Ortadoğu’da devlet krizi ve kadın: Irak
Iraklı kadınlar, “siyasi yolsuzluk, erkek-devlet şiddeti ve dini vesayet” üçgeniyle kuşatılmış durumda. Ancak Iraklı kadınlar demokratik bir toplum inşası için mücadelelerini sürdürmekte kararlı.
Irak - Sistemlerin ürettiği krizler, beraberinde toplumsal sorunları getirir; toplumsal sorunlar ise kadınlara yönelik şiddeti besler. Krizlerin temelinde, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikten doğan sorunların giderek derinleşmesi ve kadın kırımı olgusunun günümüze kadar sürmesi yatmaktadır.
Bugün Ortadoğu’da giderek derinleşen krizin kaynağına, bu kaynaktan beslenerek çığ gibi büyüyen toplumsal sorunlara bakmak gerekiyor. Ortadoğu’yu oluşturan ülkelerin her birinde yaşanan krizlerin, günümüzün siyasal, ekonomik ve toplumsal gerçekliğinde nasıl yeni sorunlar ürettiğini anlamak büyük önem taşıyor.
Krizlerin sonucunda ortaya çıkan kadın kırımının izleri, yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Bunun yanında, kadınlara bu çağda dayatılan “üçüncü cinsel kırılma” olgusuna karşı kadınlar, ortak cephelerde mücadele alanları açma düşüncelerini dile getiriyor ve bu doğrultuda pratik adımlar atıyorlar.
Irak’ta da kadınlar, kadına yönelik şiddete ve kadın kırımına karşı mücadelelerinden vazgeçmedi. Aksine, bu mücadele günümüzde daha görünür ve etkili bir düzey kazanmış durumda.
Irak’ta şiddet biçimleri
Dosyamızın bu bölümünde Irak’taki krizi ve kadına yönelik geliştirilen şiddet biçimlerini ele alacağız. Bunun yanı sıra, kadınların mücadele alanlarında elde ettikleri kazanımları da inceleyeceğiz.
Kadınları yalnızca seçim dönemlerinde birer oy sayısı olarak gören, geleneklerin gölgesinde şiddeti derinleştiren bir sistemin varlığı, kadınlar için en büyük tehdittir. Son yıllarda kadınlar, erkeği yalnızca baba, kardeş, eş ya da dost olarak değil; aynı zamanda devletin zihniyeti ve politikalarının bir yansıması olarak okumaya başlamıştır. Bu bakış açısı, kadın mücadelesine önemli bir ivme kazandırmıştır. Bu başarılar toplumsal gerçekliği kökten değiştirmemiş olabilir, ancak sessizliğin duvarlarını yıktıkları için son derece anlamlıdır.
25 Kasım’da Iraklı kadınlar, yalnızca uluslararası bir günü anmakla yetinmiyor; bugünü ulusal bir sorgulama gününe dönüştürüyorlar. Devletin ve toplumun kadınları koruma konusundaki başarısızlığını açıkça yüzlerine vuruyorlar. Kadın aktivistler ise mücadelenin artık sembolik değil, varoluşsal bir nitelik taşıdığını ilan ediyor. Bugün, artık sadece bir “gün” olmaktan çıkmış durumda.
2003 yılından bu yana Irak’ta yaşanan siyasal ve toplumsal değişimlerin üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, Iraklı kadınlar hâlâ toplumsal cinsiyete ve dinciliğe dayalı yüksek düzeyde şiddetle karşı karşıya. Bunun temel nedeni, kadınların da ortağı olduğu bir sistemin, toplumsallığın ve anayasanın olmamasıdır. Aile içi şiddet artık ailevi bir olgu olmaktan çıkmış, Irak’ın varlığını tehdit eden yapısal bir krize dönüşmüştür. Bu durum, ülkenin yasal ve kültürel yapısının ne denli derin bir krizle karşı karşıya olduğunu açıkça göstermektedir.
2025 şiddet çetelesi
Irak İçişleri Bakanlığı, 2024 sonlarından günümüze kadar, 13 bin 857’den fazla aile içi şiddet vakası kaydetti. Şiddete maruz kalanların yüzde 73’ü ise kadınlardan oluşuyor. Vakaların yüzde 57’si kadınların birlikte yaşadığı erkek tarafından yapılıyor. Kalan vakalar ise çocuklara, akraba ve yaşlılara yönelik şiddet olaylarından oluştu.
Bu rakamlar, buzdağının yalnızca görünen kısmını temsil ediyor. Uluslararası Af Örgütü ve Human Rights Watch gibi uluslararası kuruluşlar, gerçek sayıların çok daha yüksek olduğunu vurguluyor. Bunun nedeni ise cezasızlık kültürünün varlığı ve hak ihlallerine maruz kalanların adalete erişimini engelleyen toplumsal bariyerlerdir.
Sadece Bağdat’ta her gün yaklaşık 100 aile içi şiddet vakası kaydediliyor. Bu durum, şiddetin ne kadar yaygınlaştığını ve günlük yaşamın bir parçası hâline geldiğini gösteriyor. Tüm bunlar, toplumsal sessizlik ve kadınları tanımayan hukuki ortam da gerçekleşiyor.
Hukuki zeminsizliğin örtük hali
Irak yasal boşluk gibi bir sorun ile karşı karşıya. Birleşmiş Milletler (BM) ve sivil toplum kuruluşlarının tekrarlayan çağrılarına rağmen, 2015 yılında Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan “Aile içi şiddetle mücadele” yasa tasarısı hâlâ parlamentoda onay beklemektedir. Tasarı, bazı siyasi gruplar tarafından şeriata veya toplumsal geleneklere aykırı bulunduğu gerekçesiyle sürüncemede bırakılmıştır.
2005 Irak Anayasası aileyi ve kadını koruma taahhüdünde bulunsa da uygulamada 1969 tarihli Ceza Kanunu ile çelişmesi nedeniyle özellikle aile içinde kadınların durumunu olumsuz etkiliyor. Bu çelişkili düzenleme, en tartışmalı maddelerden biri hâline gelmiş durumda. Söz konusu maddeye göre, kadının birlikte yaşadığı erkek, ebeveynin çocuklarına veya öğretmenin öğrencilerine uyguladığı şiddet, “hak kullanımı” kapsamında ve belirlenen sınırlar içinde kaldığı sürece cezai veya hukuki sorumluluk doğurmuyor. Bu durum, yargının mevcut şiddet olaylarına kalkan oluşturmasına ve toplumsal şiddetin meşrulaştırılmasına yol açıyor.
Bu yasal düzenleme, kadın kuruluşları ve kadın hakları aktivistleri tarafından geniş çapta eleştirildi. “Disiplin” ifadesinin şiddeti hafifletmek veya salt uyarılarla sınırlamak için kullanılması yasal olarak kabul edilemez bulundu ve değişiklik yapılması gerektiği vurgulandı. Kadınların itirazı, Meclis Başkanı’nı harekete geçirerek, anayasanın bu ifadesinin düzeltilmesi ve kadına ve aileye karşı şiddetin önlenmesi amacıyla dava açılmasına yol açtı. Tüm itirazlara rağmen, Federal Mahkeme “disiplin” adı altında şiddeti meşrulaştıran ve mağdurları korumada yargının yetkisini sınırlayan yasayı değiştirmedi.
Genel olarak, Anayasa’daki birbiriyle çelişen yasalar, şiddeti meşrulaştırıyor ve kadın haklarını görmezden geliyor. Devlet ise anayasal düzenlemede kadını dışlayan yaklaşımında ısrar ediyor. Oysa ‘Ceza kanunu’ gibi çelişki yaratan yasalar olmasa, birçok yasal düzenleme kadın haklarını koruyor ve şiddete karşı duruyor.
Uzmanlar, Ceza Kanunu’nun, özellikle aile içindeki kadın ve çocuk haklarıyla ilgili olarak, demokratik anayasa ve uluslararası sözleşmelerle uyumlu ve entegrasyonu sağlanması gerektiğini belirtiyor. Ayrıca, tecavüz sonucu meydana gelen gebelikler nedeniyle kadının düşük yapması durumunda cezadan muaf tutulmasını sağlayacak açık bir hüküm talep ediyorlar; bunun insani ve etik bir gereklilik olduğu vurgulanıyor. Tecavüz vakaları ve tecavüz sonucu hamile kalan kadınlar için hiçbir özel koruma yok. Hatta kadın ona tecavüz eden adamla evlenmesi durumunda ceza indirimi hatta suçsuz görülmekte. Buda kadınlara verilmiş bir ‘lutüf’ olarak Irak anayasasında yer alıyor.
2020 yılında aile içi şiddetle mücadele yasa tasarısı hazırlanmış olmasına rağmen, bazı dini gruplar tarafından ailenin yapısına tehdit olarak görülmesi nedeniyle tasarı donduruldu. İnsan hakları uzmanı Bushra Al-Zouini, siyasi iradenin eksikliği ve hükümet kurumları arasındaki koordinasyon eksikliğinin krizin devam etmesinin başlıca nedenleri olduğunu vurguluyor.
Kadınlara yönelik ayrımcılığın sürdürülmesi ve adaletsizlik
21 Ocak 2025 tarihinde parlamento tarafından “Kişisel Statü” yasasında yapılan değişiklikler kabul edilmiş, Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin itirazları reddetmesinin ardından yasa 13 Şubat 2025’te imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Böylelikle Irak Parlamentosu, Medeni Hukuk’un yetki alanını aşarak evlilik ve miras konularının düzenlenmesini dini mercilere bırakan tartışmalı bir yasa değişikliğini onaylamış oldu.
Bu adım, Irak’ta demokrasiyi daha da geriye götürmüş, yasal kılıflar altında kadına yönelik şiddeti fiilen meşrulaştırmış ve devletin kadınlar ile kız çocuklarına karşı hukuki sorumluluklarını göz ardı etmesine yol açmıştır. Yasanın kabulü, Irak’ı devlet olarak kadın haklarının karşısında konumlandırmıştır. Düzenleme, yasal referansları yeniden tanımlarken, dini ve aşiret temelli 9 yaş sınırıyla kız çocuklarının evlendirilmesini meşrulaştırmakta ve buna yasal dayanak sağlamaktadır. Bu uygulama, çocuk yaşta evliliklerin önünü açmakta; kadınları nafaka ve miras haklarından mahrum bırakmakta; ayrıca annelerin çocuklarını kaydetme, devlet ve sosyal hizmetlerden yararlanma haklarını da ellerinden almaktadır.
Kişisel Statü Yasası’nda yapılan değişikliklerin ardından, çocuk yaşta evliliklerde gözle görülür bir artış yaşanmıştır. Bu durum, kadın örgütlerini harekete geçirmiş; kadınlar çeşitli mecralarda endişelerini dile getirerek yapılan değişikliklerden geri adım atılması çağrısında bulunmuştur.
Irak’ın esas krizi
188 sayılı (1959 tarihli 188 sayılı Irak Kişisel Statü Yasası) yasada yapılan değişikliğe karşı, kadın örgütleri, feminist hareketler, parlamentodaki bazı kadın milletvekilleri ve değişiklikten olumsuz etkilenen kadınlar, Irak Federal Yüksek Mahkemesi’ne ortak bir dava açtı. Mahkemeye başvurunun yanı sıra, birçok protesto eylemi de düzenlenerek yasama sürecindeki usulsüzlüklerin iptal edilmesi talep edildi. Devletin bu kararı, tecavüz kültürünü yasal kılıflar altında meşrulaştırarak toplumsal sorunları daha da derinleştirmiştir. Irak, bugün geldiği noktada, Ortadoğu’da krizlerle en fazla boğuşan ülkelerin başında yer almaktadır.
Federe Kürdistan Bölgesi’nde ise durum çok farklı değil. Yasal olarak aile içi şiddeti suç sayan bir yasa yürürlükte olmasına rağmen, hâlâ birçok kadın katlediliyor ya da şiddete maruz kalıyor. Kadınlar haklarını korumak istediklerinde ise pek çok bürokratik ve sınıfsal engelle karşılaşıyorlar. Kadın sığınma evlerinin sayısının azlığı ve hükümetin bu merkezlere uyguladığı sıkı güvenlik politikaları, söz konusu evleri adeta gözaltı alanlarına ya da açık cezaevlerine dönüştürüyor. Kadınlar, sosyal, toplumsal ve eğitim haklarını kullanmaktan büyük ölçüde uzak kalıyor.
Devlet sessiz: Kadınlar sokak ortasında katlediliyor
Son olarak, Basra vilayetinde psikiyatrist ve aktivist Pan Ziyad Tarık’ın ölümü gündeme oturdu. Olayın gizemli koşulları geniş bir tartışma yarattı; “cinayet mi, intihar mı?” sorusu kamuoyunda yankı buldu. Madde bağımlılarıyla mücadele alanında önemli çalışmalar yürüten Pan Ziyad, ölümüyle kadın hakları ihlallerinin sembol isimlerinden biri hâline geldi. Olay yerindeki güvenlik kameralarının devre dışı bırakılması, boğulma izleri, vücuttaki derin morluklar ve yaralar, bildirimdeki gecikme ile resmi izin alınmadan yapılan temizlik işlemleri, devlete karşı şüpheleri daha da artırdı.
Irak makamları her ne kadar soruşturma komiteleri kurmuş ve resmi yönergeler yayınlamış olsa da, prosedürlerin yavaş ilerlemesi ve sonuçların belirsizliği nedeniyle sert eleştirilerle karşılaştı.
Birçok siyasi aktivist, kadın ve toplumun farklı kesimlerinden kişiler, Pan Ziyad Tarık’ın katledilmesi, daha önce üniversite hocası Sara el-Obeida olayındaki amaçlarla örtüştüğünü; Pan’ın katledilmesine de etkili kişilerin karıştığını ve bu tür vakalarla muhalif kadınların susturulmaya çalışıldığını dile getirdi.
Pan Ziyad Tarık ve benzeri kadın cinayetlerine karşı Iraklı kadınlar ve yurttaşlar sessiz kalmadı; sokaklara çıkarak devletin suçluları adalet önüne çıkarmasını talep etti. Halk, bu taleplerin karşılanmaması durumunda devletin bizzat suç ortağı olduğunu haykırdı. Sonuç olarak devlet sessiz kaldı, ortağı oldu, hiçbir yargı süreci işletilmedi ve kadın cinayetleri sürmeye devam etti. Toplum ise devlete olan güvenini her geçen gün biraz daha kaybediyor. Kadınlar erkek-devlete sisteme itiraz ettikçe baskı, gözaltı artıyor bunun yanında devlet dini ve siyasi otorite üzerinden, kadın sesleri bastırmak için kullanılıyor.
Şiddetin bir diğer yüzü: Yoksulluk
Yoksulluk ile şiddet arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır. Her beş Iraklıdan biri yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Araştırmalar, bazı ailelerin sosyal destekten yoksun kaldıklarında şiddeti bir tür boşalma ya da kontrol mekanizması olarak kullandıklarını ortaya koymaktadır.
Beşra ez-Zuveyni’ye göre, kadınların yüzde 69,4’ü eğitim hedeflerine ulaşamadan evlenmektedir. Bu durum, bilgi uçurumunu derinleştirerek hem yoksulluğu hem de şiddeti yeniden üretmektedir.
Psikolojik ve tarihsel etkenler de bu süreçte önemli bir rol oynamaktadır. On üç yıl süren savaşlar ve yaptırımlar, Irak toplum yapısını derinden sarsmış ve kalıcı psikolojik izler bırakmıştır. Beşra ez-Zuveyni’nin de belirttiği üzere, şiddet artık günlük yaşam kültürünün bir parçası hâline gelmiştir. Ona göre aile içi şiddet, siyasal sistemin bireylere on yıllar boyunca uyguladığı toplumsal şiddetin bir yansımasıdır. Öyle bir durum ki şiddetin her türlüsü tüm yaşam alanlarında normal görülmeye başlandı.
Kadın gazeteciler tehdit altında: Dijital şiddet de cabası
Irak’taki kadın gazeteciler, sosyal ve kültürel kısıtlamalardan başlayıp dijital şiddet ve elektronik tehditlerle devam eden çok katmanlı zorluklarla karşı karşıyadır. Bağımsız gazeteciler, görece daha fazla ifade özgürlüğüne sahip olsalar da, daha yoğun karalama ve itibarsızlaştırma kampanyalarına maruz kalmaktadır.
Kadın hakları ve azınlıklar üzerine çalışan araştırmacı-gazeteci Menar ez-Zübeydi, bilgi edinme hakkını güvence altına alan bir yasanın bulunmadığını; bu durumun gazetecilik faaliyetlerini zorlaştırdığını ve kadın gazetecileri yasal koruma eksikliği nedeniyle oto-sansüre mecbur bıraktığını vurgulamaktadır.
Karanlıklaşan küresel medya manzarası içinde, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2025 raporu, basın özgürlüğü alanında eşi benzeri görülmemiş bir gerilemeye işaret etmektedir. Gazetecilik mesleği, siyasi baskılar, yasal kısıtlamalar ve gazetecilere yönelik sistematik şiddet arasında giderek ağırlaşan koşullarla karşı karşıyadır. Irak, basın özgürlüğü sıralamasında dünya genelinde 155’inci sırada yer almıştır. Bu veriler sahadaki gerçeklikle karşılaştırıldığında, tablo çok daha karanlık bir hâl almaktadır. Sayısal göstergelerin ötesinde, Irak’ta medya, siyasi ve güvenlik politikaları krizinin gölgesinde bırakılmış, marjinalleştirilmiş ve ötekileştirilmiştir. Özellikle kadın gazeteciler bu süreçten en fazla etkilenen gruplardır; şiddete, tehditlere ve hatta cinayetlere maruz kalmaktadırlar. Bu koşullar altında Irak’ta basın özgürlüğünden söz etmek neredeyse imkânsızdır.
Feminist hareketler: Dışlanma ile iktidarın yeniden üretilmesi arasında
2025 yılı, devletin yaşadığı yapısal krizin topluma, kadın örgütlerine ve yasal düzene yansıması sonucunda, kadına yönelik şiddetin önünün alınamadığı; aksine, kimi durumlarda devlet eliyle dolaylı biçimde desteklendiği bir yıl olmuştur.
Kadın hakları araştırmacısı Menar ez-Zübeydi, Irak’taki kadın hareketinin derin bir yapısal ve sınıfsal kırılganlıktan muzdarip olduğunu belirterek şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu hareket, ister siyasi otoriteye yakınlık, ister elçiliklerle ilişkiler, isterse parti aidiyetleri yoluyla olsun, iktidar merkezleriyle bağlantılı dar bir kadın grubunun kontrolünde yürütülmektedir. Siyasi partilere veya taraflara bağlı bu dar kadın grupları, tekelci bir anlayıştan kurtulamamış; feminist çalışmaları içeriğinden boşaltarak, aynı yüzlerin konferans ve toplantılarda tekrarlandığı bir medyatik vitrine dönüştürmüştür. Bu durum, dezavantajlı kadınların yaşamlarında somut bir değişim yaratmamıştır.”
Her ne kadar Irak Anayasası’nın 14. maddesi vatandaşlar arasında eşitliği öngörse de, yasal gerçeklik açık çelişkilerle doludur. Menar ez-Zübeydi, yasama organının geniş yetkilere sahip olmasına rağmen çoğu zaman siyasi ve toplumsal baskılardan etkilendiğini vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Irak’ın, imzaladığı uluslararası sözleşmelerle uyumlu olacak şekilde anayasayı ve yasaları kapsamlı biçimde gözden geçirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda özellikle Aile İçi Şiddetten Korunma Yasası ile Bilgi Edinme Hakkı Yasası büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, temel hakların özellikle kadın haklarının korunmasını güvence altına alacak anayasal denetim mekanizmalarının da etkinleştirilmesi zorunludur.”
Aile içi şiddet: Bir olay değil, bir yapı
Irak’ta aile içi şiddet artık yalnızca bir olgu değil, derin köklere sahip yapısal bir sorun hâline gelmiştir. Bu sorunu besleyen birçok etken bulunmaktadır: yaşam hakkının ihlali, koruma mekanizmalarının yokluğu, cezasızlık kültürü ve “namus temizliği” ya da “şerefi savunma” gibi kavramlar altında kadın cinayetlerini meşrulaştıran toplumsal yapıların özellikle aşiret, kabile ve sınır bölgelerinde canlı tutulması.
Egemen ataerkil bakış açısının varlığı, erkeğe ayrıcalıklı bir toplumsal otorite tanımakta; bu durum kadının statüsünü zayıflatmakta ve ona karşı şiddeti meşrulaştırmaktadır. Bu nedenle, aile içi şiddetle mücadele yasasının çıkarılması artık ertelenemez bir gereklilik hâline gelmiştir. Bu yasa; açık bildirim, sığınma hakkı ve yargısal hesap verebilirlik mekanizmalarını içermeli; güvenlik ve yargı kurumlarının rollerini etkinleştirmeli; ayrıca kadınların hukuki haklarının kaybolmasına neden olan “uzlaşı” uygulamalarına karşı güçlü bir mücadele yürütmelidir.
Kota: Ayrıcalık değil, güvence
Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinin üzerinden yirmi yılı aşkın süre geçmesine rağmen, kadınların seçim süreçlerine katılımı hâlâ “kota” adı verilen görünmez bir tavanla sınırlandırılmış durumdadır. Başlangıçta kadınların siyasette temsilini güçlendirmek amacıyla oluşturulan bu sistem, zamanla partiler içindeki erkek egemenliğini yeniden üreten kurumsal bir kısıtlamaya dönüşmüştür.
2025 seçimlerinde, toplam 7 bin 800 aday arasından 2 bin 248’i kadın olarak kaydedilmiştir. Bu kadın adaylar, kota kapsamında ayrılan 83 sandalye için yarışacak. Bu durum, Irak’ta kadınların parlamentoda yer alma hakkının yaklaşık yüzde 29 olduğunu göstermektedir. Iraklı kadınlar bu durumu ilk bakışta geçmişe nazaran, kadın temsili açısından bir başarı olarak değerlendirse de, analizler sistemin kadının siyasal güçlenmesi üzerindeki sınırlı etkisini ve daha derin bir yapısal krizi ortaya koymaktadır.
Eşit temsiliyet yok
2005 yılından beri anayasada yer alan kota sistemi, bugün temsilde adalet sağlamaktan çok, demokratik bir görünüm yaratmak için kullanılan sembolik bir araç hâline gelmiştir. Çoğu zaman parti liderliklerine yakın kadınlar aday gösterilmekte; buna karşın bağımsız ya da eleştirel kadın sesler karar alma mekanizmalarının dışında bırakılmaktadır. Parlamentoya girebilen kadınlar ise sıklıkla parti veya aşiret liderlerinin gölgesinde kalmakta, böylece temel siyasal ve toplumsal konulardan uzaklaştırılmaktadır.
Seçim sonuçları da bu kırılganlığı doğrulamaktadır: 2021 seçimlerinde 95 kadın milletvekili seçilmiş, ancak bunlardan 83’ü kota sayesinde, yalnızca 12’si kota dışı oylarla meclise girebilmiştir. 2025 seçimlerinde kadın aday sayısı artsa da, siyasi şiddet, partisel dışlanma ve demokratik katılım eksikliği gibi sorunlar varlığını sürdürmektedir. Kadının gerçek anlamda güçlenmesi için kotaların eşit temsiliyet üzerinden şekil almasının yanında, kadınların karar alma süreçlerinde bağımsızlıklarını koruyabilecekleri ve politika üretiminde eşit ortaklık kurabilecekleri yasal, kurumsal ve kültürel reformlara ihtiyaç vardır.
Devletin şeriat temelli politikalarının yarattığı sorunlar
Medeniyetlerin kesiştiği, dinlerin iç içe geçtiği Mezopotamya’nın kalbinde, Iraklı kadınlar çoğu zaman bu derin dönüşümlerin ilk zarar görenleri olmuştur. Art arda gelen savaşlar, işgaller ve IŞİD gibi kadın düşmanı çete grupların gerçekleştirdiği katliamlar; devletin dincilik ve cinsiyetçilik ideolojisine bağlılığı ile birleşerek bölgede kadın kırımlarını sürekli canlı tutmuştur. Günümüzde, şiddetin her türü neredeyse normal karşılanmakta ve kadınlar her alanda şiddete açık hâle gelmektedir.
Kadın ve toplum sorunlarının kökeni, topluma nüfuz eden ve temeli dinciliğe ve cinsiyetçiliğe dayanan politikalara uzanmaktadır. Baas rejiminin düşüşünün ardından, Baas’ı aratmayacak şekilde Irak’ta dini partilerin nüfuzu artmış ve bu durum yasalar ile kamu politikaları üzerinde doğrudan etkili olmuştur. Irak Anayasası eşitliği öngörse de, dar dini yorumlara dayanan yasalar özellikle kişisel statü, vesayet, giyim ve seyahat özgürlüğü gibi alanlarda kadınların özgürlüğünü kısıtlamıştır.
Sonuç olarak, kadına yönelik şiddetin temelinde devletin yaşadığı ve yaşattığı kriz bulunmaktadır. Kadınlar, “siyasi yolsuzluk, erkek-devlet şiddeti ve dini vesayet” üçgeniyle kuşatılmış olsalar da, Iraklı kadınlar demokratik bir toplum ve anayasa inşası için mücadelelerini sürdürmekte ve mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini ifade etmektedirler.