Nesrin Akgül: Kürdistan'da barışı tesis ederken kadın iradesiyle öncülük yapmayı esas aldık

Kadınların müzakere süreçlerinde yer almasının barışa yeni bir tanım getirdiğini vurgulayan Nesrin Akgül, “Dünyada tanık olduğumuz örnekler bize gösteriyor ki; kadınlar müzakere süreçlerinde yer aldığında toplumsal inşa koşulları oluşuyor” diye belirtti.

ARJÎN DİLEK ÖNCEL

Amed - Dünya deneyimlerine bakıldığında savaşa karşı barış ve müzakere cephesinde yer alan her zaman kadınlar olmuştur.

ABD’li kadınlar, Vietnam işgaline karşı bir araya geldi, yine 2002’de Irak’a saldırıları engellemek için kadınlar çeşitli eylemler yaptı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yugoslavya’da kadınların barış mücadelesi birçok ülkede ilgi ile karşılandı. Kolombiya’da 1966’da başlayan çatışmalar, 2016’da kadınların girişimlerinin sonucu olarak barış ile sonuçlandı.

Uganda’da LRA ordusu ve devlet arasında süren savaşta kadınlar, çatışmaların son bulması için eylemler yaptı. Sırbistan’da kadınlar, 1992 ile 1995 arasında süren Bosna Savaşı döneminde barış için mücadele etti. Kuzey İrlanda’daki savaşta kadınların barış mücadelesi kazandı. 14 yıl süren Liberya İç Savaşı kadınların mücadelesi sonucu 2003’te sona erdi.

Ortadoğu’da kadınlar ve müzakere süreçleri

Irak’ta kadınlar ABD işgali altında olmalarına rağmen çeşitli kuruluşların çatısı altında toplanarak, savaşın yıkıcılığına dikkat çekti ve barış girişimlerinde bulundu. Güney Sudan’da 2013 ile 2020’de yapılan ateşkesle sona eren iç savaş sırasında bazı kadınlar, erkeklerin birbirlerini öldürmeyi bırakmadıkları sürece evliliğin getirdiği sorumlulukları yerine getirmeyeceklerini ilan etti.

1988’de Gazze ve Batı Şeria’daki İsrail işgaline karşı Filistin topraklarında başlayan Birinci İntifada’ya destek vermek isteyen İsrailli kadınlar, her hafta trafiğin yoğun olduğu kavşaklarda ve kamusal alanlarda nöbet tutmaya başladı.

Suriye’de kadınlar, 2011’de başlayan rejime karşı düzenlenen her eylemde yer aldılar. Kuzey ve Doğu Suriye’de de Kürt kadınları öncülüğünde verilen direniş, demokratik kadın özgürlükçü bir toplumun inşasını sağladı.

Kürdistan’ın dört bir yanında da Kürt kadınların barış mücadelesi tarihten günümüze kadar sürdü. 1990’lı yıllarda faili meçhullerin sistematikleşmesiyle birlikte Cumartesi Anneleri, daha sonra Kürt sorunun demokratik çözümü için kurulan “Barış İçin Kadın Girişimi”, “Kadın Özgürlük Meclisi” ve “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi” gibi oluşumlar, eylemleriyle barışı gündemine aldı.

102 barış sürecine aktif olarak katılanların sadece yüzde 8’i kadındı

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (CFR) ve UN Women’in araştırmalarına göre, kadınların imzaladığı barış anlaşmaları daha uzun sürüyor. Kadınların aktif olarak yer aldığı barış süreçlerinin, en az 15 yıl boyunca çatışmasızlık sağlama olasılığı yüzde 35 daha yüksek.

Ancak kadınların tüm bu girişimlerine rağmen tarihten günümüze barış girişimleri ve müzakere süreçlerinde yer alma talepleri her zaman engellendi.

Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlenmesi Birimi (UN Women) verilerine göre, 1992-2019 yılları arasında yapılan barış görüşmelerinde, müzakerecilerin yalnızca yüzde 13’ü, arabulucuların yüzde 6’sı ve barış anlaşmalarını imzalayanların yüzde 6’sı kadınlardan oluşuyordu.

Dünyada 1990 ile 2012 arasında 102 barış süreci yürütüldü ve bunlar içinde 85’inde anlaşma imzalandı. Bu 102 barış sürecine aktif olarak katılanların sadece yüzde 8’i kadındı.

Oysa Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi 2000 yılında imzaladığı 1325 sayılı kararda ve Avrupa Parlamentosunun desteklediği Avrupa Konseyi Üsküp Deklarasyonunda kadınların barış görüşmeleri de dahil, barışın tesisinin her safhasına katılmaları gerektiğini ve bu hakka sahip olduklarını belirtiyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”nde yeni bir aşamaya geçildi. Kürt sorununun demokratik çözümü bağlamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Dayanışma Komisyonu, gerçekleştirdiği 18’inci toplantısında İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşülüp görüşülmeyeceğini oylamaya sundu. CHP, İmralı’ya gitmeme kararı alırken, 40 üyenin katıldığı oturumda komisyonun Abdullah Öcalan ile görüşme kararı çıktı. Komisyon heyeti 24 Kasım günü Abdullah Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirdi.

Jineoloji Kadın Akademisi’nden Nesrin Akgül, savaşların gölgesinde kadınların yaşadıkları ve müzakere süreçlerinde kadınların rolüne dair değerlendirmelerde bulundu.

Tarihin ikilemi: Savaş ve barış

Nesrin Akgül’e göre, savaş süreci, “toplum karşıtı araç olarak inşa edilmiş bir yöntemdir.” Savaşların toplumsal ilişkilerin inşasında bir sorun olarak ortaya çıktığını ifade eden Nesrin Akgül, bunun sebeplerinin çeşitlilik gösterdiğini söyledi. Nesrin Akgül, “Bir, iktidarlar arasındaki savaş, bir de toplumsal direniş odaklarının yürüttüğü bir direniş odağı olarak savaşlar var. Ama bu savaşların yürütülmesinin esas sebebi ne olursa olsun, mevcut iktidarın kendi taahhütünü inşa etme ve buna dayalı bir sömürgeleştirme politikası olarak devreye girer. Zora dayalı, şiddete dayalı ya da yöntem bulma şeklindedir. Burada kullanılan bir araçtır. Yani savaş süreci, toplum karşıtı araç olarak inşa edilmiş bir yöntemdir. Bir tarafta sürekli savaş hali vardır, diğer tarafta da sürekli bunun çözüm odağı olarak barış devreye girer. Tarih bu ikilem üzerine kendisini inşa eder” dedi.

Kadın ve erkek arasındaki çelişkiyle başlayan süreç

“Bu ikilem içerisinde kurulu savaş iktidarını yöneten her zaman erkek aklı olmuştur” diyen Nesrin Akgül, savaşın militarist bir olgu olarak kadın ve erkek arasındaki çelişkiyle başladığını belirtti. Nesrin Akgül, “Bu çelişki üzerine kurulu toplum karşıtı uygarlık var. Bu uygarlığın sürekli topluma savaş açma halinden bahsediyoruz. Bu zihniyet, erkek akıldan beslenir. Binlerce yıla yayılan bir süre içerisinde, bu akıl sürekli tahakküm, sürekli kendini odaklaştıran ve bu tahakkümü kurumsallaştıran bir yapısal süreç inşa etmiştir. Bu durum savaşın fethedici, işgal edici, antidemokratik ve müdahaleci yönünü ortaya koyar. Burada buna ilk maruz kalan kim oluyor? Tabi ki kadın oluyor. Çünkü devlet, erkek aklıyla kurulmuştur. Devlet, erkek aklıyla yürütülür ve bu anlayışa göre en fazla fethedilmesi gereken de kadındır, onun yarattığı toplumsallıktır ve onun bedenidir. Savaşın bu noktada kendisini icra alanları çok yönlüdür. Bu tarihsel bir gerçekliktir. Bu tarihsel gerçeklik ilk olarak kadınla erkek arasındaki uyumun, erkeğin bundan çıkıp sapmaya uğramasıyla başlıyor. Buradan uyumsuzluk yaşayıp, çıkan, sapan erkeğin kendi iktidarı oluyor ve bu peşi sıra kastik katilden günümüze kadar devlet uygarlıklarını inşa ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

Savaş, kadın bedeni ve tecavüz kültürü

Nesrin Akgül, savaşın mutlak bir tecrit olduğunu söyleyerek, savaşın toplum karşıtı karakterinin önce çocukları ve kadınları hedef aldığını vurguladı ve şöyle devam etti: “Onun militarist karakteri sürekli tecavüz kültürünü geliştirir. Çünkü savaşın en temel ontolojik karakteri şudur; fethet, işgal et ve kendin kıl. Yani ‘mevcut olanı kendin kıl’ halidir. Bu bir tecavüz kültürüdür. Bu tecavüz kültürünün işlediği alan kadın bedenidir. Bütün savaşlar tarih boyunca kendi içerisinde hep şu hikayeyi oluşturmuştur; fetheden askerler önce o toplumun kadınlarına tecavüz etmiştir. Çünkü sen bir toplumun toprağını, ‘ana vatanını’ - ‘ana vatan’ kavramı bile kadınla özdeşleştirilmiş cinsiyetçi bir ifadedir - işgal etmek, ona sahip olmak istiyorsan onun temsilcisi, o soyun sürdürücü olan kadını ‘ele geçireceksin.’ Yani önce kadın bedenine sahip olursun, onun geleceği olan çocuklarına sahip olursun. Savaşın ontolojisi karakterindeki tecavüz, her hikayede aynı. Önce kadına tecavüz, ona el koyma ve oradan bir toplumu ele geçirme hali olarak bugüne kadar gelmiştir. Hitler de; ‘Toplumlar bir kadın gibidir’ diyor.”

Kadınlar neden müzakere süreçlerinde yer almak istiyor?

Demokratik müzakere süreçlerinde kadınların rol alma taleplerini yorumlayan Nesrin Akgül, demokratik müzakerenin güç dengelerine göre kendisini oluşturduğunu ve karşılıklı iki iradenin bir birbirini tanımasına dayalı geliştiğini söyledi. Nesrin Akgül, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan da kadın perspektifi olarak şunu söyledi; ‘Kadınlar her türlü sorununu müzakere yöntemleriyle çözsün.’ Yani bütün sorunların çözüm yöntemi müzakeredir. Demokratik siyaset müzakere sürecidir. Günlük anlamda müzakere ‘uzlaşıcı ve yapısal’ bir süreçtir. Orada artık söz konuşur, retorik konuşur. Orada artık düşünce, ikna etme kabiliyetin, projen, programın çözüme dair ne varsa bunlar konuşur. Bu da ne kadar örgütlüyse o kadar çözümü sağlatır. Şimdi bu noktada savaşın temel karakteri ontolojik olarak erkek aklına dayalıysa, toplumsal inşanın öncü gücü olarak müzakerenin de temel karakterini belirleyen yapı, kadının kendi içerisinde var olarak eşitlendiği yapıdır. Çünkü müzakere, savaşın ortaya çıkarttığı gerçekleri çözmek ve buna dayalı bir toplumu inşa etmek içindir. Yani bu yeniden bir inşa sürecidir. Bir mühendislik çalışması olarak söylemiyorum, toplumun yeniden kendi özüyle buluşması ve modernize edilmesi, modernleştirilmesi halidir. Doğal olarak müzakere sürecinin öncüsü kadınlar oluyor. Yapılandıran odur, çözümü sunacak olan odur. Çünkü erkeğin reddettiği yerdeki güç kadınsa, onun dahil olduğu yer müzakereyi çözüme ulaştırır. Müzakereyi, reddettiğin kesimlerin farklılıklarını içine katarak yaparsın. ‘Kadın neden müzakere sürecinde yer almalıdır?’ sorusuna verilen cevabı tersten okuyalım. Kadın bu sürecin içinde yer almadığında ne oldu?”

‘Kadının adının olmadığı süreçte nihai bir çözüm oluşturulamaz’

Konuşmasına Hamas'ın 7 Ekim 2023’te İsrail'e karşı başlattığı saldırılar ve sonrasında İsrail'in misillemesiyle tetiklenen savaşı örnek vererek devam eden Nesrin Akgül, “En yakınımızda bir Filistin örneği var. Buradaki vahşet çağımızın en büyük vahşeti 21. yüzyılda yaşanmış en korkunç soykırım örneklerinden biri ve bu çok teşhir edilerek yapılıyor. Burada en büyük acıyı toplum içerisinde kadınlar ve çocuklar yaşıyor. Dikkat edin müzakere süreçlerinde kadınları görmüyoruz. Erk, buradaki savaşın çözümünü de silah ve savaş yöntemleriyle yapıyor. Kadının adı yok orada. Tabii ki burada nihai bir çözüm oluşturulamaz” diye belirtti.

Kuzey İrlanda’da Nisan 1998’de Belfast (Hayırlı Cuma) Anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanan 1996-1998 yılları arasındaki barış süreci, 30 yılı aşkın mezhep çatışmasını bitirmiştir. Kadın grupları, bu konu için kurulmuş kadın kurultayı olan Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu ile birinci kulvar müzakerelerine katılmayı başarmıştır.

Kuzey İrlanda’daki barış sürecini örnek gösteren Nesrin Akgül, Balkanlarda 1990'ların başı ve 2000'lere sarkan süreci ve Türkiye'de kadınların öncü olduğu barış süreçlerini de hatırlattı. Kadınların bir araya gelip kurdukları bütün inisiyatiflerde farklılıkların bir araya geldiğini söyleyen Nesrin Akgül, komünal bir örgütlenme modelinin ortaya çıktığını belirtti.

‘Kadınlar inisiyatif alırken, toplumsal barışı örerek bunu yapıyor’

Nesrin Akgül, şöyle devam etti: “Biz de bugün Türk ve Kürt kardeşliği tarihini inşa ederek buluşma noktaları yakalıyoruz. Bu bizler için de önemli. Kadınlar bu süreçlerde inisiyatif alırken, toplumsal barışı, demokratik ulusu karakterize edecek ağlar örerek yapıyor. Bunu erkek karşıtlaştırıyor, çünkü erkeğin savaşı, karşıtlaştırıcı bir savaştır. Mesela Türkiye'deki temel sorun nedir? Demokratikleşme sorunudur. Peki demokratikleşme sorunu demokratik siyasetle çözülebilecekse, Türkiye bunun önüne hangi sorunu koydu? ‘Bu devletin ulusal güvenlik sorunudur’ dedi, savaşa havale etti ve militarist, toplumsal cinsiyetçi bir karakter oluşturdu. Demokratik yöntemlerle çözülebilecek bir süreç yerine, savaş, militarizm ve toplumsal cinsiyetçilik tercih edilmişse, bunun panzehiri de kadının bu süreçte yer almasıdır. Kadının, kadın kimliği ve örgütlülüğü ile burada yer alması savaşın ortaya çıkarttığı militarizmi ve toplumsal cinsiyetçiliğe karşı bir müdahale şeklidir.”

‘Kadınların müzakere süreçlerinde yer alması barışa yeni bir tanım getiriyor’

“Savaş sadece meydanda silahlarla verilmiyor. Savaşın yürütülme şekilleri envai çeşittir” ifadelerini kullanan Nesrin Akgül, bunu en somut örneğinin kadın katliamları olduğunu söyledi ve “Bu açık bir savaştır” dedi.

Kadınların müzakere süreçlerinde yer almasının barışa yeni bir tanım getirdiğini vurgulayan Nesrin Akgül, “Toplumu yeniden yapılandırmak istiyorsak, nerede sorun varsa o zihniyeti çözerek başlamak gerekiyor. Dünyada tanık olduğumuz örnekler de bize gösteriyor ki; kadınlar müzakere süreçlerinde yer aldığında toplumsal inşa koşulları oluşuyor. Bizim de bu süreçte esas aldığımız nokta, müzakere süreçlerinde örgütlü kadının varlığının tanınmasıdır. Bu nedenle Özgür Kadın Hareketi olarak gündemimize şunu aldık; Müzakere süreçlerinde kadının yer alması için hukuki güvenceler şarttır. Çünkü yasa ve anayasa bir devletin zihnini temsil eder. Bir devletin zihniyetini ve rejimini onun yasal ve anayasa karakteriyle çözersin. Mevcut anayasa fazlasıyla eril, fazlasıyla aileci, aileyi koruyan, erkeği koruyan bir yapıya sahip. Devleti koruyan bir anayasa. Biz de müzakereci bir güç olarak Kürdistan'da barışı tesis ederken kadın iradesiyle öncülük yapmayı esas aldık. Sayın Abdullah Öcalan da çözüm için en temel irade olarak kadın öncülüğünü ortaya koymuş durumda. Bizde çözüm politikamızı üretirken şunu diyoruz; bir komünler olarak müzakere sürecinin başarıya ulaşması, inşanın gerçekleşmesi için örgütlenmek, ikincisi devletin eril, erk, militarist toplumsal cinsiyetçi anayasasının değiştirilerek, evrensel normları içinde barındıran ki bunlardan biri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bahsi geçen kadınların bu süreçte yer almasına dair yasalardır. Hem bu normları oluşturan, bunları koruyan, buna bağlı kalan hem de tekil düzeyde mevcut gerçekliklere göre bir hukuki düzenlemenin gerçekleştirilmesi bizler için en temel müzakere yöntemleri ve araçlarından biri haline geldi” şeklinde konuştu.

‘Umut hakkı toplumlara, kadına yaşam hakkı tanıyor’

Kürt sorununun demokratik çözümü için başlayan “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”ne de işaret eden Nesrin Akgül, bu süreçte devlet tarafından atılması beklenen adımlara dikkat çekti. “Umut hakkı” tartışmalarına da değinen Nesrin Akgül, “umut hakkının” sosyolojik ve politik arka planının olduğunu söyledi.

Nesrin Akgül, “Umut hakkı kavramı çok önemli. Bu kavram müzakere süreçleri açısından da önemli. Neyin umudu? Bu hak sadece İmralı'da bir tecridin ortadan kalkması ve Abdullah Öcalan'ın koşullarının değiştirilmesine dayalı bir kavram değil, çok sosyolojik ve politik arka planı var. Umut hakkı, savaşın ardından toplumlara, kadınlara yaşam hakkı tanımaktır. Yaşam hakkı umudunu korumaktır. Bir çözüm umudunun ortaya çıkartılmasıdır. Bu bir ilkedir. Bu hakkı Sayın Abdullah Öcalan bir ilke haline getiriyor. Diyor ki ‘Bu savaş sürecinin ardından barış ve demokratik toplumun gerçekleştirmesine de umudu tanıyalım.’ Bu bir var olma ilkesidir, bu umut hakkını umut ilkesine dönüştürüyor. Abdullah Öcalan ‘umut ilkesini ben kadınlar için geliştiriyorum’ diyor. ‘Kadınların yaşaması ve yaşatılması üzerine ben bu hakkı geliştiriyorum’ diyor. ‘Onurlu, özgürce demokratik ilkelerde yaşamak, savaşın her haline karşı kadını özgür yaşamla buluşturup, erkeğin yaşam hakkı tanımadığı kadına yaşam hakkını tanımak ve yaşatmak gerekiyor’ diyor.

‘Kadın özgürlüğünün gerçekleşme olasılığı bir umut ilkesi hâline geldi’

Bu ‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin en temel ilkesidir. Yaşama ve yaşatma ilkesini baş ilke haline getiriyor. Buradan yola çıkarak yeni dönem için şunu diyebilirsiniz; Evet, bu hareket aynı zamanda bir kadın hareketidir. Kürdistan coğrafyasında yürütülen savaşa karşı en temel ilke kadınlar olarak ‘biz burada varız’ ilkesiydi. Bu 52 yıllık savaş içerisinde kadınlar olarak bir ilke bütünlüğü oluşturuldu. Kürt kadın hareketi en somutunda Rojava'da aynı zamanda bir ilkeler ve değerler bütünü hâline geldi. Kadının özgürlüğünün gerçekleşme olasılığı bir umut ilkesi hâline geldi. Özgürlüğün gerçekleşebileceğinin ihtimalini ortaya koyması bile dünya insanlığı açısından önemli bir şeydi. Çünkü kadın da bu savaşın içerisinde militanca savaştı. Kadın, toplumsal sorunları çözmek adına öncü bir militan güç haline geldi. ‘Kadın militanlığı’ kavramını oluşturdu. 52 yıllık hareket, aynı zamanda kadın militanlığının savaşta yarattığı değerler bütünüdür. Biz bu değerler bütünüyle bugün diyoruz ki ‘evet biz barışı tesis edeceğiz.’”

‘CHP kendisini sürecin dışına itiyor’

“Barış ve Demokratik Toplum Süreci”nin gidişatını da değerlendiren Nesrin Akgül, süreçte ikinci aşamaya geçmek için PKK’nin gerekli adımları attığını hatırlattı. Nesrin Akgül, süreç içinde yaşanan bazı tıkanmalara da dikkat çekerek, CHP’nin İmralı’ya heyet gönderilmesine “red” oyu kullanmasını eleştirdi.

Nesrin Akgül, “PKK bu noktada kararlılığını ortaya koyan her türlü adımı atmıştır. Artık bu saatten sonra ikinci aşamaya geçilmeli ve ‘entegrasyon’ denilen süreç başlamalı. Yer yer tıkanmalar yaşanıyor, mesela CHP, İmralı'ya kimseyi göndermeyeceğini söyledi. Böyle negatif, süreci geriye çeken, olumsuz bir karar aldı. Ki bu kararı alanlar içerisinde Kürt olan, bu coğrafyanın insanı olan kadınlar var. Bu coğrafyanın kaderi bu temsiliyetlerle oluşturulamaz. CHP'nin bu heyet içerisinde yer almaması çözüm olmamasıdır, CHP'nin kendisini sürecin dışına itmesidir. Çözümlü irade haline gelmemesidir. Günlük iktidar hesaplarının peşinde koşmasıdır. Ulusalcı çizgiden halen ödün vermeyip, savaş çizgisinde ısrar etmesidir. CHP bu kararla ‘ben bu süreçte rol ve çözüm gücü olmak istemiyorum’ dedi” ifadelerini kullandı.

Sürecin demokratik karakteri

Nesrin Akgül, sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu barışı için önemine vurgu yaparak, “Gerilla gücünün gelip entegre olması, bunun için hukuki sürecin başlatılması, kadınların hukuki sürece dahil edilmesi, toplumsal kapsayıcı bir alanda yasal düzenlemelerin yapılması sürecin demokratik karakterinin ortaya çıkartılması hamlesi olacaktır. Masa sallanır, masa devrilme tehlikesi yaşar. Mesele o masa başındaki müzakere güçlerin masadan kalkmayıp, masayı tutmasıdır. Bu irade ortaya çıkarsa süreçte kendisini karakterize eder. Yoksa da felaketi düşünmek bile istemiyoruz” dedi.

‘Yaşa ve yaşatma’ sloganıyla her yerde olacağız

Nesrin Akgül, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında kadınların, şiddete karşı ve özgürlük talebiyle alanlara çıktığını belirterek, konuşmasını şu şekilde tamamladı: “25 Kasım'ın mesajı şiddete karşı dur demekle sınırlı değil. Şiddete karşı çözüm üretme iradesinin ortaya çıkmasıdır. TJA olarak, bu dönemde atölyeler başlattık, bu bir çözümdür. Şiddet varsa bunun çözümü de var. Yani bizim en büyük kısır döngümüz, bir şeye hayır derken çözüm üretmememizdir. 25 Kasım, bu noktada sembolik olarak bütün kadınların şiddete karşı dur dedikleri bir süreçtir. ‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ndeyiz. Ortadoğu barışını arıyor, Ortadoğu kendi barışını yaratıp, emsal oluşturacak bir barışla dünyada bir değişim, domino etkisi yaratacak bir süreçte ve bunu kadınlarla yapacak. Kadına yönelik şiddete karşı ‘yaşa ve yaşatma’ sloganıyla her yerde olacağız. Özgür kadın iradesiyle meydanlara çıkan, her türlü sahada ben varım diyen, varlığını tamamen bir bahar gibi açıp ortaya koyan kadın, bir kadın baharını yaratabilir.”