Kadına yönelik şiddeti kadınlara sorduk!
Kadına yönelik şiddetin önünü almak bir yana dursun her geçen gün sistematik bir şekilde artması ile cins kırım yani “femicide” konusu gündeme geldi. İzmir sokaklarındaki kadınlar, bu konuda katı yasalar çıkarılmasını istiyor.
RÜYA HÜSEYİNOĞLU
İzmir- Türkiye’de kadınlara yönelik fiziksel, psikolojik, cinsel ya da ekonomik şiddetin boyutları her geçen gün biraz daha büyüyor. Esasen dünyada da tablo pek farklı sayılmaz. Yakın zaman önce BM tarafından yayınlanan rapora göre dünyada her gün ortalama 137 kadın, aile bireylerinden biri tarafından öldürülüyor. Öte yandan Türkiye, OECD ülkeleri arasında kadına şiddet konusunda en kötü karneye sahip olan ülke.
Kadın şiddetinin ya da kadın katliamların tam anlamıyla sistematik bir hal alması, bu konuda karar alıcı mekanizmaların köklü değişiklikler yapmaktan uzak kalması, cins kırımı kavramının daha yüksek bir sesle gündeme gelmesine neden oldu. Cins kırımı ya da bir başka ifadeyle femisid, “Cinsiyete dayalı olarak ortaya çıkan ve toplumun geneline yayılma eğilimi olan nefret suçu” şeklinde tanımlanıyor.
Türkiye’de ortalama her gün 3 kadın erkekler tarafından öldürülmesine rağmen, kadın cinayetleri hala tekil olaylar gibi sunuluyor. Oysa kadınlar, görevlilerin sorumluluklarını yerine getirmediği koşullarda bu cinayetlerin sistematik olduğunu artık çok daha iyi biliyor. Bizler de İzmir’de sokağa inerek, oluşturulan kampanyayla beraber uzun süredir gündemde olan cins kırımı meselesini bizzat kadınlara sorduk.
“Kadın yaşamın kendisi olduğu için korkuyorlar”
Deniz Yıldız, “şiddet” denildiği zaman akla doğrudan fiziksel şiddetin geldiğini; ancak bütün şiddet eylemlerinin esasen birbirini bir biçimde tetiklediğini söylüyor:
“Ekonomi zaten ne yazık ki başlı başına bir şiddet unsuru. Kadın kendini savunma içine giremiyor. Özellikle de aile içinde bunu yapabilmesi çok kolay olmuyor. Kadın cinayetlerini durdurmak ve bu konuda sesimizi yükseltebilmek adına İstanbul’da kadın eylemlerine destek verdim. Ben açıkçası daha kırsal olan kesimlerde kadınlarla iletişime geçmek konusunda eksik kaldığımızı düşünüyorum. Çevremdeki sıkıntı yaşayan çok fazla kadın var. Mesela pandemide çalışmadığı süreçte eşinden psikolojik şiddet gören kadınlar var. Eskiden erkek eve para getirir diyorlardı ama şimdi bunun tam tersinin kadınlara uygulandığını görüyorum. Bu bir tür ekonomik şiddettir. Türkiye’de kadınlara yönelik bir cins kırımı zaten vardı, bunları yeni konuşuyoruz. Kadın yaşamın kendisi olduğu için korkuyorlar. Erkeklere göre daha cesur ve korkusuzuz bence. Devletin ya da eril zihniyetin korkusu biraz da bundan kaynaklanıyor.”
“O haberdeki kadın ben olabilirim diyorum”
Öğrenci olan Merve Aydın ise, yolda giderken bile insanların bakışlarının rahatsızlık verici olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Artık neredeyse her bakışta bir art niyet arar olduk.”
“Yolda normal ve huzurlu bir şekilde yürümek pek öyle mümkün olmuyor. Pandemi döneminden en olumsuz etkilenen kesimin kadınlar olduğunu düşünüyorum. İç içe evlere kapandığımız şu günlerin acısı kadınlardan çıkarılıyor. Bu olayların bu ülkede hiç bitmemesi ve daha da artarak devam etmesi, beni de bir kadın olarak korkutuyor elbette. Artık bir cinayet haberi izlediğimizde şaşıramıyoruz bile. Çünkü bunu normalleştirmeyi bir şekilde başarıyorlar. O haberi yapılan kadın ben de olabilirim, arkadaşım ya da bir yakınım da olabilir, bunu biliyorum. Sürekli bu bilinçle yaşamak çok üzücü bir durum. Alıyoruz okuyoruz ve diğer gün unutuyoruz, çünkü yeni bir isim çıkıyor karşımıza. Bu döngü hep devam ediyor. Bir işe girdiğinizde, muhatap olduğunuz kişi erkekse nasıl bir niyeti var emin olamıyorsun. Bu insan iyi niyetli mi kötü niyetli mi yaklaşıyor, sürekli şüphede kalıyorsun. Sokağı geçtim, sosyal medyada bile büyük bir taciz var. Bir yere bir şey yazsanız hemen yığınla yorum ya da istek geliyor. Bu taciz her yerde karşımızda!”
“Sözlü tacizler artık sıradan hale geldi”
Aynı şekilde öğrenci olan Ecem Has, bir kadın olarak günlük yaşamda sanki her an için sıranın kendisine geleceğine dair bir endişe taşıdığını aktarıyor.
“Belki bugüne kadar çok büyük bir şey yaşamadık; ama şu duygu içimizde hep oluyor: Acaba bir gün sıra bize de gelecek mi? İnsan bu ülkede kadın olarak yaşayınca bunu düşünmeden edemiyor. Ben eminim ki kadınlar böyle bir haber izledikleri zaman ortak bu duyguyu ortak bir şekilde içlerinde hissediyorlar. Fiziksel bir saldırı olmadığı sürece pek dillendirmiyoruz. Çünkü sözlü tacizler artık bizim için o kadar sıradan bir hal aldı ki birilerine anlattığımda da şaşırmıyor. Bunları istisnasız her gün yaşıyoruz. ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’ diyoruz biz de. İnsanlar bir şekilde korkutulmalı, bu konuda daha samimi daha ciddi adımlar atılmalı. Bu koşullarda yaptıkları herkesin yanına kalıyor. Cezalar olabildiğince ağır olmalı, cesaret vermemeli diye düşünüyorum.”
“Kızlarımı erkek gibi yetiştirmek zorunda kaldım”
Eşini bundan 25 sene önce kaybeden ve 4 çocuğunu tek başına yetiştiren Sevil Coşkun ise, “Bu ülkede yaşadığım için, kız çocuklarımı erkek gibi yetiştirmek zorunda kaldım” diyerek, aslında pek çok şeyi özetliyor:
“Eşim ölünce kızlarımı erkek gibi yetiştirmek zorunda olduğumu hissettim. Oturduğum mahalledeki erkeklere de; kızlarımın ağabeyi, kardeşi olmalarını söyledim. Bu duyguyu onlara bilinçli olarak aşıladım. Ben korkmuyorum! Karşılık vermeden de asla geri kalmam. Kadınlara da bunu tavsiye ediyorum. Karşı gelin! Devlet bu işlerin önüne gerçekten geçmiyor ya da geçmek istemiyor. Muhtemelen, devletin bizzat kendisi erkek olduğu için önüne geçmek için bir şey yapmıyor, bilemiyorum. Oysa erkeklerin kadınlara yönelik işledikleri suçlarda, çok ağır cezaların verilmesi gerekiyor.”