“Bu yasa siyasi vesayet oluşturacak”

İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkez yöneticilerinden insan hakları savunucusu Nuray Çevirmen, dernek ve vakıflara kayyım yasası olarak değerlendirilen düzenlemeyle ilgili “Muhalif olan sivil toplum kurumlarının bu yasadan kaynaklı zarar göreceği aşikârdır. Bu yasa, aynı zamanda sivil toplum alanında faaliyet yürüten insanların üzerinde de bir baskı aracı olacaktır.” diyor.

EKİM ZEYNEP YAĞMUR
Ankara-İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkez yöneticilerinden insan hakları savunucusu Nuray Çevirmen ile dernek ve vakıflara kayyım yasası olarak değerlendirilen “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun”u konuştuk. 
• “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun” 31 Aralık 2020 tarihinde Resmi Gazete’nin 5’inci mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Söz konusu düzenlemenin başta Anayasa olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerine aykırı olduğunu belirten 700’e yakın kurum itiraz gerekçelerini açıkladıkları ortak bir metne imza attı. Bu kurumlardan biri de İHD. Hangi gerekçelerle itiraz ediyorsunuz bu yasaya?
Bu yasanın dernek ve vakıfların faaliyetleri üzerinde bir baskı aracı olacağından ve bireylerinde örgütlenme özgürlüklerinin de engelleneceğinden ve ayrıca iktidarların sivil toplum üzerinde siyasi bir vesayet oluşturacağından kaynaklı olarak itiraz ediyoruz. Ayrıca bu yasa, hukukun temel ilkesi olan, masumiyet karinesine ve devletin altına imza attığı, uluslararası sözleşmelere de aykırılık teşkil ediyor.
• Bahse konu yasanın ‘iktidar tarafından makbul bulunmayan’ sivil toplum örgütlerinin, toplumsal ve siyasal yaşamda varlık göstermelerini engelleyebilecek cezai süreçlere zemin hazırladığına dikkat çekiliyor. Bu yasa ile STK’lar ne tür engellerle karşılaşabilir?
Muhalif olan sivil toplum kurumlarının bu yasadan kaynaklı olarak zarar göreceği aşikardır. Aynı zamanda sivil toplum alanında faaliyet yürüten insanların üzerinde de bir baskı aracı olacaktır. Yardım toplama faaliyetleri kısıtlanan dernek ve vakıfların çalışma zeminleri ortadan kalkacaktır. Zaten oldukça düşük olan gelirleri, giderlerini karşılayamayacak duruma geldiği zaman fiziki bir engelle karşılaşmış olacak ve kapanacaklardır. Bu da toplumun nefes alma alanlarını, söz söyleme özgürlüklerini, örgütlenme özgürlüklerini ve hak arama mücadelelerini ortadan kaldıracaktır. 
“Bakanlık kendisini mahkeme yerine koyuyor!”
• Bu yasa ile terörle mücadele kapsamında hakkında soruşturma açılan dernek yöneticileri İçişleri Bakanlığı’nca mahkeme kararı olmadan görevden alıkonulabilir, dernek faaliyetleri durdurulabilir ve uzaklaştırılan kişiler yerine İçişleri Bakanlığı kayyum atayabilir. Açıkçası bu düzenleme ile STK’lara kayyım atanması için herhangi bir mahkûmiyet kararının olmasına bile gerek yok diyebilir miyiz?
Bu durum zaten hukuki olarak dahi karşılığı olan bir durum değildir. Bakanlık kendisini mahkeme yerine koyarak bireyler hakkında karar veriyor ve suçlu ilan ediyor. Suçlu olarak ilan ettiği bireyler üzerinden de içinde bulunduğu kurumları hedef haline getiriyor. Kayyum kavramını uzunca bir süredir yerleşik hale getirdiler ve sürekli olarak her alanda uygulamaya devam ediyorlar. Bu şekilde toplumun seçme ve seçilme iradesi üzerinde de bir vesayet meydana getirerek, toplumsal iradeyi kabul etmeyerek bu iradeye bir vasi atıyor. Bu uygulamaları şimdi de dernek ve vakıflar üzerinde uygulamak isteyecekler.
• Binlerce sivil toplum kuruluşu, meslek örgütü üyesi, gazeteci, siyasetçi Terörle Mücadele Kanunu kapsamında soruşturmaya uğruyor. Hakkında soruşturma açılan bir kişi nedeniyle bir derneğin yönetimine el konulması tümüyle örgütlenmeye yönelik bir tehdit değil mi?
Elbette bir tehdittir. Bugün mevcut olan duruma bakıldığında suç nitelikleri bile değişmiş durumda. Herhangi bir konuda muhalefet etmek amacıyla düşüncelerinizi ifade ettiğinizde dahi suçlu duruma getirilip cezaevine konulabiliyorsunuz. Toplumun genelinin üzerinde bu korku hakim olmuş durumda. 
“STK’lar iktidarlar için maalesef kabul edilebilir kurumlar olmuyor”
• Aslında amaç eleştirel sesleri susturmak mı?
Sivil toplum alanında genişleme bu çağda olması gereken bir durumdur. Çünkü haklar da genişledi mağduriyetler çoğaldı ve elbette toplumda değişti ve dönüştü. Bu nedenle pek çok alanda sivil toplum çalışmaları da çeşitlilik kazandı. Sosyal bir devlet anlayışında ve demokratik bir sistemde bu olması gereken bir durumdur. Demokratik uygulamaları göz ardı eden ve yok sayan bir sistemde sivil toplum; iktidarlar için maalesef kabul edilebilir kurumlar olmuyorlar. Oysa toplumun ihtiyaçlarını önemseyen yönetimler sivil toplum örgütlerinin ortaya koymuş olduğu gerçekler ve ihtiyaçlar doğrultusunda uygulamalarını revize eder, ihtiyaca göre dönüştürür ve hakları geliştirir.  
“Amaç korku oluşturmak”
• Bu yasa ile OHAL’in fiilen sürdüğü memlekette, korku duvarına bir tuğla daha eklendi diyebilir miyiz?
OHAL kalkmış olsa bile uygulamaları ile fiilen gerçek anlamda devam ediyor. Uzun zamandır toplumun genelinin üzerinde baskı söz konusu ve bu baskı toplumun pek çok kesimini içine alacak şekilde genişliyor. Üniversitelerde yapılan uygulamalar, seçilmiş belediyelere atanan kayyumlar ve seçilmişlerin cezaevlerine konulması, gerçekleri ifade eden ve haber alma-verme hakkı için mücadele eden gazetecilerin cezaevlerine atılması ya da işsiz bırakılması, muhalif basın üzerindeki çok çeşitli baskı ve cezalandırma araçları, siyasi parti çalışanlarına yönelik toplu gözaltılar ve tutuklamalar, emekçilerin hak aramalarının engellenmesi ve şiddetle bastırılması, hak arama mücadelesinin önemli bir ayağı olan barışçıl toplanma ve gösteri haklarının sürekli olarak engellenmesi ve şiddetle bastırılması, bu hakkı kullanmak isteyenlerin gözaltına alınması, tutuklanması vb. çoğaltılması uygulamalar zaten toplum üzerinde bir korku oluşturmaya dönük uygulamalardır. Son olarak da STK’lar için getirilen bu yasa da toplumun nefes alma alanı olan kurumların faaliyetlerini kısıtlayarak ya da ortadan kaldırarak ayrı bir korku oluşturmayı da hedeflemektedir.  
“Mücadele etmeye devam edeceğiz”
• “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanunu” ile başta insan hakları, kadın, LGBTİ+ ve mülteci hakları alanındaki dernek ve vakıflar "tek imza” ile kapatılma riskiyle karşılaşacak. Peki, hak ihlallerine kapı aralayan ve örgütlenme özgürlüğünü ciddi anlamda daraltan bu yasaya karşı ne yapılabilir?
Türkiye’de kadın, LGBTİ+ ve mülteciler dezavantajlı gruplardır. Kadın mücadelesi sivil toplum alanında en önemli mücadele alanlarından bir tanesidir ve çok bedeller ödenerek ilerlenen bir alandır. Yaşanan kadın katliamları, şiddet vakalarını hepimiz görüyoruz, yaşıyoruz ve farkındayız. Yine ayrımcılığa uğrayan, şiddet gören, yaşam alanları kısıtlanan, çalışma özgürlükleri ellerinden alınan LGBTİ+’ların da tüm haklarının savunulması ve korunması, örgütlenmelerinin devamının sağlanması gerekir. 2011 yılından bu yana en önemli gerçeğimiz haline gelen mültecilerin durumları da ortadadır. 
Yaşamak için gerçek anlamda canları pahasına mücadele etmiş ve hayatta kalabilmiş olan mülteciler de neredeyse her alanda hak ihlaline maruz bırakılıyorlar. O nedenle STK’lar vasıtasıyla örgütlenerek ya da STK’lar aracılığı ile haklarını aramak durumunda kalıyorlar. STK ve vakıfların varlığı ve devamlılığı hak arama mücadelesinin temel taşıdır. Bu nedenle faaliyetlere devam edebilmek için siyasi vesayete karşı da ayrıca bir mücadele yürütmek durumunda kalındı. Sivil toplum kurumları olarak bizler faaliyetlerimiz alanında çalışmaya, çözüm yolları aramaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz.