Ebu’l Hasan kasabası: Tarihini koruyan bir örnek
Ebu’l Hasan kasabası, toprağın köklülüğüne ve insanın asaletiyle şekillenen tarihine tanıklık etmeye devam ediyor. Kasaba, kimliğini koruyan bir canlı örnek olarak karşımızda duruyor.
ZEYNEP XELİF
Dêrazor- Fırat Nehri kıyısında yer alan Ebu’l Hasan kasabası, zamandan korunmuş bir parça gibi duruyor. Uzun bir medeniyet tarihine tanıklık etmiş, yılların silemediği hatıraları hafızasında taşıyor. Kuzey ve Doğu Suriye’nin Dêrazor kantonunda yer alan bu kasaba, sahip olduğu stratejik, kültürel ve tarımsal özelliklerle bölgenin en önemli yerleşim yerlerinden biri olarak öne çıkıyor. Ticaret yollarının kavşağında yer alması ve birçok uygarlığın merkezi olması, kasabanın tarihi önemini artırıyor.
Kasabanın en önemli simgelerinden biri olan Tel Ebu’l Hasan Höyüğü, yalnızca bir toprak yığını değil; kahramanlık, aidiyet ve zengin toplumsal yaşamın tanığı olan tarihi bir belge niteliğinde.
Ticaret ve kültür yollarının kesişim noktası
Kasabanın önemi ve korunmuş gelenekleri hakkında konuşan kasaba sakinlerinden Macide el-Huzum, "Ebu’l Hasan, Deyrizor bölgesinin en önemli kasabalarından biridir. Derin bir tarihe ve zengin bir kültüre sahip. Fırat Nehri kıyısında stratejik bir konuma sahip olması nedeniyle tarih boyunca ticaret ve kültür yollarının kesişim noktası oldu. Tarımsal olarak da önemli bir merkezdir. Geleneklerine ve özgün kültürüne sıkı sıkıya bağlı bir kasabadır" diyor.
Kasabanın misafirhaneleri ile bilindiğini söyleyen Macide el-Huzum, "Kökenimiz, Remadi ve Ebu’l Hasan’da yaşayan Ubeyd kabilesine dayanır. Onlar göçebe bir yaşam sürer, keçi kılından yapılan çadırlarda yaşar ve su ile otlak bulmak için göç ederlerdi. Daha sonra çamur evler inşa etmeye başladılar ve bu evlerin bazıları hala ayakta” diyor.
Macide el-Huzum, höyüğün tarihî değerine de şu sözlerle dikkat çekiyor:
“Bu höyük sahabe döneminden beri bilinmektedir. Kasabanın ismini aldığı dedemiz, Fransız işgaline karşı savaşırken burada şehit düşmüştür ve höyüğe defnedilmiştir. Kasaba, kakule, meyve, zeytin, elma, portakal ve kayısı yetiştiriciliğiyle ünlüdür. Ayrıca Fırat Nehri'ne bakan harika doğal manzaralara sahiptir.”
‘Misafirperverlik kimliğimizin ayrılmaz bir parçası’
Macide el-Huzum, ayrıca kasaba halkının doğuştan misafirperver olduğunu vurgulayarak “Remadi gibi çevre bölgelerle tarihi bağlarımız vardır. Eskiden nehir geçişleri sal ve sandallarla yapılırdı. Özellikle Şamiyye ve Cezira bölgelerine geçilirdi. Eskiden bu iki yer birdi; sonradan Fırat Nehri onları ayırdı. Burada düğün kutlamaları üç gün sürer. Bu kutlamalarda yemek hazırlıkları, halaylar ve mizmar müziği yapılır. Akşamdan sabaha kadar sürer. Kadınlar geleneksel elbiseler giyer, başlarına bant takarlar ve bayramlarda tandırda ekmek pişirirler. Aileler cömertlikleriyle bilinir; akrabalar hep birlikte yemekler hazırlar. Burası Suriye’den gelen misafir ve tüccarlar için ana duraklardan biriydi. Herkes misafiri ağırlamak için yarışırdı. Misafiri aç bırakmak, bizde kabul edilemez bir şeydir. Bu, kaybolmasına izin vermeyeceğimiz geleneklerimizdendir” diye anlatıyor.
Zorunlu göç dönemine değinen Macide el-Huzum, son olarak şöyle konuşuyor:
“Göç sırasında üç misafirhane kurduk ve bu durumla gurur duyduk. Geri döndüğümüzde her şeyi yeniden inşa ettik. Hatta köprü inşaatı başladığında kasabaya elliden fazla kişi geldi ama onları karşılayan yoktu. Biz onları ağırladık, elimizden geleni yaptık. Cömertlik bizim kimliğimizin bir parçasıdır. Burada kadınlar her zaman misafir ağırlama sorumluluğunu üstlenmiştir. Geleneğimizle gurur duyuyoruz ve bunu çocuklarımıza aktarmaya devam edeceğiz. Asla vazgeçmeyeceğiz.”