Shiva Mahboubi: ‘Salı Günü İdamlara Hayır’ kampanyası küresel bir direnişe dönüşmeli

İran’da idam cezalarına karşı çağrıda bulunan Shiva Mahboubi, “BM ve AB gözlerini kapatsa da, protestolar yayıldıkça sessiz kalmaları mümkün olmayacak. ‘Salı Günü İdamlara Hayır’ kampanyasını küresel bir direnişe dönüştürmeliyiz” dedi.

ŞAHLA MUHAMMEDİ

Haber Merkezi – İran'da “Salı Günü İdamlara Hayır” kampanyası 90. haftasına girerken, cezaevlerinde idam cezaları artarak sürüyor. Tutuklular, infazlara yüksek sesle “hayır” diyor ve seslerini hem İran’da hem de uluslararası kamuoyunda duyurmayı hedefliyor. Ancak bu çağrılar, küresel medya ve uluslararası insan hakları örgütleri tarafından büyük ölçüde görmezden geliniyor. İdam riski altındaki siyasi tutuklular arasında üç kadın öne çıkıyor: Pexşan Ezîzî, Werîşe Muradî ve Şerife Muhammedi. Bu üç siyasi kadın tutuklu, en büyük tehlikeyle karşı karşıya olan isimler arasında yer alıyor.

İnsan hakları savunucusu Sepideh Gholian, geçtiğimiz günlerde Pexşan Ezîzî ve Werîşe Muradî’nin infaz edilme ihtimali konusunda kamuoyunu uyardı. İran hapishanelerinde yaşanan hak ihlallerini ve idam tehdidi altındaki siyasi tutukluların durumunu, Siyasi Tutukluların Serbest Bırakılması Komitesi Sözcüsü Shiva Mahboubi ile konuştuk.

*Öncelikle İran’daki hapishanelerdeki mevcut durumu bize kısaca anlatabilir misiniz? Siyasi tutuklular bugün ne tür koşullarda yaşıyor?”

Hapishanelerdeki durum eskisinden çok daha kötü hale geldi. Rejim, protestolardan ve devrilme riskinden korktuğu sürece mahkumlar üzerindeki baskı da artacaktır. Öte yandan, uluslararası medyanın sessizliği ve infazlara karşı etkili bir tepki verilmemesi, İslam Cumhuriyeti rejimi üzerinde ciddi bir baskı oluşmasını engelliyor. Bu nedenle, özellikle İsrail saldırısından sonra mahkumların durumu daha da kötüleşti ve hayatları hakkında ciddi endişeler oluştu. Mahkumlar hem infaz ve ölüm tehdidiyle karşı karşıya hem de tıbbi tedavi haklarından mahrum bırakılıyorlar; Somayeh Rashidi’nin durumu bunun en çarpıcı örneği. Kadın siyasi mahkumlar Evin Cezaevi’nin 6. Koğuşu’na geri gönderildi ancak burada ağır ve insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlanıyorlar. Ayrıca rejim, sivil aktivistleri ve sanatçıları tutuklayarak, ailelerini tehdit ederek baskıyı daha da yoğunlaştırdı. Bunun son örneği, eşi benzeri görülmemiş şekilde yedi tutuklunun infaz edilmesiydi.

*Özellikle kadın siyasi tutuklular Pexşan Ezîzî, Werîşe Muradî ve Şerife Muhammedi’nin durumu hakkında yeni gelişmeler nelerdir ve bu tutuklular neden bu kadar büyük bir tehdit altındalar?

Toplumsal düzeyde, özellikle “Jin, jiyan, azadî” ayaklanmasından sonra kadınlar, İslam rejiminin hedefi haline geldi. Rejim, tutuklamalar, idam cezaları ve diğer yöntemlerle kadınları, özellikle kadın aktivistleri her zamankinden daha fazla baskı altına almaya çalıştı. Bu kadınlar, tüm zulme rağmen, hapishanede bile topluma mücadelenin devam ettiğini göstermeye devam ettiler. Dolayısıyla rejim, kadınlara yönelik baskısını artırdı; bu durum aslında tüm topluma yönelik bir saldırıyı da simgeliyor. Sadece Werîşe, Pexşan ve Şerife için verilen idam cezaları değil; aynı zamanda tüm bu kadınların hayatlarının tehlike altında olduğu bir gerçekliği ortaya koyuyor.

İsrail’in Evin Hapishanesi’ne düzenlediği saldırının ardından yetkililer, kadın tutukluları Karçak Hapishanesi’ne nakletmeyi planladığında, Werîşe ve Pexşan da dahil olmak üzere birkaç tutukluyu ayrı ayrı başka yerlere göndermeye çalıştılar. Ancak siyasi tutukluların direnişi nedeniyle bu karar uygulanamadı. İslam Cumhuriyeti, tek bir siyasi mahkûmu bile idam edememelidir; çünkü her idam, topluma doğrudan bir saldırıdır. Şu anda mahkûmlar çeşitli şekillerde taciz ediliyor; örneğin, Werîşe’nin durumu “güvenlik meselesi” olarak ilan edildi ve bu nedenle, sayısız hastalığına rağmen hapishane dışındaki bir hastaneye sevk edilmesi engelleniyor.

*Tutukluların direnişine baktığımızda, tıbbi tedaviye erişimi engellendiği için yaşamını yitiren Somayeh Rashidi’nin ardından hapishanelerde protestolar ve Salı Günleri İnfazlara Hayır eylemleri gerçekleşti. Bu direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz ve tutuklularla dayanışmamızın önemi nedir?”

İran hapishanelerinde bir buçuk yıldan fazla süredir bir hareket var. Sürekli açılan davalara, baskılara ve tutuklulara yönelik saldırılara rağmen, “Salı Günleri İnfazlara Hayır” eylemleri sürdürülebildi; bu gerçekten eşsiz bir direniş olarak öne çıkıyor. Evin Hapishanesi’ndeki kadın siyasi tutuklular, bu protestoya ilk katılanlar arasındaydı. Zeynep Celaliyan ve Meryem Ekberi Monfared, son derece zor koşullarda yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu tutuklular ağır baskılara maruz kaldılar, ancak bu baskılar protesto seslerini asla susturamadı. Tıpkı ülke genelinde sokaklarda düzenlenen protestolar gibi, “Salı Günü İdamlara Hayır” eylemleri de cezaevlerinde ülke çapında bir harekete dönüştü. Belki de sokaklarda daha geniş çaplı protestolara tanık olsaydık, tutukluların hapishanede hayatlarını riske atarak greve gitmelerine gerek kalmazdı.

Tutuklular, hapishanelerdeki ağır koşullara dair çok sayıda açıklama yapıyor. Somayeh Rashidi’nin tıbbi ihmal sonucu hayatını kaybetmesinin ardından, hapishanelerden kınama mesajları yayıldı ve birçok siyasi tutuklu ona destek olmak için açlık grevine başladı. 47 yıl sonra ve özellikle “Jin, jiyan, azadî” hareketinin acımasızca bastırılmasının ardından, hapishaneler protesto merkezlerine dönüştü. Bu protestolar, dışarıdan her zamankinden daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor. Werîşe, Pexşan veya Şerife için idam cezaları verildiğinde mahkumlar protesto çağrısında bulundu.

Hapishane dışında, sınırlı da olsa bazı siyasi tutuklu aileleri de “Salı Günü İdamlara Hayır” hareketine katılıyor. Bu hareket, toplum için net bir yol çizen, birleştirici bir ses niteliğinde. “Salı Günü İdamlara Hayır” sadece idamlara tepki göstermekle kalmıyor; aynı zamanda İslam Cumhuriyeti’nin baskıcı politikalarına karşı yaygın bir protesto anlamı taşıyor. Bu nedenle, farklı şehirlerde ve ülkelerde bu harekete dayanışma ve destek yükseliyor. Ancak hareketin daha etkili olabilmesi için, İslam Cumhuriyeti’nin her idam cezasıyla birlikte yeni bir protesto dalgasının ortaya çıkacağını anlaması gerekiyor; bunun için hareketin daha güçlü ve kapsamlı bir tepkiye ihtiyacı var.

*Uluslararası medya, özellikle İran’daki infazlar da dahil olmak üzere insan hakları ihlallerine nadiren yer veriyor. Tartışmalar daha çok nükleer enerji ve ekonomi konuları etrafında dönüyor. Peki, İran’daki insan hakları sorunları neden uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından göz ardı ediliyor?

İdam cezasının kaldırılması, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve insan haklarının savunulması hükümetlerin endişesi değil. Asıl endişeleri daha fazla kaynak elde etmek ve yeni ekonomik sözleşmeler imzalamak. İslam Cumhuriyeti'ne alternatif görmedikleri bir durumda, "kontrollü" bir sistemi sürdürmeyi tercih ediyorlar. Halk onlar için önemli değil ve bazen bir karar çıkarsalar bile, bu yalnızca insan haklarını savunan kurum ve kuruluşların baskılarına yanıt olarak gerçekleşiyor. Bu nedenle, hükümetlerin harekete geçmesini bekleyemeyiz.

Huzistan, Belucistan ve Kürdistan ile ilgili haberler daha az yankı bulurken, infazların yarısından fazlası bu bölgelerde gerçekleşiyor. Nasim İslamzai, kendisine verilen idam cezasından bile haberdar değildi. Bu duruma herhangi bir uluslararası kuruluş itiraz etti mi? Ayrıca, çocuklarıyla birlikte, ne adil bir yargılama ne de uygun bir avukat hakkı olmadan hapiste tutuluyor. Böylesi koşullarda, küresel kamuoyuna her zamankinden daha fazla güvenmeliyiz; çünkü farklı ülkelerdeki özgürlük savunucularının dayanışmasıyla hükümetler üzerinde baskı oluşturabiliriz. Bugün BM ve AB, neyi görüp neyi görmezden geleceklerine bilinçli olarak karar veriyor ve adeta gözlerini ve kulaklarını kapatmış gibi davranıyorlar. Ancak protestolar topluma yayıldığında, artık bu durumu görmezden gelmeleri mümkün olmayacak. Şimdiki görevimiz işçi sendikalarına, taban örgütlerine ve insani yardım kuruluşlarına ulaşmak ve “Salı Günü İdamlara Hayır”  kampanyasını küresel bir harekete dönüştürmektir.

*Siyasi tutukluların ve sıradan suçlulardan hüküm giymiş kişilerin idam oranları yüksek olmakla birlikte, Araplar, Kürtler ve Beluciler gibi belirli etnik grupların idam oranlarının daha da yüksek olduğunu belirttiniz. Çoğu insan hakları örgütü bu gerçeği inkâr ediyor. Sizce, bu etnik grupların neden daha sık idam edildiğini nasıl açıklayabiliriz?”

Her grup infazları kendi politik bakış açısına göre değerlendiriyor. Bazıları için, örneğin  Sistan-Belucistan gibi bölgeler “rejim yanlısı” ya da “düşman bölge” olarak görülüyorsa, bu bölgelerdeki insanların infaz edilip edilmemesi pek önemli olmuyor. Ancak gerçeklere baktığımızda, istatistikler her şeyi net bir şekilde ortaya koyuyor. Hengaw’nun son raporuna göre, bu yıl binin üzerinde kişi infaz edildi ve bu infazların yarısından fazlası etnik azınlıklara mensup.

Rejim, protestoları aynı bölgelerde görüyor. Doğu Kürdistan, sürekli protestolar yaptığı için saldırıların hedefi haline geliyor. Rejim, Sistan-Belucistan’da da birçok kişiyi kolayca infaz edebiliyor ve bunu “sınır güvenliği” ya da “güvenlik” bahanesiyle meşrulaştırıyor. Ayrıca, bazı kurum ve örgütlerin ilgisizliğinden faydalanarak bu bölgeleri “ayrılıkçı” ilan ediyor veya “çıkar” bahanesiyle Sistan-Belucistan gibi alanlarda isyan kararnameleri yayımlıyor.

Ciddi bir raporlama sorunu da var: Pek çok aile ya bildirimde bulunamıyor ya da bulunmak istemiyor. Bu nedenle elimizdeki resmi istatistikler gerçeğin tamamını yansıtmıyor ve aslında çok daha fazla kişi infaz ediliyor. Etnik ve dini azınlıklara yönelik ayrımcılık ise inkâr edilemeyecek nesnel bir gerçeklik. Rejim bunun farkında ve bu gerçeği inkâr edenler, fiilen İslam Cumhuriyeti’nin çıkarlarına hizmet etmiş oluyor.

İsrail saldırısının ardından Doğu Kürdistan'da yaygın tutuklamalar yaşandı ve bu gerçeklerin görülmesi ve duyurulması gerekiyor. Dijital medya sayesinde bilgi akışı güçlendirilebilir ve bu yolla daha gerçekçi istatistikler elde edilebilir.