - Kürt barışının yapılabilirliğinin en önemli nedenlerinden biri gönüllülükse diğeri de her iki tarafın da kazan kazan bir sonuca varmasına imkân veren bir süreç olmalı. Diğer barış gündemdeki barış süreçlerinden farklı olarak.

Ulus devlet formunun değişmesi ve bölgeselleşme

Bir savaş halinde nasıl bir kazan kazan sonucu olabilir? Türkiye açısından, onu olası bir savaşın eşiğinin ötesinde tutma imkânı verirken; Kürtlere de iki ateş arasında kalmama ve kazanımlarını koruma imkanı verebilir. Bir başka kaçınılmaz olan şeyse günün sonunda ulus devletin işte Tom Barac’ın istediği için değil ama sonuç itibariyle ulus devlet denen şey eğer temelde bir kapitalist ekonomi modeli üzerine inşa edilen ve o ona dayalı olarak yaşayan bir şeyse, bu modelin artık sürdürülebilirliğinin mümkün olmadığı; bu durumda ulus devletin zaten neoliberal politikalarla çoktan altının oyulduğu bu dönemde ayakta kalmasının mümkün olmadığı ve hayatta kalmak için de bu içinde bulunduğumuz süreçte bir bölgeselleşmenin, yani coğrafi ve siyasi yeni ekonomik bölgeler üzerinden ulus devletin eskisi gibi değil ama bir çatışmaya da en hazırlıklı biçimde kendisini karşılayabilmek için bir ekonomik bölgesel eşme içerisinde kendini tanımlayabildiği ölçüde ayakta kalabileceği görülüyor. Şimdi bu yeni ekonomik politik bölge ortaya çıktığında ve ulus devletin kendisini devam ettirmesinin zemininin kalmadığı durumda Abdullah Öcalan'ın o sözünü ettiği demokratik entegrasyon ya da sosyalizm bölgesel ekonomik ve politik yeni oluşan bölgeler çerçevesinde, sınırlar değişmeden ama bir ekonomik bölge çerçevesinde birlikte barış içinde yaşamanın da bir formülü olarak önemli bir girdi.”

‘İnsanlara isimleri geri veriyoruz’

Yanı sıra Nobel Ödülü sahibi Ukrayna’dan insan hakları savunucusu ve avukat Oleksandra Marviichuk videolu mesaj gönderdi. Oleksandra Marviichuk, “Bugün sizinle olamadığım için üzgünüm. Sizinle dayanışma içerisindeyim. Suriye’deyim, Rusya’nın son 12 yıldır Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşta işlediği savaş suçlarını belgeliyorum. Bu savaş insanları sayılara dönüştürürken, kelimenin tam anlamıyla yaptığımız şey, insanlara isimlerini geri vermektir. Çünkü insanlar sayı değildir ve her insanın yaşamı önemlidir. Veri tabanımızda 91 binden fazla savaş suçu vakası bulunuyor. Bu vakalar arasında kadınlara ve çocuklara karşı işlenmiş çok sayıda suç var. Ama sizi temin ederim ki, Ukrayna’daki kadınlar sadece Rus saldırganlığının kurbanları değiller” dedi.

Kadınların barıştaki rolüne dikkat çeken Oleksandra Marviichuk şunları belirtti: “Kadınlar özgürlük ve insan onuru savaşçılarıdır. Toplumun farklı alanlarında inanılmaz sayıda harika kadınlar tanıdım. Kadınlar siyasi kararlar alıyor. Kadınlar sivil girişimleri koordine ediyor. Kadınlar savaş suçlarını belgeliyor. Kadınlar, cesaretin cinsiyeti olmadığı için, özgürlük ve insan onuru için verilen bu mücadelenin ön cephesinde yer alıyor. Ve bugünkü temel mesajım, barış inşa süreçlerinde daha fazla kadına ihtiyacımız olduğudur.

‘Kadınların barış inşasındaki rolünü güvence altına almalıyız’

Ukrayna parlak bir örnektir. Son aylarda, doğal minerallerden, Rusya’nın toprak iddialarından, jeopolitik çıkarlardan çokça bahsettik ama insanlardan bahsetmedik. Bu kabul edilemez. Ailelerinden koparılmış ve yasadışı bir şekilde Rusya’ya sürülmüş 20 binden fazla Ukraynalı çocuğun akıbetinin ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yok. Rus hapishanelerinde korkunç işkence ve cinsel istismara maruz kalan binlerce yasadışı gözaltına alınmış sivilin akıbeti ne olacak? Rus işgali sadece bir devlet bayrağını diğeriyle değiştirme anlamına gelmiyor. Rus işgali; zorla kaybettirme, işkence, tecavüzü, kimliğin reddedilmesini, kendi çocuklarınızın zorla evlat edilmesini, toplama kamplarını ve toplu mezarları ifade ediyor. Siyasi süreçlere insani boyutu geri getirmeliyiz. İnsan boyutu olmadan, sürdürülebilir barışa giden yolu asla bulamayız. Bunu yapmak için kadınların barış inşasındaki rolünü güvence altına almalıyız. İktidardaki büyük adamlar ‘barış” kelimesinin değerini düşürdü. Ancak barış, şiddet korkusu olmadan yaşama özgürlüğü ve uzun vadeli bir perspektife sahip olmak demektir.”