Bitmeyen darbe: 12 Eylül
‘12 Eylül bile böyle değildi’ cümlesinin sıklıkla kullanıldığı bugünlerde İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, Türkiye’de darbeyi de aşan uygulamalarla karşı karşıya olunduğunu anlattı.

SERPİL SAVUMLU
Haber Merkezi- 12 Eylül 1980 tarihi Türkiye’nin tüm kurumlarını, yapısını ve toplumsal yaşamını kökten değiştiren, yalnızca o dönemde yaşayanları değil, sonraki kuşakların yaşamını ve geleceğini belirleyen bir tarih olarak tarif ediliyor. Darbe döneminin en yoğun yaşandığı zamanlarda 200 binden fazla kişi tutuklandı, 1 milyondan fazla kişi fişlendi, gençler idam edildi, insanlar kaybedildi. Kısacası, darbe yalnızca iktidarı değil, toplumun hafızasını da yeniden şekillendirdi. Ancak bugün yaşananlar gösteriyor ki 45’inci yılında darbe bugün yaşananların da bir uzantısıydı.
Zihniyet ve uygulama aynı
Darbe 45 yıl önce sabaha karşı TRT ekranlarından ilan edildi. Aradan 45 yıl geçti ancak Türkiye hala 12 Eylül’ün mirası olan anayasa ile yönetiliyor. Her kurumunda darbenin izlerinin taşındığı Türkiye’de bugün o günlerin daha da gerisinde bir tablodan söz ediliyor. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme ve toplantı hakkı, hatta seçme ve seçilme özgürlüğünün kâğıt üzerinde kaldığı ülkede hukuksuz yargılamalar, keyfi tutuklamalar, işkence, ağır hasta tutsakların ölüme terk edilmesi ve sistematik tecrit, 12 Eylül zihniyetinin hiç kaybolmadığını gösteriyor.
Uluslararası insan hakları kurumlarının raporlarında Türkiye, son yıllarda artan ihlaller nedeniyle geniş yer buluyor. Ülkede hak savunucuların topladığı veriler de gelinen noktayı gösteriyor. 2024 yılında kolluk güçlerinin toplanma ve gösteri özgürlüğü kapsamında yapılan barışçıl eylem ve etkinliklere müdahalesi sonucu en az 4 bin 368 kişi işkence ve diğer kötü muamele niteliğindeki uygulamalar ile gözaltına alındı. Hapishanelerde en az 600 mahpus işkence ve kötü muamele gördüğüne dair şikâyette bulundu. Bu yıl içinde siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum örgütleri de baskılardan nasibini aldı. İşçilerin grevleri engellendi, gazeteciler tutuklandı, sansür ve yasaklama kararları birbiri ardına geldi.
‘12 Eylül bile böyle değildi’
12 Eylül tarihi bugün açısından aslında yalnızca bir tarihsel olayın değil, bugüne kadar süregelen zihniyetin ve kurumlaşmanın da anlatısı haline geliyor. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, bugünün en sık duyulan cümlelerinden birinin “12 Eylül’de bile böyle değildi” olduğunu ifade ederek bu durumu şöyle özetledi:
“Bu cümle 12 Eylül karanlığını bile aratan hükümet politikaları ile yönetildiğimizi söylüyor. Nitekim halen 12 Eylül darbe anayasası ile yönetiliyoruz, YÖK gibi darbe kurumları halen iş başında ama sadece bu değil tabii ki; iktidar, darbe koşullarını olağanlaştırdı, rejimi demokrasiden fersah fersah uzaklaştırarak rejimi, devlet gücünün tek elde toplandığı, otoriter bir tarzda yapılandırdı ve kurumsallaştırdı bu süre içinde.”
‘Tutuklama hızına yetişilemiyor’
Tüm bunlar yaşanırken ulusal ve uluslararası hukukun hiçe sayıldığını, insan hakları normlarının tamamen devre dışı bırakıldığını, hak ve özgürlüklere vahşice saldırıldığını söyleyen Gülseren Yoleri, “Düşünün bir, tutuklanmayı göze almadan sesini çıkarabilen kaldı mı? 1 Eylül 2025 itibari ile 419.194 kişi hapiste. Ve bu sayı her geçen gün artıyor. Tepkileri bastırmak isteyen hükümetin hapishane yapma hızı tutuklama hızına yetişemiyor. Hapishanelerde 100 bin üzerinde kapasite fazlası mahpus var halen. Hapishanelere yapılan “eza evi” benzetmesi, “ölüm evi” olarak değişti süreç içinde. İHD’nin 2024 yılı hapishane raporuna göre yaşam hakkından işkence ve sağlık hakkına en az 26 bin 632 ihlal tespit edildi. Hapishanelerde yaşam hakkına yönelik saldırıların vardığı boyutu ise Adalet Bakanlığı açıklamalarından takip ettiğinizde dahi dehşete düşüyorsunuz. 2024 yılı içinde 818 mahpus hastalık nedeniyle yaşamını kaybetti deniliyor açıklamada” şeklinde konuştu.
‘12 Eylül’ün hesabı sorulmadı’
"Kutu tipi’ olarak adlandırılan ve tecrit işkencesinin en ağır halinin uygulandığı S, Y ve Yüksek Güvenlikli hapishanelerde ceza infazı maddi ve manevi bir imha/ yok etme uygulamasına dönüştürülmüş durumda” diyen Gülseren Yoleri, şunları dile getirdi:
“Bu ülkede darbe sonrası her iktidar, darbe karşıtı olduğunu savundu, darbenin icraatlarını lanetledi ama hiçbiri 12 Eylül darbesi ile yüzleşme çabasına girmedi. 12 Eylül darbesine karşı olmakla en çok övünen ve hatta '12 Darbe Anayasasını tanımıyoruz' diyen Ak Parti hükümeti mesela, 23 yıllık iktidar dönemi boyunca sadece kısmi anayasa değişikliklerine imza attı ve darbelerle hesaplaşmayı göstermelik bir 12 Eylül yargılaması ile sınırlandırdı. İşlenen insanlığa karşı suçları göz ardı eden bu göstermelik yargılamada, hukuksuz yargılamalarla idam edilenlerin, işkence ile öldürüldüğü belgelenenlerin, gözaltında kaybedilenlerin dahi hesabı sorulmadı.”
‘12 Eylül zihniyeti ile uyum içinde’
12 Eylül’de yaşanan zulmün bugün kat kat aşıldığını ifade eden Gülseren Yoleri, “Özellikle '15 Temmuz darbe girişimi' sonrasında ilan edilen ve iki yıl süren OHAL süreci ki OHAL’in bilançosunun 12 Eylül bilançosu ile karşılaştırıldığında yasak ve zulümde birbiri ile yarıştığı görülecektir, devamında çıkarılan yasalar ve hakim politikalarla insan hakları normları ve demokrasi ilkelerinin yanında yürürlükteki hukukun dahi yok sayılması yoluyla; yaşam hakkı ve işkence görmeme hakkından, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına, ifade özgürlüğüne , örgütlenme özgürlüğüne, toplanma özgürlüğüne, eğitim hakkından sağlık hakkına, çevre hakkından insan onuruna yaraşır bir yaşam hakkına, temel haklarımızın aymazca ihlal ediliyor olması gösteriyor ki; kurumsallaştırılan otoriter rejim ile 12 Eylül, kurumları yanında zihniyeti ile de uyum içinde” diye konuştu.
Gülseren Yoleri, 12 Eylül’ün nasıl devam ettiği hakkında “Buraya nasıl geldik diye bakarken, OHAL, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği, 31 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe giren ve OHAL yetkilerinin devamını sağlayan 7145 sayılı torba kanun ve bu kanunla toplanma ve gösteri hakkına, ifade özgürlüğüne getirilen yasaklar, 2020 yılında çıkarılan yeni Bekçiler Kanunu, Çoklu Baro Yasası, Sosyal Medya Sansür Yasası, Ceza İnfazında eşitsizliği derinleştiren ve işkenceye zemin hazırlayan, Sivil Toplum Örgütlerine kısıtlamalar getiren yasal düzenlemeler, 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, hükümetin OHAL yetkilerini 3 yıl süreyle yeniden uzatan yasanın 18 Temmuz 2021 tarihinde kabulü, Terörün Finansmanının Önlenmesi Yasası, Dezenformasyon Yasası, Çevre ve Hayvan haklarını ortadan kaldıran düzenlemeleri, seçme seçilme hakkına yönelik ihlalleri, halk iradesine yönelik baskıyı, kayyum atamalarını hatırlamak , hukukun ve yargının nasıl araçsallaştırıldığını da görmek gerekiyor tabii ki” dedi.
‘Herkes tehdit altında’
Mart ayından bu yana Cumhuriyet Halk Partisi’ne yapılan operasyonları hatırlatan Gülseren Yoleri, “İktidarı, önündeki engelleri aşabilmek için, Cumhuriyetin kurucu partisine bile her türlü eziyeti göstere göstere yapmaya muktedir hale getiren bir otoriterleşme ve devlet gücünün tek elde toplanmasından ve faşizan yöntemlerle halkın baskı altına alınmasından, tehdit edilmesinden söz ediyoruz bugün. İktidara biat etmeyen tüm değerlerimiz, geleceğimiz ve tüm toplum kesimleri tehdit altında, farklı siyasi görüşte ve inançta olanlar, kadınlar, çocuklar, doğa, çevre, hayvan, herkes” diye konuştu.
‘Barış süreci fırsat sunuyor’
Gülseren Yoleri “Neye ihtiyaç var?” sorusuna şu sözlerle yanıt verdi:
“Geçmiş yıllarda 12 Eylül deyince, darbelerle yüzleşme, darbe anayasası da dahil kurumlarından kurtulmak, verdiği zararların tazmini ve benzeri konularda yapılması gerekenlerden söz ediyorduk. Ancak bugün; darbe koşullarının bu kadar açıkça ve olağanlaşarak, kurumsallaşarak devam ettiği, CHP ve kitlesinin bile bu kadar zulme hukuksuzluğa maruz kaldığı, hiç kimsenin bu baskıdan muaf olmadığı, olamayacağı koşullarda, nihayetinde, herkesin adalet, hak, hukuk, demokrasi talep ettiği ve bu ortak değerlerde ortaklaşabileceği günlerdeyiz.”
Türkiye’de yürütülen ‘barış sürecine’ dikkat çeken Gülseren Yoleri “Kimilerince haklı olarak hükümetin kendi yararına kullanmaya çalıştığı biçiminde yorumlanan ancak çatışmasızlık, barış ve demokrasi umudu adına önemli bir fırsat da sunan, 1 Ekim 2024’ten bu yana devam eden süreç, bu sürecin yarattığı fırsat iyi değerlendirilmeli. Ortak değerler etrafında örgütlenmiş, güçlü bir sivil demokratik halk hareketi olmaksızın bu otoriter yapıya karşı durulamayacağı gibi, hak ve özgürlüklerimize, demokrasiye ve barışa yönelik baskılar da önlenemez” şeklinde konuştu.