İran’da idamlar artıyor: Yargı muhalefeti bastırmak için kullanılıyor

Çatışmaların gölgesinde geçen günlerde İran’da idamlar hız kazanırken, yüzlerce kişi casusluk suçlamasıyla gözaltına alındı. Hukukçu Nire Ansari’ye göre, İran devleti yargı mekanizmasını siyasi muhalefeti bastırmak için kullanıyor.

ŞEHLA MUHAMMADİ

Haber Merkezi – İran- İsrail çatışmalarının başlamasından bu yana, hatta ateşkes ilan edilmesine rağmen, İran devletinin halk üzerindeki saldırıları devam ediyor. Son günlerde, İsrail ile iş birliği suçlamasıyla birkaç kişi idam edildi ve İran İslam Cumhuriyeti’ne bağlı medya organlarının açıklamasına göre şimdiye dek 700’den fazla kişi aynı suçlamayla gözaltına alındı.

Bu baskıların boyutunu ve İran’ın siyasi ve toplumsal atmosferine etkilerini hukukçu Nire Ansari ile konuştuk.

*Bugün İran’daki gelişmeleri hukuki ve siyasi açıdan nasıl yorumluyorsunuz?

İran’da güvenlik yapılanması ve baskı politikaları son yıllarda giderek sertleşti. Bu durum, ardı arkası kesilmeyen idam dalgalarına yol açtı. Mecliste acil koduyla sunulan yasa tasarıları hızla onaylanıyor ve bu da yargılama süreçlerini “olağanüstü” hâle getiriyor. Oysa ceza yargılamaları yasaya uygun, adım adım ilerleyen, adalete dayalı olmalı; masumiyet karinesi korunmalı.

Ama fiiliyatta İran yargı sistemi adil yargılanma ilkelerini ihlal ediyor. Savaş durumu bahanesiyle hukuki süreçler rafa kaldırılıyor. Hükümet, siyasi yenilgilerini “yargı gücü” ile kapatma derdine düşerek idam, kitlesel tutuklama ve muhaliflerin fiziksel olarak ortadan kaldırılması yoluna gidiyor. Oysa bu insanların suçu yalnızca temel haklarını talep etmek.

Ceza usul yasaları, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığı esas alarak adaletli bir süreç için hazırlanmıştır. Ancak İran’da yargı bağımsız değil ve tarafsızlık ilkesine riayet edilmiyor. Yeni yasaların çoğu, yürütmeye hizmet eden baskı araçları hâline geliyor; hukuki değil, siyasi amaçlı kullanılıyor.

Hukuki açıdan bakıldığında, sanığın lehine yorum esastır ve ceza yasaları geçmişe dönük uygulanamaz. “Casusluk” suçu ancak gizli ve sınıflandırılmış bilgilerin kasıtlı olarak ifşası hâlinde oluşur. Sıradan ya da kamuya açık bilgilerin paylaşılması casusluk sayılmaz. Bu tür yargılamalar adaletsiz ve yasadışıdır.

Yabancı – hatta rejim karşıtı – medyaya haber göndermek de casusluk değildir. Çünkü kanunen haber vermek ile gizli bilgi ifşası arasında fark vardır. Casusluk, bilinçli ve kasıtlı olarak devlet sırrını aktarmayı gerektirir; hata veya ihmal suç değildir.

Bu hızlı tutuklamalar ve infazlar, aslında rejim eliyle işlenen cinayetlerdir ve İran’da derin bir hukuk ve insan hakları krizine işaret ediyor. Ne adil yargılama var, ne bağımsız avukata erişim, ne de şeffaflık. Masumiyet karinesi tamamen yok sayılıyor. Bu süreç yalnızca iç hukukla değil, İran’ın taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle de açıkça çelişiyor. Muhaliflerin ortadan kaldırılması “hukuki kılıf” altında gerçekleştiriliyor.

*Özellikle Evin Cezaevi'ndeki siyasi tutuklular İsrail saldırılarından sonra tehdit altında. Birçoğu yasa çıkmadan önce muğlak suçlamalarla gözaltına alınmıştı. Tutsaklardan haber alınamıyor, tutsakların yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasi tutuklular devletin emanetidir. Sağlıkları ve insan onurları devletin sorumluluğundadır. Zaten normal şartlarda da birçok hak ihlaliyle karşı karşıya kalıyorlar. Ama savaş ve baskı ortamında bu risk daha da artıyor. Bilgi verilmemesi, idamla tehdit edilme ve işkence gibi uygulamalar hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk açısından insan onuruna karşı suçtur.

Bu konuda yetkililer sorumluluktan kaçamaz. Çünkü yaşanacak her zararın doğrudan sorumlusu devlettir. Sert müdahaleler, şiddetli sevkler ve güvensiz ortamlar, cezaevlerinde kriz yönetimindeki zafiyetin ve intikamcı yaklaşımın göstergesi.

Uluslararası sözleşmelere göre, yargı organları mahpusların güvenliğini ve sağlığını sağlamakla yükümlüdür ve bu durumlar hukuki takibe açıktır. Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 6. ve 7. maddelerine dayanarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Güvenlik Konseyi veya Gerçekleri Araştırma Komitesi gibi kurumlara şikâyet sunulabilir.

*Ateşkesin üzerinden üç gün geçmesine rağmen internet hâlâ kesik. İletişim sorunu yaşanıyor. Mevcut medya ise çoğunlukla yanlış bilgiler yayımlıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnternete serbest erişim temel bir insan hakkıdır. Bu hakkı sınırlamak açık bir insan hakları ihlalidir. BM İnsan Hakları Komisyonu 2016 yılında internetin kesilmesini kınamış ve bu durumu Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 19. maddesine aykırı bulmuştur.

İran’da internetin kesilmesi sadece bir hak ihlali değil, daha derin bir krizin işareti olabilir. Bu durumun uluslararası hukuk kurumlarına rapor edilmesi gerekir. Yurtdışındaki İranlıların da bu konuda harekete geçmesi, uluslararası mekanizmaları devreye sokması şart.

*Uluslararası kurumlar açısından bakıldığında, bu yapılan açıklamaların pratikte etkisi nedir? Bu kurumlar İran halkı için ne yapabilir?

Yayımlanan bildiriler ve karar taslakları tek başlarına yeterli değil, yaptırım gücü yok. Etkili olan; Uluslararası Af Örgütü gibi hukuk temelli kurumların devreye girerek hukuki mekanizmaları işletmesidir. Olağanüstü durumlarda ya da savaş hâlinde sadece açıklamalarla ihlaller durdurulamaz.

*Gerçekleri Araştırma Komitesi nasıl bir rol oynayabilir?

Bu komiteler 2022’de Jina Mahsa Amini’nin katledilmesinin ardından kuruldu. Oldukça etkili yapılardır ve hukuki mekanizmaları işletme yetkileri vardır. En temel talepler; idamların durdurulması, siyasi ve düşünce suçlularının serbest bırakılması, özellikle tehlikeli bölgelerde tutulanların acil izinle salıverilmesi ve BM’nin cezaevlerine uluslararası gözlemci göndermesidir.

Uluslararası gözlemciler cezaevlerinde inceleme yapabilir, siyasi mahkûmların durumunu değerlendirebilir ve rejimi insan hakları ihlalleri nedeniyle sorumlu tutabilir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 27. ve 28. maddelerine göre, devlet başkanları da dahil olmak üzere herkes kişisel olarak cezai sorumluluk taşır. Makamı ne olursa olsun bu cezayı hafifletmez. Bu çerçevede atılacak hukuki adımlar ciddi sonuçlar doğurabilir; çünkü yalnızca sözle değil, hukuki baskıyla sonuç alınabilir.

*Bugün bu kurumların harekete geçmesini ve İran’ı sorumlu tutmasını sağlayacak bir mekanizma var mı?

Evet, uluslararası hukuk mekanizmaları mevcut ve bazı ülkeler, örneğin İsveç gibi bu konuda destek vermek istiyor. “Koruma Sorumluluğu” ilkesi gereği, demokratik devletler başka ülkelerdeki baskı ve hak ihlallerine karşı o halkı savunmakla yükümlüdür. Ancak temel sorun şu: Uluslararası hukukta adalet çoğu zaman siyasi çıkarların gerisinde kalıyor.

Yine de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İran’daki baskıların daha fazla çatışma ve suça yol açmaması için devreye girmeli.