Toplumsal Sözleşme kendini yaratan ve savunan kadın gerçekliğiyle mümkündür-3
Savaşarak kazandığımız en doğal haklarımızı talep ettiğimizde dövülüyoruz, tutuklanıyoruz, tecavüze uğrayıp katledilebiliyoruz. Tüm bunların bizde yaratması gereken duygu nedir? Bizi hangi düşünce ve hayallere sevk etmeli sizce?

ELİF MERCAN
Yasa, söz, sözleşme yazılı tüm hukuklardan önce var olur, alın teriyle, kanla oluşur. İnsan toplumunun hafızasında saklanır, yüreğinde ve ruhunda taşınırdı. Ana eliyle, ana diliyle, ana adaletiyle oluşur ve hükmünü icra ederdi. Kadın ve erkek, toplumun tüm çocukları ana-hukukuna göre yaşardı. Sözü, dili keşfeden ana-kadın söylerdi, O sözü büyülü, kutsal ve yaşamsal kılardı. Yasaları yaşamı veren ana-kadın yapardı, yasalarıyla verdiği yaşamı alabilirdi de. Sözleşmeleri O yapardı, ana-kadın toplumsallığıyla, kutsal evlilikle, Tanrıça kanunlarıyla. Yazı geliştikten sonra da O’nun ME’leri, kutsalları, yasaları, kanunları anlatıldı, aktarıldı. Yasalar, sözler, sözleşmeler yazıya döküldükten sonraki yüzyıllar boyunca da hüküm yine uzun süre O’nun ellerinde kaldı.
Tüm toplumlar tarihlerinin uzun bir döneminde ana soylu hukukla yönetilmiştir. Toplumsal tarihimizin çok uzun bir bölümü yazısız ama hükmü güçlü yasalarla, sözle ve yazıya dökülmeyen sözleşmelerle yürüdü. Kadınlar sadece yasaları belirlememiş, bu yasaların uygulanmasını sağlayacak örgütlenmeleri ve denetimleri de oluşturmuşlardır. Ancak ana-kadın etrafında gelişen toplumsallık yıkılıp yerine erkek-egemenlikli toplum inşa edildikçe kadınların yasaları, yasa koyuculuğu, yasa denetleyiciliği adım adım yıkılmıştır. Erkek-egemenliği kendi iktidarını sağlamlaştırıp sürekli kılmak için ana-kadının toplumundan yasa yapıcı, yasa koyucu ve yasa uygulayıcı olma gücünü zor, hile, komplo, kutsallık adına yalanlarla aşama aşama ele geçirmiştir. Daha sonra ele geçirdiği bu gücü kaybetmemek için akıl üretmiş, politika geliştirmiştir. Son beş bin yıl, belki daha eskiden beri, hukuk adına yazılı yasalar ve yazılı olmayan birçok gelenek, dini inanç, toplumsal değerler kadının yaşamına hükmetmeye başlamıştır. Kadınların on binlerce yıllık toplumsal sözleşmeleri unutturularak, çarpıtılarak yok edilmek istendi. Kadınlar gerek hukuk adına yazılan yasalarla gerek dini kitaplarda geçen kutsal sözlerle büyük ölçüde haklarından ve hukuklarından koparıldı, yabancılaştırıldı. Bugünkü evrensel hukukta yer alan kadın lehine sınırlı bazı düzenlemelerin yapılabilmesi için bile kadınların uzun, zorlu ve amansız mücadeleler yürütmesi gerekti. Bu haklar öyle yansıtıldığı gibi kadınlara bahşedilmedi, hediye edilmedi. Kaldı ki birçok devletin bu sınırlı düzenlemelere bile tahammülü yok ve her fırsatta bu sınırlı hakları geri alma arayışındalar.
Ülkelerden örnekler
Son birkaç yılda buna dair yaşanan birkaç somut örnek verelim: 1979’da BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve kadına karşı ayrımcılığın tüm biçimlerini ortadan kaldırma yükümlülüğü getiren uluslararası CEDAW Sözleşmesi bugün pratikte birçok devlet tarafından çekincelerle ihlal edilmektedir. Kadına karşı şiddeti önlemeyi ve şiddet mağduru kadınları korumayı amaçlayan İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında İstanbul’da Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından imzaya açıldı. İlk olarak Türkiye devleti tarafından kabul edildi. 20 Mart 2021’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın kararıyla resmen feshedildi. 2005 Irak Anayasası kadın hakları açısından bazı ilerici maddeler içeriyordu. Ancak 2024-2025’te Kişisel Statü Yasası’nda yapılan bazı değişikliklerle geri adım atıldı. Bu değişiklerle kadın haklarını mezhepsel yapıların insafına bırakan Irak Anayasası, kadınların evlenme yaşını 9 olarak belirledi. Yine aynı yasa boşanma durumunda çocukların velayetini babaya vererek aile içinde kadını güçsüzleştirmiştir. Bu anayasal değişikler kadın örgütleri, insan hakları eylemcileri, Avrupa Parlamentosu tarafından ciddi eleştiri ve uyarılarla karşılandı. Fakat bunun ne kadar sonuç alıcı olacağı tartışmalıdır. Tunus, 1956’da kabul ettiği Kişisel Statü Kanunu ile kadın hakları açısından bölgemizdeki ülkelere nazaran ileri bir konumdaydı. Bu kanunla çok eşlilik yasaklanmış, boşanma ve evlilik durumunda kadın hakları güçlendirilmiştir. 2014 Anayasası Madde-46 ile de kadın hakları konusunda devlet görevli kılınmıştır. Kadınların erkeklerle eşitliğini sağlamayı, kadınların siyasi yaşama katılımını teşvik etmeyi, kadına karşı şiddeti önlemeyi, kadın haklarını korumayı güvenceye almıştır. Ancak pek çok ülkede yaşanan gerilemeden Tunus da payını almaktadır. Cumhurbaşkanı Kays Said’in hazırladığı 2022 Anayasası; 2014 anayasasının birçok maddesini kaldırmış ya da etkisiz kılmıştır. Bu yeni anayasa, özellikle kadınların siyasete katılım hakkını darbeleyerek onları siyasetten, kamusal alandan önemli ölçüde uzaklaştırmıştır. Bu kazanılmış ve hukuka yerleşmiş kadın kazanımlarına ciddi bir tehdit ve darbe olmuştur.
Mısır, 2019 Anayasası ile kadınlara siyasi-hukuki temsili ve yargıdaki rolleri, aile hukuku, kadına yönelik şiddeti (kadın sünneti dahil) önleme, kadınları ekonomik ve sosyal alanda güçlendirme gibi konularda ilerici değişiklikler yaptı. Ancak toplumsal gelenekler, kültürel yapı ve dini inançların ağır etkilerinin yaşandığı Mısır’da uygulamada ciddi sıkıntılar hâlâ yaşanmaktadır. Öte yandan erkek-egemen devletçi zihniyetin oluru ile gelişen bu olumlu adımlar aynı zihniyetin reddiyle her zaman kaldırılabilir de. 1999 Anayasası’nın yürürlükte olduğu Nijerya’da, Anayasanın 42’nci Maddesi cinsiyet ayrımcılığı yapılmayacağını belirtse de cinsiyet eşitliğini temel bir ilke olarak içermiyor. Ülkede kadınların miras hakkı, evlilik, boşanma ve velayet gibi konular hâlâ önemli oranda ya gelenekler ya da dini kurallarca kadınlar aleyhine işlemektedir. Nijerya, CEDAW’ı 1985’ten beri onaylamış olsa da iç hukukunda özümsememiştir. Sudan’ın halihazırda kalıcı bir anayasası yoktur. 2019 yılından itibaren bazı geçici düzenlemelerle yönetilmektedir. 2019 Geçici Anayasası Madde-7’de tüm yurtaşların yasa önünde eşit olduğunu ve cins ayrımcılığı da gözetilmeksizin ifadesini içerse de yaşamsal alanlarda ciddi engeller vardır. Kadın sünneti 2020 yılında yasaklanmış olsa da pratikte bu uygulama engellenememiştir. Dini, kültürel, geleneksel etkenler bu ülkede de kadınların haklarını son derece sınırlamaktadır.
2011 Kaddafi rejiminin düşüşünden sonra hâlâ siyasi istikrarsızlık içinde olan Libya’da; 2011 sonrasında açıklanan ve yürürlükte olan Geçici Anayasa Bildirgesi; genel bir hükümle tüm Libyalıları yasa önünde eşit tutsa da kadın haklarına özel bir vurgu içermiyor. İslam Şeriatı’nı yasaların temel kaynağı kabul eden Madde-1 ve Madde-2; kadın haklarını sınırlandırıyor. 2017’de hazırlanan Anayasa Taslağı kadın-erkek eşitliğini, kadınların siyasi ve toplumsal yaşama katılımlarının devlet tarafından teşvik edilme görevini ve kadınlara yönelik şiddete karşı koruma önlemlerini içeriyor. Ancak bu taslak yürürlüğe girmemiştir, dolayısıyla yasal etkisi yoktur. Afganistan’da şeriat adına konuşan Taliban, kadınların temel siyasi, ekonomik, sosyal haklarını ciddi düzeyde ihlal ediyor. RAWA gibi güçlü bir kadın hareketi deneyimine sahip olan bu ülkede şu anda yaşanan kadın ve toplum tablosu en trajik durumlardan biridir. Taliban rejimi, kadın özgürlüğünü sürekli propaganda eden Avrupalı devletler tarafından kabul edilmektedir.
Suriye’de en az 4-5 yıl seçimsiz iş başında olacağını ifade eden Geçici Hükümet’i tüm Suriyeli kadınlar için, en çok da Alevi, Kürt ve Dürzi kadınlar için çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu Suriye’nin Sahil kesiminde yaşanan vahşetle açığa çıktı. Henüz bir istikrar kazanmayan Suriye’de tüm taraflarca kabul gören bir anayasa hazırlanmamıştır. Kadın hakları ve özgürlüğü açısından; ülkede farklı perspektifler olduğu bilinmektedir. Ancak mevcut durumda özellikle öz savunmadan yoksun kalan halklara ve kadınlara yönelik çok vahşi uygulamalar yaşanmaktadır. Basına yansıyanın çok sınırlı bir kısmı olduğunu düşünürsek bu ülkenin geçici hükümetine ve cumhurbaşkanına yönelik ciddi kaygılar ve endişeler yaşamamız çok doğaldır. Suriye genelinde 2024 Aralık ayından itibaren, köyünde yaşayan kadından üniversite profesörüne kadar yüzlerce kadın katledildi, kaçırıldı, köleleştirildi, tecavüze uğradı. Ganimet olarak kabul edilip el konuldu, kaçırılıp alıkonuldu, birçok vahşete tanık oldu, derin travmalar yaşadı. Bugün Şam’da hortlatılan cinsiyetçilik, vahşet düzeyindedir, tarihin, İslam’ın, Ortadoğu’nun direngen nadide şehri Şam’da gözü karaca uygulanıyor ve hâlâ sürüyor. Bu trajedinin acısı evrenseldir, etkisi, yıkıcılığı insanlığın vicdanındadır. Nasıl ki 2014 yılında aynı vahşet Kürt Êzidî kadınlarına ve çocuklarına, Libyalı gençlere uygulandıysa ve ateş sadece düştüğü yeri değil insanlığı yaktıysa, bugün de Alevi katliamı ve Alevi kadınlarına uygulanan vahşet bizi yakıyor, evrenseldir. Hiçbir ahlâk, vicdan, evrensel hak ve hukuk tanımadan devam eden bu vahşet; biz bölge kadınları tarafından dikkatli okunması, analiz edilmesi gereken derslerle doludur.
Çıkarılacak temel sonuçlar
Örnek verdiğim bu ülkelere dair hukuksal tablodan çıkaracağımız bazı temel sonuçlar olduğuna inanıyorum. Birincisi köklü demokratik ve özgürlükçü bir zihniyete dayanmadan, ruhsuz ve formalite olarak kanunlara yazılan ‘kadın hakları’ koşullar kadın aleyhine değiştiğinde silinebiliyor. İkinci olarak toplumlarda içselleşmeyen, kültürleşmeyen eşitlik ve özgürlük anlayışı, arayışı fırsatını bulduğunda tecavüzcü, ganimetçi ve katliamcı erkek egemen-devletçi yapılanmaların saldırısı altında boğulabiliyor. Üçüncüsü kanla, emekle, özveri ve mücadele ile kazandığımız haklarımızı birkaç diktatörün iki dudağı arasından çıkan ‘‘kanunlarla’’ kaybedebiliyoruz. Savaşarak kazandığımız en doğal haklarımızı talep ettiğimizde dövülüyoruz, tutuklanıyoruz, tecavüze uğrayıp katledilebiliyoruz. Tüm bunların bizde yaratması gereken duygu nedir? Bizi hangi düşünce ve hayallere sevk etmeli sizce? Bu güncel tabloya baktığımızda, içimizi korku, öfke, kin, umutsuzluk sarabilir. Bıkkınlığa, yalnızmışız ve terk edilmişiz, kaybolmuşuz hissine kapılabiliriz. Evet dünyamız, iç açıcı olmayan, çok kaotik bir süreçten geçiyor. Eko-kırım, toplum kırım, kadın kırım, çocuk kırımı normalleştiren zalimliğe, saldırganlığa ve daha pek çok kötülüğe güvenlik politikaları veya hukuk adı altında kılıf uydurulmaya çalışılıyor. Kaotik bir sürecin içindeyiz. Dünyanın sakin, öz savunmalı, barış içinde yaşayan çok az mekânı var. Çoğunluğu ya savaş içinde ya da yaşanan bu savaşların etkisi altında. Son derece yıkıcı, ‘‘faşist bir zaman’’a kalmışız. Vicdanını yakan, ruhunu satan ve bilgeliğini unutan bir insanlık hâkim kılınmak isteniyor dünyamıza. Bölgemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde kadınların en temel hakkı olan yaşama hakkı tehlikededir, yüzlerce kez bu hak ihlal edilerek kadınlar katledildi, ediliyor. Dünyanın her yerinde kadınlar, birkaç yıl önce BM’nin kabul etmek zorunda kaldığı gibi amansız bir savaşla karşı karşıyalar. Günün her saniyesinde bir kadın ya katlediliyor ya da farklı şekillerde şiddet ve istismara maruz kalıyor, çoğu zaman çocuklarıyla birlikte. Böyle bir dünyada en güvensiz, savunmasız ve kırımdan geçirilmeye açık olanlar kadınlar ve çocukları. Çocuklar, kadınlar öz savunmasız olunca daha çok tehlike altında.
Madem tüm dünyada bu zalimlik hâkim oluyor ne yapabiliriz diye sorabiliriz? Tüm bu kaos, savaş ve yıkıcılık içinde, bu vicdansız zamanda gerçekten kadınlar için özgürlük, öz savunma, var olabilme ve yaşam verebilme umudu gerçek olabilir mi? Olabilir, olabiliyor! Bedeli, emeği ve zorlukları büyük olsa da olabiliyor. Bunu onlarca yıldır tüm dünyaya gösteren bir gerçeklik oldu Kürt kadın gerçekliği. Kadınlar olarak karşı karşıya olduğumuz bu savaşı durdurmak için; her şeyden önce hemcinsimizle ve kendimizle, toplumsallığımızla sözleşmek zorundayız. Toplumsal sözleşme; kadın mücadelesinin üzerinde yürüyeceği ana doğrultuyu belirlemek, kazanımları değere ve ilkelere dönüştürmek için gereklidir. Kadınların meşru olan bireysel ve kolektif haklarına yasal bir çerçeve kazandırılıncaya kadar, hedefleri sağlam belirlemek ve ona göre ilerlemek, içinde yaşadığı toplumun her kesimi ile ilişkilerini doğru belirlemek ve bunu toplumla paylaşmak için sözleşme bir ihtiyaçtır. Bu sözleşmenin prensiplerini belirleyerek, bunlar etrafında sıkı, disiplinli ve kararlıca örgütlenmek zorundayız. Yaşamın her alanında. Devletçi aklın ve erkek egemen zihniyetin anayasalara, kanunlara yedirdiği ve her fırsatta kırpıp kuşa çevirdiği birkaç maddenin dilencisi olamayız biz kadınlar. Çünkü kadın doğası ve özgürlük arayışı bunlardan çok çok büyüktür. Kaldı ki o bizi dilencisi konumuna getirdikleri birkaç madde de bizden bir-iki yüzyıl önce yaşamış savaşçı, mücadeleci, ölümü göze alabilecek kadar cesur-fedakâr kadınların sayesinde yazılmıştır. Haklarımız o maddelere sığdırılan kırıntılardan milyonlarca kez daha büyüktür. O zaman neden bu maddelerin dilencisi olalım ki? Kendi kanunlarımızı, prensiplerimizi ve yasalarımızı tıpkı toplumsal tarihin başlangıcında olduğu gibi kendimiz belirleyerek yeniden toplumlarımızın gerçek öncüleri olalım.
Bugünün dünyasında kadınların en fazla ihtiyacı olan şey bana göre, pozitif, sonuç alıcı deneyimleri ışık hızıyla birbiriyle paylaşmaktır. Çünkü pozitif enerji, başarmak, olumlu gelişmeler çok güçlü enerjilere sahiptir. Hele ki umuda aç bırakıldığımız günümüz dünyasında. Bunun için kadınların ekonomi, ekoloji, sağlık, adalet, çocuk, sosyal politikalar, savaş-barış deneyimleri alanlarında yarattıkları gelişmeler evrensel niteliktedir. Bu anlamda Kuzey Doğu Suriye Kadın Hareketlerinin üzerinde çalıştıkları ve yakın zamanda kamuoyuna sunacakları Kuzey ve Doğu Suriye kadınlarının Özgür Toplum Sözleşmesi Belgesi de evrensel bir öze sahiptir, evrensel değerdedir. Tüm kadınların bu anlamda bu sözleşmeyi okuması, kavraması, kendi yerelinde ele alıp geliştirmesi, bundan esinlenerek kendi ihtiyaçlarına göre toplumsal sözleşmeler geliştirmesi hem görevdir hem de haktır. Her şeyden önemlisi de yaşamsal bir ihtiyaçtır. Kuzey Doğu Suriye kadın hareketleri, geliştirdikleri toplumsal sözleşmeyi kadın tarihini okuyarak, ondan beseleyerek hazırlıyorlar. Bunu bir nevi kendi tarihinin pozitif perspektifinden yararlanma, kaynak alma olarak değerlendirebiliriz. Çünkü İnnanna’nın 104 Me’sini, bunun öncülü ve ardılı olan pek Tanrıça Yasası’nı bilmeyen, Olympe De Gouges ve Madam Rolland ile giyotine gitmeyen, Mary Wollstonecraft’ın kadın haklarını savunma tutkusunu hissetmeyen, Roza Luxemburg’un özgürlük uğruna kurşuna dizilmesinin acısını taşımayan, Tunuslu, EZLN’li, Filistinli, Kürdistanlı kadınların kadın hakları ve sözleşmeleri deneyiminin acılarını ve mutluluklarını yaşamayanların böylesi zalim bir çağda yeniden kadının özgür toplumsal sözleşmesi adına ayağa kalkıp söz söylemesi çok zordur. Feminizmin yıllardır manifesto ve ütopyalar olarak topluma sunduğu sözleşme örneklerini anlamlandırmadan böyle kaotik ve kadın kırımına dayanan bir sistemde kadının toplumsal sözleşmesini dillendirmenin cesareti, zekâsı yaratılamaz.
Kadın hakkının yaratıcıları da yine mücadeleci, öncü kadınlardır
Kuzey ve Doğu Suriye Kadın Hareketlerinin bu sözleşme deneyimi güçlü bir umut yaratacaktır. Bu umudun dünyanın farklı coğrafyalardaki kadınlarla, kadın örgütlenme ağları ile buluşması, dünya kadın devriminin güçlü çekirdeklerini oluşturacaktır. Bu anlamda bu deneyim her açıdan incelenmeyi, anlaşılmayı ve ortaklaşmayı hak eden bir deneyimdir. Aynı zamanda kadın tarihi boyunca yazılı ya da geleneksel olarak oluşturulan kadın sözleşmelerini bilimsel temelde incelemek çok önemlidir. Bunların her biri kendi dönemlerinde birer mücadele abidesi olan kadınlardır, örgütlerdir, direnişlerdir. Her zaman incelenmeyi ve ilham kaynağı olmayı hak eden nadide belgelerdir. Bugün uluslararası hukukta yer alan birçok kadın hakkının yaratıcıları da yine bu mücadeleci, öncü kadınlardır. Onlara çok fazla gönül borcumuz var. Bu borcu ödemenin en anlamlı ve onurlu yolu, uğruna on binlerce kadının yaşamlarını adadıkları o amansız direnişlerin, fedakârlıkların, kahramanlıkların ve çektikleri acıların boşa gitmediğini göstermektir. Bu da onların yarattıkları sözleşmeleri güçlendirmekten, güncellemekten ve en önemlisi de uygulamaktan geçer.
Bu anlamda biz kadınlar, demokratik ilişkiler ve ittifak ağlarımızı geliştirmeye öncelik vermeli, ivme kazandırmalıyız. Dünyada neredeyse her saniyede bir kadın öldürülüyorsa, dünya kadınları olarak bu öldürülme hızını aşan örgütlü bir güce dönüşmek zorundayız. Bu nedenle dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım; ülkemizden bölgemizin, bölgemizden kıtamızın, kıtamızdan dünyamızın kadınlarına doğru açılımlar yapmazsak marjinalleşiriz, boğuluruz ve yenilgiye açık hale geliriz. Aslında kadınlar ontolojik olarak evrenseller, dolayısıyla enternasyonalist mücadeleciler. Bir ülkedeki bir kadın, bir kadın örgütlenmesi kendi özgürlük mücadelesini verirken aynı zamanda dünyadaki tüm kadınların özgürlük mücadelesine yapıcı ve yaratıcı bir enerji veriyordur. Bu anlamda kadın özgürlük mücadeleciliği, dünya çapında enternasyonalizmin tanımını, kapsamını ve işlevini de her gün yeniden oluşturuyor. Sorumluluk, etik ve bir bütünün ana bölümleri olma bilinçliliği üzerinden değiştirmeye devam da edecektir. Bu sebeple herhangi bir alanda yaşanan pratik bir tecrübesel birikime kavuşan kadın özgürlük deneyimlerini paylaşmak çok önemlidir. Bu deneyim iletişim, etkileşim ve alış-veriş içinde olmak hem bir haktır hem de sorumluluk gereğidir. Bundan yola çıkarak başta Ortadoğulu ve Afrikalı kadınlara, kadın örgütlenmelerine önerimdir, Kuzey ve Doğu Suriye Kadın Özgürlük deneyiminin bir bütününe ama özellikle son dönemde gündemleşen Kadının Özgürlük Sözleşmesi belgesine duyarlı olsunlar. Yakın zamanda bu sözleşme paylaşılacak, tüm kadınlar incelemelidir bence.
Ekonomik savaş da dahil her türlü savaşı bu kadar derin yaşayan kadınların ilk önceliği öz savunma ve toplumsal barış temelinde sözleşmelere odaklanmaktır. Kadınların içinde yaşadıkları her coğrafya, kültür, siyasi rejim kadınların bilinçlenme, örgütlenme ve eylem arayışına dolayısıyla bunun araçlarına taktiklerine stratejilerine, ittifaklarına eğitim yöntemlerine ve bilinç oluşturma alanlarına etki eder. Her ülkenin, bölgenin, kıtanın gerçekliğine göre kadının toplumsal sözleşmesinin maddeleri prensip ve kuralları artabilir, değişebilir. Önemli olan kadın örgütlenmelerinin kadın direniş ve mücadelelerinin belkemiği olacak ana eksenini oluşturacak ilkeleri kadınların ortak benimsemesi ve sahip çıkmasıdır. Öz disiplin, öz örgütlenme ve öz irade açısından kadınların kendilerini bağlayacak sözleşmeleri oluşturmak son derece elzemdir. Her ülke, hatta ülke içinde özerk ve özgünlüklerine göre her bölge; kendi konfederal demokratik-komünal örgüt modellerini belirleyebilir. Kadınların ve toplumlarının ihtiyaçları örgütlenmenin zamanını, biçimini ve işlevselliğini belirler. Ancak üzerine sözleşme yapılan prensipler, ilkeseldir, taviz verilmez. Sözleşme soyut bir durum değildir, herhangi bir ülkedeki, bölgedeki kadınların toplumları ve kendileri için temel yaşamsal prensipleri belirlemesi ve bu prensiplerin pratikleşmesi için örgütlenme çerçeveleri oluşturmasıdır. Örneğin benim köyüme ekolojik yıkım mı dayatılıyor, en acil sorun ve tehlike bu mudur? Bunun için toplumun en geniş kesimini kapsayacak bir sözleşme kadınlar öncülüğünde hazırlanabilir. 3 madde ya da 40 madde olması önemli değildir, önemli olan temel prensiplerde ortaklaşmak, anlaşmak ve sözleşmektir. Örneğin bir şehirde kadın katliamları var, bu katliamları durdurma sözleşmesi olabilir. Ne kadar mahalle, ilçe varsa bu şehirde ulaşılabilir, kendi özgünlükleri temelinde temel prensipler etrafında kadın katliamlarını durdurma temelinde toplumsal sözleşmelerin prensipleri yazılabilir ve bunun etrafında mücadele geliştirilebilir. Hayatın önündeki engelleri kaldırmak için örgütlü davranmanın önemini fark etmek ve buna göre ortak yasalarını belirlemektir.
Herkes kendi ülkesinin gerçekliğine göre bir yol aramalı
Bu ve daha pek çok veriden yola çıkarak; Kadın Sözleşme Ağları oluşturulmasını öneriyorum. Örneğin hukuk alanındaki uzman kadınlardan da bir ağ oluşturulabilir. Bu Kadın Hukukçular Ağı, Kadının Özgürlük Temelinde Toplumsal Sözleşmesini hukuk kodlarına kavuşturabilir ve tüm topluma kavratmada rol oynayabilirler. Yine Kadının Özgürlük Temelinde Toplumsal Sözleşmesi, tüm alanlarda yerel ihtiyaçlara göre yeniden yazabilir. Her ülke kendi içinde ve bölgesinde daha sonra dünya çapında Yıllık Sözleşme Buluşmaları gerçekleştirebilir. Çocuklar ve gençler başta olmak üzere, toplumun değişik kesimlerini bu sözleşmenin prensiplerine ve felsefesine göre eğitmek için özel eğitim programları oluşturulabilir. Dünyanın her yerinde kadın hakları savunusunu yapıp şehit düşen kadınlar var. Örneğin Fransa’da giyotine giden Madam Rollan ve Olympe De Gouges var. Her ülkenin bunun gibi yiğit kadınları var. Bu kadınların anılarını yaşatmak için, bunlar adına Toplumsal Sözleşme Eğitim Devreleri, Akademileri, Atölyeleri açılabilir.
Kadınların duracağı, izleyeceği, pasif kalmayı seçeceği bir zaman değil bu zaman. Çünkü izlerken, pasif kalırken, susarken katlediliyoruz, tecavüze uğruyoruz, ganimet yapılıyoruz. Vahşetlerin hepsi üzerimizde uygulanıyor, ülkeden ülkeye değişen sadece biçim. Özde hepimiz her gün öldürülüyoruz. Bunun için duramayız, susamayız, pasif kalamayız. Herkes kendi ülkesinin gerçekliğine, koşullarına, ihtiyaçlarına göre bir yol aramalı, bin yol aramalı, bir yöntem bulmalı, binbir renkli metod üretmeli. Mutlaka kendi toplumu, toplumsallığı ile özgürlük temelinde sözleşmesini oluşturmalı. Kadınlar kendilerinin olmalı, buna Kürtçe Xwebûn diyoruz yani kendin olma. Nezihe Muhittin’in yüzyıl önce söylediği gibi ‘‘Benliğim Benimdir.’’ Halkların Demokratik Konfederalizm Önderi Sayın Abdullah Öcalan da ‘‘kadınlar, ‘ben benim’ diyecekler’’ sözüyle bu konunun önemine işaret ediyor. Xwebûn olma temelinde kadının toplumsal sözleşmesi anti-kapitalist olmayı gerektirir. İnancı, milliyeti, yaşı, ülkesi, dili ne olursa olsun kadınlar ontolojik olarak anti-kapitalisttirler. Öz savunma anti-kapitalist olmaktan geçer. Sömürüye karşıtlık, sömürüye açık olmak öz savunmasız olmakla ilgilidir. Zihinsel, ruhsal, duygusal, tarihsel-toplumsal kodların mahkûmu olarak bedensel öz savunmasızlık sömürüye açıklıktır bu da kapitalizm tarafından yutulmaktır. Bu sömürü karşısında var olmanın, varlığımızı öz savunmaya kavuşturmanın ve özgürce yaşamanın sözleşmesini geliştirmek bizim ellerimizde. Her varlık, önce içsel bir sözleşme, kararlaşma, düzenlenme ve işleyişle ayakta kalır. Hele bu varlık kadın gibi tarihsel ve güncel pek çok saldırı altında parçalanmış bir kimlikse; kendi içsel bütünlüğüne ulaşmak ve bunun kararlaşmasını işleyiş ve düzenlenmesini bir sözleşmeye kavuşturmak varoluş için, özgür ve anlamlı bir varoluş için olmazsa olmaz bir kuraldır, yasadır. Kadınlar söz konusu olduğunda bu sözleşme toplumsal olmak zorundadır ya da toplumsallaşmak zorundadır. Çünkü kadın varoluşu toplumun her kesimini içine alan, saran, etkileyen ve etkilenen bir varoluştur. Merkezidir, eksendir ve köktür.
Toplumsal Sözleşme aynı zamanda kadınlar için, 21’inci yüzyıl kadın devriminin de en asli, öncelikli görevlerinden biridir. Tüm dünya kadınları, 21’inci yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktığımız bu süreçte kadın devrimini, kadının toplumsal özgürlük temelinde sözleşmesini ve kadın demokratik konfederal sistemini bütünlüklü, birlikte ele alıp geliştirmek durumundadır. Kadının toplumsal sözleşmesi stratejik olarak nasıl bir toplum ütopyasını öngördüğümüzü, istediğimizi anlatan bir çerçevedir. Demokratik konfederalizm kadının toplumsal sistemini inşadaki prensipleridir. Kadın devrimi de her iki temel ayak üzerinden yükselecek olan özgürlük mücadelesidir, gerçekleşmesidir. Tabii bunlar sağlam, bilimsel kuantumik bir kadın tarih bilincini kazanmayı gerektirir.
Heyecan verici umutlu bir sürece giriyoruz
Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın Türkiye devletine ve Kürt sorunu ile ilgili tüm bölgesel ve küresel güçlere yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, birçok devlet ve sivil toplum örgütleri, aydın yazar, filozof tarafından değerlendirildi. Bu çağrının sadece Kürt Halkı ve Türkiye devleti açısından değil, tüm bölgemiz açısından son derece yapıcı, onarıcı ve umut verici gelişmelere alan açtığı bu değerlendirmelerin ortak noktasıydı. Bu tarihi çağrı bölgemiz için demokrasi ve barış imkanlarını, umutlarını güçlendirmektedir. Bunun en büyük destekçisi, tamamlayıcısı hatta öncüsü kadınlar olmak durumundadır. Sayın Abdullah Öcalan’ın yeni bir Kardeşlik Sözleşmesi olarak isimlendirdiği bu süreç, bölgemizdeki devletçi, savaş eksenli, milliyetçi kodları değiştirecektir. Barış ve demokrasi eksenli kültüre şans verip alan açacağı için çok değerlidir. Barış ve demokratik toplum eksenli bu çağrı Kadınların Özgürlük Temelinde Toplumsal Sözleşmesini de güçlendirecek bir adımdır. Bu anlamda bölgedeki tüm ülkelerde yaşayan kadınlar, bu süreci sorumlulukla takip edebilmelidir. Eğer bu süreç gelişirse son 100 yılda batı hegemonik güçlerinin bölgemize dayattığı savaşın, milliyetçiliğin yıkıcı gücü, dincilik ve cinsiyetçilik temelinde toplumun binlerce yıllık genleri ile oynayıp bozma süreci geriletilecektir. Hem Kadının Toplumsal Sözleşmesi hem bu yeni Kardeşlik Sözleşmesi temelinde heyecan verici, umutlu bir sürece giriyoruz. Riskleri, tehlikeleri berteraf etmemizin temel yollarından birisi Kadının Özgürlük Temelinde Toplumsal Sözleşmesini yapmaktır. Bu temelde kadın konfederal örgütlenme ağlarını çoğaltıp büyüterek 21. Yüzyıl kadın devrimini adım adım örmektir. Bu güç tüm Ortadoğulu ve Afrikalı kadınların tarihi mirasında, güncel direnişinde ve demokratik kodlarla örülmüş kültürel genlerinde vardır.
Bitti…