Mimari kimliği yok edilen kent: Amed

Amed’in tarihi mimarisi günümüzün tektip yapılarının arasında kaybolmakla yüz yüze. Yazar Birsen İnal, kentin kimliğiyle özdeşleşen dokuya yönelik tahribi “Nerde o eski Diyarbekir. Artık burada bir yabancı gibi hissediyorum.” sözleriyle özetliyor.

 

PINAR URAL
Amed- Kentler tarihlerini aynı zamanda mimari yapılarıyla da oluştururlar. Bu tarihi mimariler kentlerin kimliklerini oluşturur. Ancak yıllar geçtikçe kimlikler değişiyor ya da tahrip ediliyorlar. Modernleşme adı altında yapılan müdahaleler kimliksizleştirmenin de acı örnekleri olarakkarşımıza çıkıyor.  
Günümüze değin kültürel, sosyal ve siyasal kimliği en fazla değişime uğrayan kentlerin başında hiç kuşkusuz Amed geliyor. Yüzyıllardır çevresine bolluk bereket veren Dicle Nehri’nin kenarında kalkan surlarıyla neredeyse 7000 yıldır ayakta duran bu kentin adı, Asur Hükümdarı Adad-Nirari’ye ait bir kılıç kabzasında “Amed” olarak geçiyor. Roma ve Bizans kaynaklarında “Amed, O’mid, Emit, Amide” olarak geçen isim daha sonra surların kara renginden “Kara Amed”e, daha sonra da burayı alan Arap aşiretinin isminden “Diyar-ı Bekr”e dönüşmüş. 
Üzerinde 12 medeniyete ait kitabelerin bulunduğu surları, taş köprüleri, Hevsel Bahçeleri, Dicle Nehri, tapınakları, köprüleri, binlerce yıllık taş evleri ve sokakları ile Amed, insanlık tarihinin en önemli eşiklerinden biri olan, göçebelikten yerleşik düzene, avcı-toplayıcılıktan tarımsal üretime geçilen döneme ev sahipliği yapmış. Roma İmparatorluğu, Akkoyunlular, Mervaniler, Artuklular, Emeviler, Abbasiler ve daha nicelerine ev sahipliği yapan bu kentte, Müslümanlar, Museviler, Ortodoks ve Katolik Ermeniler, Ortodoks ve Katolik Süryaniler, Êzidîler, Kürtler, Protestanlar, Nasturiler, Keldaniler ve Rumlar yaşamış. Yazık ki bugün bu birliktelikten sözetmek mümkün değil.  
Kültür mirası
Amed denilince akla ilk olarak kenti sarıp sarmalayan surlar geliyor. Üzerindeki yazıtlar, kitabeler ve kabartma figürlerle bir açık hava müzesini andıran bu surlar, 5 bin 700 metre uzunluğunda, 22 metre yüksekliğinde. Binlerce yıldır tekmil hayvan ve bitkilere ev sahipliği yapan, koruyan, kollayan Hevsel Bahçeleri de, bu benzersiz toprakların bir diğer güzelliği. İnsanlığın bu iki eşsiz mirası, 2015 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alındı. Ancak kentte 2015 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasakları döneminde yaşanan çatışmalar ve göç, kentin doğu bölümünde çok sayıda geleneksel evin ve sokak dokusunun kaybolmasına neden oldu. 
“Bir yabancı gibiyim”
Simurg’un Ahı, İssiz Çıra, Tentene, Özümsen Diyarbekir, Kalbimiz Dört Yılda Kaldı ve Cemile: Çarkın Kırıla Felek kitaplarında daha ziyade eski Amed kültürünü kadın gözüyle anlatan eğitimci, yazar ve şair Birsen İnal, Amed’i, eski avlulu evler ile şimdiki apartmanları, kadınların mekanlardaki yaşamlarını anlattı. 
Yaşamının büyük bir kısmı 1954 yılında doğduğu Amed’de geçen Birsen İnal, geçmişi yad ederken kendilerini “şanslı nesil” olarak nitelendiriyor. Çocukluğu ve gençliği Süryani, Ermeni ve Êzidî komşularıyla bir kültür mozaiğinde geçen Birsen İnal, kültürlerin yok edildiği Amed’de artık kendisini bir yabancı gibi hissettiğini söylüyor.
“Birçok kimlik bir arada yaşıyordu o mahallelerde. Bende onların kültürlerinden beslenmiş oldum. Ama şimdi o kültür çok karıştı ve yabancılaştı. Dışarıdan alınan göçlerle o kadar karıştı ki kendimi Diyarbekir’de bir yabancı gibi hissediyorum. Mesela eskiden Gazi Caddesi’nde yürüdüğümüz zaman herkes birbirini tanırdı. Ama şimdi öyle mi? Kentin büyümesi elbette güzel bir şey ama büyürken dışarıdan gelen bir takım göçlerle ve müdahalelerle kentin kültürü hem yozlaştırıldı hem de yok oldu. Nerde o eski Diyarbekir.”
"Mimarinin yüzde 50’si yok oldu"
Birsen İnal, kentteki tarihi izlerin silindiğini vurguluyor ve devam ediyor: “Bir kere eski Diyarbekir’in mimarisinin yüzde 50’si yok oldu. Şimdi yapılan yeni yapıların bizim eski mimariyle yakından uzaktan bir alakası yok. Beton yapıdır, dışardan bezenerek Diyarbekir evlerine benzetilmeye çalışılıyor. Bunlar bizim kent kültürümüzü, kent kimliğimizi taşımıyor. Bir Diyarbekirli olarak ben kabul etmiyorum. Keşke evlerimiz eski haliyle kalsaydı. Kendi orijinal yapısına dokunulmadan restore edilebilseydi. Yıkılmadan da restore edilebilinirdi. Bizde bu kadar tarihi bir yapı yok edilirken, başka ülkelerde küçük bir taş kütlesine anıt muamelesi yapılıyor. Var mı böyle bir şey.”
"Sur olmazsa yaşamla bağımız kesilir"
Günümüzde inşa edilen yapılara ve mekanlara bakıldığında bir tek tipleştirmenin söz konusu olduğunu dile getiren İnal, Sur’daki tarihi kalıntıların kent halkı için önemini anlatıyor: “Şimdiki yapılar fiziksel olarak kültürümüze de hitap etmiyor. Biz alışmıştık çok renkliliğe ve kültürlüğe. Bu tektipleştirilme manevi açıdan elbette etkiledi. Bu tektip evlerden her yerde var. Apartmanlar her yerde var. Dünyanın her yerinde çok daha modernleri var. Biz kendi mimari yapımız içerisinde kendi kültürümüzle yoğrulmuştuk. Şuan Sur’da yaşamıyor olsak bile hafta sonları ya da boş zamanlarda geldiğimizde o mekanlarda bizim anılarımız, yaşanmışlıklarımız, kültürel hafızamız var. Bunların birçoğu yok oldu. Şimdi çocuklara anlatmaya kalktığımız zaman Gazi Caddesi’ni örnek alacak olursak; böyle baktığınız zaman ahşap sundurmalar, dükkanların önünde aynı cemakanlar ben neyini anlatayım. Ama eskiden mesela kumaşçının ön tezgahı ayrıydı. Manavın ayrıydı, pazarcısının ayrıydı. Yoğurt pazarı bizim sıkça geldiğimiz her türlü ürünün pazarlandığı  böyle rengarenk güzel bir hengamenin içerisine giriyorduk. O bize geçmişi yadetme duygusu yaşatıyordu ama şimdi öyle mi? Şimdi Gazi Caddesi’nden Türkiye’de onlarca belki yüzlerce bile vardır. Bizim için çok fazla bir şey ifade etmiyor. Bir ara şahsen Suriçi’ne gelmiyordum. Ama nereye kadar çünkü Sur bizim ruhumuz. Yaşamı ancak Sur’da soluyabiliyoruz. Evet evlerimizde de mutluyuz, evlerimiz Sur’un dışında ama boş zamanlarımızdan hoşça vakit geçirip eskiyi yad edeceğimiz bu mekanlar olmazsa Sur’un bir anlamı olur mu olmaz. Bir doğum sırasında çocuk anneden ayrılırken göbek bağı kesiliyor ya eğer Sur olmazsa bizim de göbek bağımız yaşamdan kesilir diye düşünüyorum.”
"Eski avlulu evlerde kadınlara ait alanlar yaratılabiliyordu"
Kent yaşamı bireylere bir yandan toplumsallığını gerçekleştirmesi için farklı bir zemin hazırlarken aynı zamanda bu toplumsallık içinde cinsiyete ilişkin anlam kodlarını da yeniden üretiyor. Kent, kadının yaşam alanını ev ve ev içi ile özdeşleştirirken erkekleri gündelik pratikler içinde toplumsal yaşamın farklı alanlarına yönlendiriyor. Birsen İnal, biçilen toplumsal cinsiyet rollerine rağmen kadınların Amed’in eski avlulu evlerinde dahi kendilerine ait alanlar yaratabildiğini aktararak, o avlulardaki yaşam ile şimdiki apartman dairelerine sıkıştırılan yaşamları karşılaştırıyor.
“Kadınların yaşantıları bakımından evet erkek egemen baskı olsada o avlulu evlerdeki yaşantılarda yine de kendilerine ayırdıkları alan çok fazlaydı. Bu alan içerisinde tek başlarına yaşamıyorlardı, hapis değillerdi. Komşuluk ilişkileri ve kültürü çok baskındı. Komşular iç içe yaşarlardı, kahvaltılar, yemekler, düğün hazırlıkları, yaslar, piknikler, hamamlar, çeşme başındaki sohbetler bunlar hep birlikte yapılan işlerdi. Dolayısıyla kadınlar bir yerde özgürdüler. Yani sadece avlu içerisinde takılıp kalmıyorlardı. Şimdi baktığımız zaman Sur dışına çıkıldığı zaman çok fazla apartman yapılar ve siteler görünüyor. Gökyüzünden baktığınız zaman zaten betona hapsedilmiş bir kent görüyorsunuz. Yüksek yüksek yapılar. Evet modern olabilir ama burada kadınların yaşantıları o kocaman 300-400 metre kare evlerin içerisinde geçiyor.”
Sur’da bambaşka bir yaşamın akıp gittiğini dile getiren İnal, o yaşamın nasıl birlik yarattığını da anlatıyor. 
“ Kahvaltılar komşular arasında işbirliği içerisinde yapılırdı yaz aylarında. Herkes kendi evinde ne varsa, mutfağında, killerinde, küplerinde ne varsa çıkarıp kahvaltılık hazırlığı yapılır, çaylar demlenir, bazen semaver konulurdu eğer avlu kalabalık olacaksa. Mutfaklarımızın olmazsa olmazı kahvaltılıklar ve zahter birlikte hazırlanır tepsilere konulurdu. Zahter bir Ermeni kültürüydü bizimde mutfaklarımızda eksik olmayan güzel bir kahvaltılık tattı. Her mahallede mutlaka bir fırın olurdu. Fırınlarda sabah için mutlaka yağlı lavaş ekmeği yapılırdı. Oturur güzel sohbetlerle şakalarla kahvaltımızı yapardık. Paylaşımlar olurdu. Kahvaltıdan sonra herkes evine dağılır avlular yıkanır, öğle yemeği hazırlığı yapılırdı. Öğle yemeğinden sonra kadınlar Cuma günleri pikniğe giderlerdi. Bunun dışında hamama birlikte giderdik. Hamam başlı başına büyük bir kültürdü. Yine bir paylaşım, saygı vardı. Biz şanslı nesil böyle bir kültürle yetiştik.”
Apartman dairelerine hapsedilen yaşamlar!
Amed kent yaşamında kadınların belirleyici olduğunu ifade eden İnal, “Diyarbekir kadını hasır bileziğiyle tanınırdı. Hasır bilezik gerçekten bir semboldü. Azdı ama kaliteliydi özenliydi yaşam. Diyarbekir’in kültürünü AVM’ler temsil edemez. 3-5 AVM’ye kadınlar koştur koştur gidiyorlar. Çünkü gidecekleri başka hiçbir yerleri yok.” şeklinde konuşuyor. 
İnal Amed’in bir kültür merkezi inşasına ihtiyacının olduğunu vurguluyor ve bunu yapmak aslında çok da zor değil.  
“Park deniliyor eskiden bizim parklarımız yoktu ama kadınların birlikte gittikleri, eğlendikleri sinemalarımız vardı eski Diyarbekir’de. Ve ben olsam o sinemaları yeniden hayata geçiririm. Mesela Dilan Sineması örneği dünyada bile belki yok. Kapatılmış metruk halde duruyor. Bu AVM’ler dışında gidebileceğimiz büyük tiyatrolar, sinemalar olsa kötü mü olur? Kadınların sosyal yaşamı açısından olmazsa olmazdır ama yok maalesef yok. Nereye gidiyoruz. Hani park? Parklar daha ziyade şehrin dışında geniş alanlarda yapılmış aracı olmayan Newroz Parkı’na gidebiliyor mu yok. Yani bunlar düşünülerek aslında kadınlara yaşam alanları oluşturulabilir.”
Birsen İnal kimdir?

Eğitimci, yazar, şair. 17 Haziran 1954 Amed doğumlu. İsmet Paşa İlkokulu ve Diyarbakır Kız Enstitüsü orta kısmını bitirdikten (1974) sonra Diyarbakır Erkek İlköğretmen Okulu’ndan mezun olarak meslek hayatına başladı. 1988’de Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi ön lisanla eğitimini tamamladı. Bingöl, Sakarya ve Amed’de sınıf öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. 3 çocuğu oldu. 1997’de özel sektörde çalışmak üzere emekli oldu. Günlük yaşamı Amed ağzıyla anlattığı şiirleri, deneme, öykü ve anılar ile eğitim konusundaki makaleleri, gezi notları, Güney, Diyarbakır Haber, Malabadi, Yeniyurt, Milliyet Blog, Edebiyatevi, Amedinsesi gibi dergi, gazete ve internet sitelerinde yer aldı. 2011 yılında Kastal Dergisi’nin genel yayın koordinatörlüğünü yaptı. PEN üyesi. Eserleri; Simurg’un Ahı, İssiz Çıra, Özümsen Diyarbekir, Tentene, Kalbimiz Dört Yılda Kaldı ve Cemile: Çarkın Kırıla Felek.