Ortadoğu’da devlet krizi ve kadın: Mısır
Mısır’da kadınlara yönelik şiddet, aileden devlete uzanan sistematik bir baskı aracına dönüşmüş durumda. Kadınların adalet ve güçlenme mücadelesi, sadece yasalarla değil, yaşamları üzerindeki denetimlerini yeniden kazanmakla mümkün.
ASMAA FATHI
Mısır - Mısır’daki kadınlar, kökleşmiş bir şiddet sisteminin içinde yaşamlarını sürdürürken, kadın bedeninin nasıl iktidar ve direniş arasındaki bir çatışma alanına dönüştürüldüğünü görünür kılmaya çalışıyor. Onlara göre adalet, yalnızca yasalarla değil, aynı zamanda kadınların kendi yaşamları üzerindeki denetimlerini yeniden kazanma güçleriyle de ilgilidir. Mısır’da kadınlara yönelik şiddet, bireysel bir davranış biçiminden öte, devletin kurumlarına ve toplumsal yapısına işlemiş bir sistem haline gelmiştir.
Aile içi şiddetten hukuki ayrımcılığa, medyadaki söylemlerden kamu politikalarına kadar uzanan çok katmanlı bir tahakküm mekanizması, kadınların özgürlüğünü sınırlamaya devam etmektedir. Bu dosya, şiddetin en görünür biçimlerini ortaya koyarken, yapısal boyutlarını da analiz ediyor ve “adalet” ile “güçlenme” kavramlarını yeniden tartışmaya açıyor. Günümüzde şiddet artık bireysel bir sorun olarak değil, ataerkil iktidarın devletleşmiş bir aracı olarak karşımıza çıkıyor; kadınların hareket alanlarını kontrol altında tutmanın bir yolu haline geliyor.
Her ne kadar şiddetle mücadele eden yerel girişimler bulunsa da, 15–49 yaş arası evli ya da daha önce evlenmiş kadınların yaklaşık yüzde 31’i fiziksel veya psikolojik şiddete maruz kalmış durumda. Bu oran, şiddetin yalnızca bireysel değil, toplumsal ve kurumsal boyutlarıyla ele alınması gerektiğini gösteriyor. Çünkü bu olgu, kadınların yaşamlarını, mesleki ve ailevi yollarını derinden etkiliyor; kamusal alandaki varlıklarını ve faaliyetlerinin sınırlarını belirliyor.
Devlet şiddeti basitleştirip meşrulaştırıyor
Mısır’da kadınlara yönelik şiddet, doğrudan iktidar ilişkileriyle bağlantılı bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum yalnızca iki birey arasındaki bir çatışma değil, aynı zamanda kurumsal ve kültürel bir güç ağının yansıması. Mısır devleti, kadınların yanında olduğunu sık sık vurguluyor; hatta Ortadoğu ülkeleri arasında kadına en demokratik yaklaşımı sergilediğini öne sürerek ince bir siyaset yürütüyor. Ancak gerçek tablo farklı. Birçok rapor ve analiz, Mısır’da kadınları hukuki ve anayasal düzeyde koruyacak sağlam bir zeminin hala oluşturulmadığını ortaya koyuyor. Siyasi iktidar değişse de, sistemin yapısında köklü bir dönüşüm yaşanmadı. Kadınlara yönelik yaklaşımda da kayda değer bir ilerleme sağlanamadı. Günümüzde ise kadına yönelik şiddet, giderek “aile içi anlaşmazlık” olarak tanımlanıp basitleştiriliyor; böylece hem şiddetin boyutu görünmez kılınıyor hem de sorumluluk kamusal alandan özel alana itilerek meşrulaştırılıyor.
Mısır’da şiddet oranları
İdrak Kalkınma ve Eşitlik Vakfı tarafından Haziran 2025’te yayımlanan rapora göre, Mısır’da 495 şiddet vakası kaydedildi. Bu olayların büyük bölümü, yasal cezaların ağırlığı dikkate alındığında ciddi suçlar arasında yer aldı. Raporda, kadın ve kız çocuklarına yönelik katliamlar en yaygın şiddet türü olarak öne çıktı. Belgelenen 156 kadın katliamından yaklaşık 120’si aile içi şiddet sonucu işlendi. Faillerin çoğunu ise katledilen kadınların en yakın çevresindeki kişiler oluşturdu. Katliamların gerekçeleri arasında aile içi anlaşmazlıklar, ekonomik sebepler ve toplumda güven duygusu yaratacak demokratik bir sistemin eksikliği öne çıktı. Suçların coğrafi dağılımı, özellikle Kahire, Giza ve Kalubiya gibi merkezi vilayetlerde yoğunlaştı. Bu bölgelerde 48 kadın katliamı kaydedilirken, Yukarı Mısır vilayetlerinde 29, Delta bölgesinde ise 26 şiddet vakası rapor edildi. Ayrıca Kuzey Mısır, Kanal bölgesi ve sınır vilayetlerinde de benzer saldırılar tespit edildi. Raporda dikkat çeken bir diğer bulgu, Mısırlı olmayan kadınlara yönelik 14 katliam vakasının kaydedilmesi oldu; bu durum, sorunun yalnızca yerel değil, aynı zamanda uluslararası bir boyuta sahip olduğunu ortaya koydu.
62 çocuk taciz ve tecavüze maruz kaldı
Ayrıca kimliği belirlenemeyen 15 kadının katledildiği de raporda belgelendi. Bu kadınların bedenlerinde işkence izlerine rastlanırken, devlet yetkilileri faillerin kimliğinin tespit edilemediğini açıkladı. Bazı vakaların ise ihmaller ya da doğum sırasında meydana gelen ölümlerle bağlantılı olduğu belirtildi. Eğer bu açıklamalar doğruysa, ülkede sağlık ve sosyal bakım hizmetlerinde ciddi eksikliklerin bulunduğu anlaşılıyor. Rapor, tecavüz ve cinsel saldırı suçlarına da dikkat çekti. Toplam 10 tecavüz vakası kaydedilirken, bunların 8’i merkez vilayetlerde yaşandı. Ayrıca 62 çocuk taciz ve tecavüze maruz kaldı. Bu vakalar içerisinde bazıları ölümle sonuçlandı. Cinsel şiddete maruz kalanlar arasında 9 kız çocuğu, 9 erkek çocuk ve 5 özel gereksinimli çocuk bulunuyor. Bu tablo, toplumun en savunmasız ve korunmasız kesimlerinin sistematik biçimde hedef alındığını ortaya koyuyor.
Dijital şiddette artış
Cinsel taciz, Mısır’da kadınlara yönelik şiddetin en yaygın biçimlerinden biri olmaya devam ediyor. Raporlara göre toplam 122 taciz vakası kaydedildi ve bunların büyük bölümü, merkezi vilayetlerdeki kamusal ya da özel alanlarda gerçekleşti. Dijital şiddet ve çevrimiçi şantaj da son yıllarda yükselen yeni bir ihlal biçimi olarak öne çıkıyor. Bu kapsamda 19 dijital suç vakası belgelendi; bunların 13’ü yine merkezi vilayetlerde yaşandı ve çoğu cinsel içerikli şantaj girişimleriyle bağlantılıydı. Bu tablo, dijital dünyanın da giderek kadınlara yönelik şiddetin yeni bir mecrasına dönüştüğünü gösteriyor.
Mısır’da belgelenen şiddet vakaları arasında, 13 kadın ve kız çocuğunun yakıcı maddeyle hedef alındığı saldırılar da yer alıyor. Bu saldırılar, kalıcı yaralanmalara ve bazı durumlarda ölüme yol açtı. Vakaların çoğunda gerekçe, kadının eşine geri dönmeyi reddetmesi ya da ayrılmak istemesi olarak kaydedildi. Bu durum, ülkedeki psikolojik ve toplumsal krizlerin derinliğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Veri ve analizler, kadınlara yönelik şiddet vakalarının yüzde 10,5’inin 19–30 yaş arası kadınları, yüzde 15’inin 12–18 yaş grubunu, yüzde 7,9’unun ise 6–11 yaş arası kız çocuklarını hedef aldığını gösteriyor. Saldırıların yüzde 72,5’i erkekler tarafından gerçekleştirilirken, faillerin çoğunun kimliği tespit edilebildi. Ancak vakaların yüzde 11,1’inde faillerin kimlik bilgileri ya açıklanmadı ya da henüz belirlenemedi.
Yasalar kadınları ve çocukları korumuyor
Genel göstergeler, özellikle özel gereksinimli çocuklara yönelik cinsel saldırıların arttığını, çocukların failler arasında yer aldığını ve aile içi şiddetin toplumsal kontrol aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Ayrıca reşit olmayan kız çocukları için yasal korumanın zayıf olduğu görülmektedir. Psikolojik ve ekonomik faktörler, özellikle katliam vakalarında, şiddetin başlıca motivasyonları arasında öne çıkmaktadır. İntihara sürüklenmelerin aile içi ve toplumsal şiddetle bağlantılı olması, dijital şiddetin yükselişi ve katliamların artması, kadınları koruma yasalarının etkin bir biçimde uygulanması gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Şiddetin yarattığı travmalar ve psikolojik desteğin önemi
Son olarak, şiddetin etkileri yalnızca fiziksel yaralanmalarla sınırlı kalmamakta; yaşam boyu sürebilen derin psikolojik travmalara da yol açmaktadır. Bu nedenle, hayatta kalan kadınlara psikolojik destek ve kapsamlı tedavi sağlanması, onların iyileşmesi, topluma yeniden katılmaları ve herkes için güvenli, adil bir ortamın oluşturulması açısından büyük önem taşımaktadır.
UNFPA: Mısır’da her yıl yaklaşık 7,8 milyon kadın şiddete uğruyor
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) verilerine göre, Mısır’da her yıl yaklaşık 7,8 milyon kadın, evli olduğu erkekten, yakın çevresinden şiddetin bir veya birden fazla türüne maruz kalmaktadır. Özel gereksinimli kadınlara ilişkin olarak, Mısır Ulusal Kadın Konseyi (NCW) ile UNFPA’nın ortak yürüttüğü bir araştırma, özel gereksinimli kadınların yüzde 48’inin 15 yaşından itibaren fiziksel, psikolojik veya cinsel şiddete maruz kaldığını, evli olanların ise yüzde 61’inin evli oldukları erkekler tarafından şiddet gördüğünü ortaya koymuştur. Bu rakamlar, sadece kadına bireysel şiddet saldırıları olarak tanımlanamaz, şiddetin devlet kaynaklı olup toplumsal yapılara ne kadar derinlemesine yerleştiğini de göstermektedir.
Şiddet biçimleri ve birbiriyle ilişkili boyutları
Mısır’da kadınlara yönelik şiddet, özel alandan kamusal alana, bireysel eylemlerden kurumsal uygulamalara kadar uzanan çok çeşitli biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Bu durum, şiddetin toplumsal bir saldırı olarak, iktidarın ise siyasi ve kültürel bir sistem olarak yapısal bir şekilde birbiriyle bağlantılı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla şiddet yalnızca darp ya da tacizle sınırlı değildir; kadın bedeninin denetimi ve özerkliğinin kısıtlanmasını sağlayan yaygın bir pratikler ağıdır.
7 milyon kız çocuğu sünnet riskiyle karşı karşıya
Kurumsal şiddet kadınları dışlayan veya onları bağımlı konuma iten politikalar ve mekanizmalarla kendini gösterir. Örneğin eğitim kurumları, müfredat ya da pedagojik söylemler aracılığıyla hala geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmektedir. Sağlık sistemi ise kimi zaman “kadın sünneti (FGM)” gibi şiddet içeren uygulamalara sessiz kalarak ya da gerekçelendirerek dolaylı biçimde suç ortağı olmaktadır. Her ne kadar bu konuda net istatistikler bulunmasa da, tahminler 2015–2030 yılları arasında yaklaşık 7 milyon kız çocuğunun Mısır’da sünnet edilme riskiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Bu da, 2030 yılına kadar bu suçu tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen küresel hedefe ulaşmak için çabaların on beş kat artırılması gerektiği anlamına gelmektedir.
Aynı bağlamda, Ulusal Kadın Sünnetiyle Mücadele Komitesi, Ulusal Çocukluk ve Annelik Konseyi ve Ulusal Kadın Konseyi iş birliğiyle, 2025 Temmuz ayında Asyut’ta 7 kız çocuğuna yönelik sünnet gerçekleşmiştir. Suhaj’da bir başka vakanın, savcılıkla koordineli şekilde engellendiğini idea ediliyor.
Şiddet en çok aile içinde yaşanıyor
Aile içi şiddet Mısır’da en yaygın ancak hukuken en az tanınan şiddet biçimidir. Mısır yasalarında aile içi şiddeti açıkça suç sayan bir madde hala bulunmamaktadır. Öte yandan, Ulusal Kadın Konseyi ve bazı kadın örgütlerinin araştırmalarına göre, evli kadınların dörtte birinden fazlası yaşamları boyunca bir tür aile içi şiddete maruz kalmıştır. Ne var ki toplum ve kurumlar bu gerçeği görmezden gelmekte, bunu genellikle “aile içi mesele” olarak değerlendirmektedir.
Kadınların iş gücü piyasasına katılımı engelleniyor
Ekonomik şiddet de fiziksel şiddet kadar yıkıcıdır; çünkü kadınların en temel direniş aracını, yani ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden alır. Bu nedenle bağımlılık, kadınlar için bir “yaşam koşulu” haline gelir. Kadınlar ekonomik kaynaklardan mahrum bırakılarak ya da iş gücü piyasasına katılımları engellenerek bu şiddete maruz kalmaktadır. Çalışan kadınlar ise kamu alanına girdiklerinde ciddi ücret eşitsizlikleriyle, keyfî işten çıkarmalarla ve kayıt dışı sektörlerde her türlü yasal korumadan yoksun bırakılmayla karşı karşıya kalmaktadır.
Mısır yasaları evlilik içi tecavüzü tanımıyor
Hukuki şiddet ise en görünmez ama en köklü şiddet biçimidir; çünkü doğrudan yasaların metinlerine işlemiştir. Örneğin Mısır yasaları evlilik içi tecavüzü tanımamakta, erkeklere velayet ve boşanma konularında daha geniş yetkiler tanımaktadır. Ayrıca çalışma yasaları, cinsel taciz ve iş yerinde ayrımcılığa karşı yeterli koruma sağlamamaktadır.
Medya ve popüler kültür ise erkek egemen söylemin yeniden üretildiği en tehlikeli alanlardan biridir. Televizyon dizileri ve filmler çoğu zaman kadına şiddeti meşrulaştırmakta, şiddet mağduru kadınlarla alay etmekte ve “iffetli kadın” figürünü ideal olarak sunmaktadır. Böylece toplumsal cinsiyetcilik kodları bir kültür olarak geliştirilir. Bu noktada gelenekler, dincilik anlayışı, şiddetin bir ortağı haline gelir: Kadınlara sabırlı olmanın bir kahramanlık, itaatin ise bir erdem olduğu öğretilir.
Şiddet yaşamın her alanında yaygınlaşıyor
Çatışma yalnızca hukuki ya da hak temelli bir mesele değildir; aynı zamanda derin bir kültürel meseledir. Günümüzde şiddet, ilişkilerin dışında değil, onların içinde kök salmıştır; dilde, eğitimde, kurumlarda ve evlerin içinde açıkça kendini göstermektedir. Bu nedenle kadının direnişi yalnızca adalet arayışıyla sınırlı değildir; aynı zamanda bedenin ve fikirlerin özgürlüğüne ve öz gücüne kavuşması mücadelesidir.
Savaşların bedelini kadınlar ödüyor
Kadınların kimlikleriyle varlık bulabilmesi şu ölçütlerle anlam kazanabilir: Kadın kendini savunabiliyor mu, buna hakkı var mı? Çalışabiliyor mu? Karar alma iradesi var mı? Kamusal yaşamda etkin bir özne olarak saygı görebiliyor mu? İşte bütün bu soruların yanıtı, bir toplumun olgunluk düzeyini belirleyen temel göstergelerdir. Eğer kadını içten kuşatan “damgalanma, sessizlik, sadakat” duvarları yıkılmazsa, yasalar tek başına yeterli olmayacaktır. Nitekim COVID-19 salgınının yarattığı kriz de bu durumu açıkça ortaya koymuştur: Kayıt dışı alanlarda çalışan veya özel gereksinimli kadınlar, bu süreçte bedel ödeyenler olmuştur. Her zamanki gibi, kadınlar büyük sarsıntıların, savaşların, felaketlerin ve her türden çatışmanın en ağır bedelini ödeyen kesim olmaya devam etmektedir.
Dincilik söylemleriyle şiddet meşrulaştırılıyor
Sosyologlar Pierre Bourdieu’den Judith Butler’a kadar şiddetin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda sembolik olduğunu, toplum içindeki hiyerarşiyi pekiştiren bir mekanizma işlevi gördüğünü belirtirler. Mısır örneğinde ise, siyasal İslam kültürü ve ataerkil ekonomi şiddeti bir yönetim biçimine dönüştürmektedir. Aile içi şiddet açık biçimde suç sayılmamakta, medyanın bir kısmı şiddet mağdurlarıyla alay etmekte ya da onları damgalamakta, bir diğer kısmı ise “terbiye” veya “eğitim” adı altında şiddeti meşrulaştıran dincilik söylemlerini canlı tutmakta. Tüm bunlar aynı tahakküm düzeninin farklı kollarını oluşturur.
Kurumsal düzeyde ise, birçok kadın iş yerlerinde ya da adalet arayışında bürokratik şiddetle karşılaşmaktadır. Pek çok polis merkezinde aile içi şiddet ihbarları hala alaya alınmakta ya da reddedilmektedir; gerekçe olarak da “ailenin bütünlüğü” veya “eğitimin aile içinde olması gerektiği” öne sürülmektedir. Üstelik yasalar ardı ardına yapılan değişikliklere rağmen kadınlara gerçek bir koruma hakkı tanımaktan uzaktır; çünkü hukuk kültürünün kendisi de kimi durumlarda ayrımcılığı körüklemekte ve şiddet üretmektedir.
Şarkılarda ve atasözlerinde cinsiyetçilik!
Sanat dünyasına da sirayet eden şiddet, ataerkil zihniyeti pekiştiren atasözleri, anlatılar ve şarkılar aracılığıyla yeniden üretilmektedir. “Kadının yeri evidir” ya da “Erkeğe ayıp olmaz” gibi ifadeler, kadın sorununu derinleştiren ve şiddete meşruiyet kazandıran kalıplardır. Toplumda cinsiyetçiliğin kodlanması da büyük ölçüde bu yollarla gerçekleşir. Erkekliğin “güç ve kontrol” ile özdeşleştirildiği, kız çocuklarının ise “sabır bir erdemdir” anlayışıyla yetiştirildiği bu kültürel yapı, toplumsal davranışları beslemekte ve birçok kişiye şiddet uygulamak için ahlaki bir kılıf sunmaktadır. Böylece kadınlar, maruz kaldıkları suçların failiymiş gibi görülmektedir.
Şiddet medya aracılığıyla pekiştiriliyor
Ulusal Sosyal ve Kriminal Araştırmalar Merkezi’nin yayımladığı çalışmalara göre, şiddete maruz kalan Mısırlı kadınların yarısından fazlası olayı yetkililere bildirmemektedir. Bunun nedenleri arasında damgalanma korkusu, çocuklarını kaybetme endişesi veya adaletten umudunu kesme durumu öne çıkmaktadır. Böylece şiddet, kültürel olarak kurumsallaşmakta; dil, yetiştirme biçimi ve medya aracılığıyla pekiştirilmekte.
Tunus, Fas ve Lübnan ile kıyaslandığında, yapısal farklar oldukça belirgindir. Tunus’ta, 2017 tarihli Kadına Yönelik Şiddete Karşı Yasası, devletin koruma sorumluluğunu açıkça belirtmektedir. Fas’ta, 103.13 sayılı yasa üzerine tartışmalar sürse de, barınma ve yasal takip mekanizmalarında göreli bir ilerleme sağlanmıştır. Lübnan’da ise “Kıfâ” hareketinin ardından, aile içi şiddetten kadınları koruma yasasında cezai yaptırımlar içeren değişiklikler yapılmıştır.
Mısır’da hala kapsamlı bir yasa çerçevesi bulunmamaktadır ve kurumlar, şiddeti çoğunlukla “sosyal bir sorun” olarak ele almakta, onu sistemsel bir mesele olarak görmemektedir. Buradaki asıl sorun, devletin kaynak eksikliği değil, kadına yönelik şiddeti salt aile içi bir sorun olarak tanımlayan devletin kendisinin kadına karşı şiddeti meşru gören zihniyetinin görülmemesidir.
Sonuç olarak, Mısır’da şiddet, evden devlete kadar uzanan erkek egemen bir sistemin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Şiddet, sadece fiziksel zarar vermekle kalmayıp, kadın kırımı boyutuna ulaşmakta ve sanat, siyaset, din, ekonomi ve medya aracılığıyla toplumun tüm alanlarına sirayet etmektedir. Bu açıdan Mısır, Ortadoğu’da dincilik ve cinsiyetçiliğin adeta bir arka sokağı konumundadır.
Örgütlü olamamak şiddet kültürüne zemin hatırlıyor
Mevcut sisteme karşı yürütülen kadın mücadelesi ise sınırlı ve örgütsüzdür. Kadınların kendilerini güçlü biçimde örgütleyememesi, şiddet kültürünün sürdürülmesine zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda, Mısır’daki krizin iki temel handikabı vardır: yaygın şiddet ve zayıf kalan kadın mücadelesi. Arap Baharı’yla başlayan ve “halk devrimi” olarak adlandırılan ayaklanma, Mısır’ı kadın düşmanı zihniyetinden arındıramamıştır. Mısır, kendi içinde demokratikleşmeden kadın kimliğini tam anlamıyla yaşayamaz ve bu durum da Mısır’ın krizden çıkışını da imkansız hale getirir.