İran’da ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri kadınları yok etme mekanlarına dönüşüyor
İran’da ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri kadınlar için tedavi değil, sessizce dışlama, kontrol ve toplumsal yok etme mekanları olarak işliyor.
ŞİLAN SAQİZÎ
Haber Merkezi - İran’ın otoriter yapısı altında ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri, kadınlar için tedavi mekanları değil, sessizce yok etme ve disiplin altına alma yerleri haline geldi. Bu kurumlar, erkek egemen ve siyasi düzenin tahammül edemediği kadın bedenlerini kontrol altına almak için kullanılan mekanlara dönüştü. Burada ruhsal bozukluklar bir kriz olarak değil, bir dışlama aracı olarak kullanılmakta. Sınıf, cinsiyet ve siyasi baskının birleştiği bu yapıda, tek “suçu” farklı olmak olan bedenler tecrit ediliyor. Dolayısıyla bu yapıyı incelemek, yalnızca bir tedavi sisteminin analizi değil, aynı zamanda karmaşık bir toplumsal, politik ve cinsiyet temelli dışlama mekanizmasının açık bir analizini sunmaktadır.

Toplumsal dışlanmanın bir aracı: Psikiyatrik bakım
İran’ın siyasi ve sosyal yapısında, “psikiyatrik bakım” kisvesi altında sunulan uygulamalar, pratikte toplumsal dışlamanın bir aracı haline gelmiştir. Yoksulluk, aile içi şiddet, toplumsal dışlanma veya sessiz direniş gibi sebeplerle akıl hastanelerine kapatılan kadınlar, gençler ve ötekileştirilmiş bireyler, ruhsal hastalık nedeniyle değil, devlet ve toplum nezdinde görünmez kılınarak yüksek duvarların ardında kaybolmaktadır. Bu durum, yalnızca bir sağlık krizi olarak değil, bir iktidar teknolojisi olarak anlaşılmalıdır. İyileştirme ve rehabilitasyon yerine dışlama ve izolasyona dayalı bir negatif biyopolitika söz konusudur. Etkisiz politikalar, kamu refahı sistemlerinin çöküşü ve ruhsal bozuklukların kültürel damgalanması, “işe yaramaz” olarak görülen insanları kenara iten, hastanelere ve nihayetinde unutulmaya mahkum eden bir proje işlevi görmektedir.
Modern bir yok etme biçimi
Ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri, adeta yaşayan mezarlıklardır: Toplumsal ve siyasal düzenin tahammül edemediği “ötekilerin” gömüldüğü mekanlardır. Şiddet ve baskı mağduru kadınlar, tahakküm normlarını reddeden gençler ve toplumsal cinsiyet ile sınıf düzenini bozan bedenler, tedavi kisvesi altında siyasal ve psikolojik olarak kısırlaştırılmaktadır. Bu durum, sessiz bir felaketi temsil eder: Kan dökülmeden, yargılanmadan ve itiraz edilmeksizin uygulanan modern bir yok etme biçimi, yalnızca yüksek duvarlar ve ağır bir sessizlik eşliğinde.
Davranış, konuşma veya yapısal baskıdan kaynaklanan psikolojik acılar gibi çeşitli nedenlerle egemen sistemin toplumsal normlarına karşı çıkan kadınlar, genellikle “akıl hastalığı” adı altında bu merkezlere gönderiliyor ve buradan geri dönüş yok. Burada, bu çok katmanlı yok etmenin farklı boyutları inceleniyor.
Toplumdan dışlanıyorlar
İran’ın dini-politik ataerkil sistemi, yıllardır kadınların bedenleri ve davranışları üzerinde kontrol uyguluyor, sokaktaki giyim ve hareketlerden, davranış ve ruh sağlığına kadar her alanda. Bu kurallara uymayan veya uymak istemeyen kadınlar, genellikle desteklenmek yerine hastanelere gönderiliyor. Özellikle otoriter sistemlerde psikolojik hastalıkların tanısının her zaman siyasi bir sorumluluğu olmuştur. Farklı düşünen, yazan veya davrananlar, anlaşılacak özneler olmaktan ziyade "tedavi vakaları" haline gelirler. İran'da, istenmeyen kadınlar, psikolojik bozukluk, paranoya veya davranış bozukluğu gibi etiketlerle toplumsal sahneden dışlanırlar.
Sınıfsal farklar kadınları iki kez mağdur ediyor
İran’da kaliteli, özel ve insani psikiyatri hizmetlerine erişim bir ayrıcalık olarak kabul ediliyor. Orta ve üst sınıf kadınlar psikoterapi hizmeti alabilirken, alt sınıflardan, yoksun bölgelerden, dışlanmış veya evsiz kadınlar çoğunlukla ruh ve sinir hastalıkları hastanelerine yönlendiriliyor. Bu hastaneler genellikle şehirlerin dış mahallelerinde, medyanın ulaşamadığı ve toplumun duyarsız kaldığı yerlerde konumlanıyor. Bu merkezlere gönderilen kadınlar, tüm sosyal, ailevi, yasal ve politik destek ağlarından koparılıyor, kelimenin tam anlamıyla görünmez hale geliyorlar. Sesleri duyulmuyor, temsilleri ve destekleyici kurumları yok.
Süresiz olarak kapalı alanlarda tutuluyorlar
Bu hastanelerde yatan kadınlar, neredeyse tüm insan haklarından mahrum bırakılıyor; hastaneye yatırılmaları için ne net bir adli süreç ne de reddetme imkanı bulunuyor. Ne suçlanıyorlar ne de suçlu bulunuyorlar, ancak süresiz olarak kapalı alanlarda tutuluyorlar ve bağımsız gözetim, medya denetimi veya hesap verebilirlik olmaksızın kalıyorlar.
Hastaneler krizin bir parçasına dönüşüyor
İran İslam Cumhuriyeti’nin sosyo politik yapısında ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri, ruhsal krizlere bir yanıt olmaktan çok, bizzat krizin bir parçasına dönüşüyor. “Ruh sağlığı” tabelaları taşısalar da bu kurumların içinde sessiz, sürekli ve görünmez bir şiddet hüküm sürüyor. Bu şiddet, iktidarın toplumda “var olmayı hak etmediğini” düşündüğü kişileri ortadan kaldırma biçimlerinden biri haline geliyor ve hükümetin en politik eylemlerinden birini temsil ediyor.
Sonuç olarak, birçok kadın için ruh ve sinir hastalıları hastaneleri bir tedavi merkezi değil, siyasi ve toplumsal bir yok etme aracına dönüşmüş durumda. Adil hizmetlerin yokluğu ve devletin kontrolcü yaklaşımı nedeniyle, akıl sağlığı sistemi farklı olan kadınları susturmanın bir yöntemi haline gelmiş bulunuyor. Gerçek bir adalet ve bakım sürecine dönüş ise ancak akıl sağlığı meselesinin yeniden siyasallaştırılmasıyla, yani bu güç ilişkilerinin açıkça tartışılmasıyla mümkün olabilir.