Sebahat Tuncel: Kürt kadın hareketinin tarihi yargılanmak isteniyor
Kobane Davası’nda mahkemeye ders niteliğinde beyanlarda bulunan Sebahat Tuncel, “Kürt kadınlarının öncülük ettiği kadın özgürlük mücadelesi dünyaya örnek olmuştur ama Türkiye, Kürt kadın hareketinin tarihini yargılamak istemektedir” dedi.
Haber Merkezi- Kobanê Davası’nın 45’inci duruşması, Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sincan Cezaevi Kampüsü’nde bulunan duruşma salonunda Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in esasa dair savunmasıyla devam etti.
Darwinizm Kuramı’na değinerek ardından henüz 19 yaşındayken 30 Mayıs 1431 tarihinde Rouen kentinde 10 bin kişinin toplandığı Vieux-Marchè meydanında diri diri yakılan Jeanne d'Arc’a atıfta bulunarak savunmasına devam eden Sebahat Tuncel, mahkemenin de benzer bir tutum sergileyerek gerçeğin açığa çıkarılmasını amaç edinmediğini aksine Kürtlerin ve Kürt kadınlarının yaşamını hedef aldığını söyledi.
‘Kadınlar Kurdistan’da tarihe adını yazdı’
Kürt kadınların kendi dillerini ve kültürlerini korumak için mücadele ettiğini belirten Sebahat Tuncel, “Kadın özgürlük çizgisini suç çizgisine sığdırmak istiyorsunuz. Erkek aklı kadına dair her şeyi suç olarak ele alıyor. O yüzden eşitlik sadece şekli bir konu değil kadınların kendi egemenliklerini ele alabilmesi için önemli bir kavşaktır. Kürt kadınları tarihin her döneminde eşitlik için mücadele etmiştir. Nice Kürt kadını kendi dilini, kültürünü korumak için mücadele etmiştir. Biz de onların devamcısı olarak mücadeleyi sürdürüyoruz. Özellikle erkek alanı olarak görülen bazı alanlarda kadınlar Kurdistan coğrafyasında tarihe adını yazdırmıştır” dedi.
Kürt ve Alevi kadın öncüleri anlattı
“Herkes Selahaddin Eyyübi’yi tanır ancak ölene kadar kimseye boyun eğmeyen Eyyübi’nin yeğeni Deyfe Xatun’u tanımaz” diyen Sebahat Tuncel, Deyfe Xatun’un İran Şahı’na ve Moğollara karşı verdiği direnişi anlattı. Ders kitaplarında da Kara Fatma olarak tanıtılan ve Türk olarak lanse edilen Fatê Reş’in hikayesini de hatırlatan Sebahat Tuncel şunları aktardı:
“Fatê Reş, Kürt Amazon’u olarak bilinirdi, Türkçe dahi bilmezdi. Yine Alevilere karşı da aynı politikalar söz konusu. Geçmişte bu kadınlardan biri olan Anşe Bacı var. İkinci Mahmut döneminde baskı ve zulüm koşullarında Hubiyar dedelerinin faaliyetleri engellenmiş, Sünnileştirme politikaları devreye konulmuştu. Veli Baba gibi bu politikalara karşı direnenler de olmuştur. Onun hakka yürümesiyle eşi olan Anşe Bacı, Hubiyar Ocağı talebelerine önderlik yapmış ve Alevileri örgütlemiştir. 1887 yılında Anşe Bacı Kadı huzuruna çıkarılmış, ‘ayrı baş çekmek, 50 bine yakın kişiyi örgütlemek ve taraftarlarını silahlandırmak’ gerekçeleriyle sürgüne gönderilmiştir. 30 bin kişi dava devam ederken onun yanında yer almıştır. Sürgünden 2 yıl sonra affedilmiştir. Sonrasında ise güçlenerek dönmüştür. Alevilere karşı Osmanlı’nın politikalarına direnmiştir. Asimilasyon politikalarını boşa çıkaran öncü bir kadın olarak tarihte yer almıştır. Günümüzde de Alevi kadınların özgün sorunları var. Hatta savcı bey Gülfer arkadaşımızın Alevi kimliğini suç sayarak mütalaaya koymuş! Alevileri ürküten politikalar üretiliyor. Çorum Katliamı’nı, Gazi’yi, Maraş’ı yaşadılar. Bu ülkede Aleviler kendisini güvende hissetmiyor. Şimdi en azından örgütlenmeleri var ama devlet bunu ortadan kaldırmak için kendine bağlı Aleviler yaratmaya çalışıyor. Ancak direnen Alevi kadınlar hala var.
Rojava’da direnen kadınları ve tüm halkları saygıyla selamlıyorum
Direnen kadınlardan biri de DAİŞ’in vahşetine karşı mücadele eden Arin Mirxan’dır. Rojava’da direnen DAİŞ çetelerini yenilgiye uğratan kadınları ve tüm halkları buradan bir kez daha saygıyla selamlıyorum. Onların direnişi olmasaydı bugün Türkiye’de başka bir durum olabilirdi. DAİŞ’in komşusu olabilirdik, gerçi Türkiye’yi yönetenler Kürtlerle değil DAİŞ’le komşu olmayı yeğliyor. Yine baktığımızda İran Kürdistan’ı açısından da erkek egemen sisteme karşı kadın mücadelesinin belirgin bir tarihi var. 1850’ler sonrası yükselen feminist dalga bu coğrafyada da karşılık bulmuştur. 1906 Anayasa’sında yer alan kısıtlamalar, kadınların toplumsal statüsünün en altta yer alması kadınları mücadeleye sevk etmiştir. Şu an İran’da direnen kadınlar ile birlikte dünyanın her yerinde ‘Jin jiyan azadî’ sesleri yükseliyor.
Orta Doğu’daki kadınların devrim ve reform süreçlerinde direnişin ve mücadelenin ön saflarında yer alması anlaşılırdır. Orta Doğu’nun yapısı batıda çok anlaşılmıyor. O yüzden Orta Doğu’daki çözümler için batı dayatmaları çözümsüz kalacaktır. Savaşa karşı kadınların tartıştığı bir başka başlık da barıştır. Biz kadınlar için barış meselesi en temel konudur. Biz kadınlar olarak savaşın zulmüne karşı özel bir ahlaki tutuma sahibiz. Kadınlar yaşamın koruyucusudur. Savaş, ölüm ve zulüm demektir ve buna karşı direniyoruz.”
‘Kadınlar biçilen rol eve ve anneliğe sıkıştırıldı’
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte kadınlara biçilen rolün eve ve anneliğe sıkıştırılarak tarihsel rolünün silinmeye çalışıldığına işaret eden Sebahat Tuncel, “Kadınların rolü kapitalizm için işçi doğurmak olarak belirlenmiştir. Kadınlar daha çok armağan ve geçimlik ekonomide kendilerine yer bulurlar. Türkiye’de de kadın hareketleri tarafından ev içi emeğin ücretlendirilmesi tartışmaları yürütülüyor. Her şey parayla ölçüldüğü için bütün mesele bu olarak bakılıyor. Kadınların çalışması paraya değer değildir. Hatta bu nedenle çalışma bile değildir. Paranın değeri belirlediği bir toplumda ev içi emek kadınların statüsünü de belirlemektedir. Kadınlara ‘ne iş yapıyorsunuz’ diye sorduğumuzda, ‘işsizim’ der. Halbuki o iş değil mi? Kadınların emeği olmasa erkeğin getirdiği paranın ne anlamı var” dedi.
‘Kadınların etrafında şekillenen ekonomi kadınlara karşı kullanılıyor’
Kadınların kendi emeğine dahi değer vermemesini trafik olarak değerlendiren Sebahat Tuncel, şunları ifade etti: “Erkek akıl bunu sağlıyor, kadınların gözünde kendi işini bile değersizleştiriyor. Farkında değil, kendi doğal görevi olarak görüyor. Ev içi emek de başka bir noktada kapitalizm tarafından pazara sunuldu. Zenginler ücret karşılığında ev işçiliğini kullanıyor. Kadınlar orada da birçok sorunla karşılaşıyor. Evler, artık ev değil toplumsal fabrikalardır. Kadınlar doğa ile malzeme arasındaki bir aracıdır. Kadınların etrafında şekillenen ekonomi biçimi kadınların elinden alınmış ve kadınlara karşı kullanılmaktadır. Toplumdaki yoksullaşma en başta kadınları etkiliyor. Nitekim ihtiyaçlar doğrultusunda bir ekonomik düzen bu konuyu da çözecektir” şeklinde konuştu.
‘Örgütlü kadın gücü Türkiye’deki zihniyeti de korkutuyor’
Bu maddi koşullar altında yaşanan deneyimlerin kadınların örgütlenme biçiminde özgünlük yarattığını söyleyen Sebahat Tuncel, “Dünya deneyimleri bize göstermiştir ki örgütlü kadın gücü kapitalizmin değişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye’deki zihniyeti de korkutmaktadır. Devlet tarafından Kürt kadınlara dönük saldırılar, kadın örgütlerinin kriminalize edilmesi bu korkunun bir yansımasıdır. Eş başkanlığı dahi bizim önümüze suç olarak koyuyorsunuz. Aynur Aşan’a dönük suçlamalardan biri de ‘Eş Cumhurbaşkanlığı’ savunmasıdır. Baskınlarda kadınlara dair bütün çalışmalara el konuldu. Bu, kadın emeğine el koymaktır. AKP iktidarı Kürt kadınlarından korktu, çünkü biz mücadeleyi toplumsallaştırdık. Kadınlar belediyelere çok rahat gitmeye başladı, halk belediyeciliğini geliştirdik. Bu baskılara karşı biz hala eşbaşkanlıkta ısrar ediyoruz” dedi.
‘Kadın kurtuluşunu örgütleyecek yeni bir anlayışa ihtiyaç var’
Kürt kadınlarının öncülük ettiği kadın özgürlük mücadelesinin dünyaya örnek olduğunu ama Türkiye’nin Kürt kadın hareketinin tarihini yargılamak istediğine vurgu yapan Sebahat Tuncel, şunları ifade etti:
“Kadınların karar mekanizmalarında eşit temsiliyetinin sağlanması için verilen mücadele toplumsal dönüşümde oynadığı rol ortadadır. Tam anlamıyla olmasa da önemli biçimde toplumsallaşmıştır. Kadınların kendilerini eve bağlayan zincirleri kırabilmesi için önce bu zincirlerin nasıl örüldüğünü anlamaları gerek. Cinsiyetçilik bir devlet politikası olarak önümüzde durmaktadır. Cinsiyetler arasındaki farklılıklar kast paradigmasını sağlar. Ti-Grace Atkinson, ‘kadınların baskı altına alınması sınıfların başlangıcıdır’ der. Kadınların sınıf kimliklerinde yeni bir politik kimliğe kavuşmalarını savunur. Yeni bir zihniyete, dile kadının kurtuluşunu örgütleyecek yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır.”
‘Müslüman kadınların kendi kaderini belirlemesi çok önemlidir’
“İslam ve kadın mücadelesi” ilişkisine değinen Sebahat Tuncel, klasik Müslüman tarihindeki kadın rolünün yok sayılmasının çağdaş Müslüman feministler tarafından eleştirildiğini ifade etti. Orta Doğu’daki cihatçı örgütlerin Müslüman kadınlara dönük baskı uyguladığını ve IŞİD gibi kadın düşmanı cihatçı örgütlerin Türkiye tarafından desteklendiğine işaret eden Sebahat Tuncel, “Kadınları kırıma uğratan DAİŞ vahşetine destek verirken, vahşete karşı ses çıkaran, tepki gösteren Kürt kadın siyasetçileri yargılıyorsunuz. Müslüman kadınlar Orta Doğu’da cihatçı grupların baskılarına karşı eşitlik mücadelesi veriyor. Feminist bir perspektif ile dinin yeniden değerlendirilmesi Orta Doğu ve Türkiye açısından çok önemlidir. Müslüman kadınların kendi kaderini belirlemesi çok önemlidir ve bu kadın özgürlük mücadelesine katkı sunacaktır” dedi.
‘Kadın sorunu değil erkeklik sorunu’
“Asıl sorun kadın sorunu değil erkeklik sorunudur” diyen Sebahat Tuncel, erkek zihniyetinin tarihsel gerçeklikler ters yüz edilerek dayatıldığının altını çizdi. Kadın özgürlük sorununun evrensel olduğunu ifade eden Sebahat Tuncel, savunmasına şöyle devam etti:
“Bu binlerce yıldır temel gündemimizdir. Kürt kadınları olarak Orta Doğu halklarının demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik bir yaşam kurmasını istiyoruz. Kadın özgürlüğünün çözümünü ertelenemez olarak görüyoruz. Bunun için kadın özgürlüğünü sağlamlaştıracak adımlar atıyoruz. Bir yandan kendi siyasetimiz içindeki erkek egemenliğini aşmaya çalışırken bir yandan da kadınların gelişimine dönük çalışıyoruz. Kadın hareketinin Türkiye yargısına konu yapılması, kadınların yaşama katılmasının önünde engel olunması ve kriminalize edilmesi de devletin kadın eşitliğine dair yaklaşımını göstermektedir. Bu baskılar dinci, milliyetçi ve tekçi iktidar inşasının bir gereğidir. Ancak özgürlük yürüyüşü erkek şiddetine rağmen devam edecektir."
Duruşmaya öğleden sonra devam edilecek.