Bir mültecilik hikayesi: Savaş güzel olan ne varsa alıp götürüyor

“Savaş güzel olan ne varsa alıp götürüyor” diyor 60 yaşındaki Safiya El-Muhammed. Kaybettiği iki evladını kendi elleriyle toprağa veren Safiye El-Muhammed, çocuklarından kalan 3 engelli torunuyla yaşam mücadelesi veriyor.

SOOHÊR EL- IDLIBÎ

Idlib – Savaş yıkımdan ve acıdan başka bir şey getirmiyor. Savaş nedeniyle çocuklarını, köyünü, malını mülkünü her şeyini kaybeden 60 yaşındaki Safiya El- Mohamed, sadece çocuklarından kalan üç engelli torunuyla en yaşamsal ihtiyaçların bile karşılanmadığı ve adeta unutulmuş bir durumda olan kampta hayatta kalma mücadelesini veriyor. Yüz hatlarında acının, yoksulluğun, savaşın, adaletsizliğin izlerinin bulunduğu Safiya El-Muhammed, “Beni en çok yaralayan üç engelli torunumun yetim kalması” diyor.

“Bu yetim kalan çocukların günahı nedir?”

Safiya El-Muhammed, verdiği yaşam mücadelesini şu sözlerle anlatıyor: “Benim en büyük üzüntüm yaşanan bu savaştan kaynaklı üç torunumun çocukluklarını kaybetmeleri, ailesini görememeleri ve en önemlisi de engelli olmalarına rağmen bu zorlu kamp yaşamlarına mahkum bırakılmasıdır. Zayıflığımdan ve çaresizliğimden onlara güzel bir yaşamı sunamıyorum. Hadi biz büyükler olarak tüm zorluklara, her türlü şartlara dayanabiliriz ama bu yetim kalan çocukların günahı nedir, niye onlar da tüm dünyadaki çocuklar gibi yaşayamayasınlar?”

İki evladı bombardımanda yaşamını yitirdi

Yaklaşık iki buçuk yıl önce İdlib’in güneyindeki bir köyden Idlib’te bulunan Harbunşê Kampı’na göç etmek zorunda kaldığını belirten Safiya El-Muhamed, “Biri kız biri erkek iki çocuğumla birlikte yaşıyordum, ancak bombalamada öldüler. Onlar ölünce engelli çocuklarına ben bakmak zorunda kaldım. Bombalamada ölen sağır-dilsiz olan oğlumun iki sağır-dilsiz çocuğu ve kızımın Sara hastalığı olan çocuğuna bakıyorum. Bu savaş yaşamımızda güzel olan ne varsa alıp götürdü ve kamplarda hastalık, yoksullukla yüz yüze bıraktı” sözleri ile yaşadığı zorluklara dikkat çekiyor. 

“Tansiyon ve şeker hastasıyım”

Engeli bulunan 3 torunuyla birlikte bazı kurumların verdiği yardımlar ile yaşam mücadelesi verdiklerini sözlerine ekleyen Safiya El-Muhamed, “Ben her gün engelli üç torunumla dışarı çıkıyorum ve selden geriye kalan çalı çırpıları toplayıp yakarak ısınmaya çalışıyoruz. Birçok kez çadırımız yağmur sularının altında kalarak yıkıldı ve tekrar yaptım. Ben zaten tansiyon ve şeker hastasıyım ve çok zor şartlar altında aldığım pahalı ilaçlarımı korumakta da zorluk çekiyorum. Buda iyileşmemin önünde büyük engel teşkil ediyor. Bazen artık yürüyemez hale geliyorum” ifadelerinde bulunuyor.

“Çocuklarımı kendi ellerimle gömdüm”

Yaşlı gözlerle, üzgün ve buruk bir tebessüm ile yaşadığı en kötü anı anlatan Safiya El-Muhamed, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu hayatta en zor olan kendi gözlerinden bile sakındığın çocuklarını kendi ellerinle ve hem de onların çocukları ile birlikte cenazelerini toprağa vermektir. Daha sonrası da onları kaybetmenin acısı ile yaşamak. Hiçbir anne ve kadın benim yaşadığım yaşamı yaşamasın. Onun için her yerde eşlerini kaybeden kadınlar için projeler üretilmesi gerekir. Biz yaşlı kadınlar ancak onların bu zorlu yaşamlarında ayakta kalabilme mücadelesini vermeleri için tavsiyelerde bulunabiliriz.”

"İki parça ekmekle geçiriyoruz”

Yaşam kaynaklarını kurutan bu savaştan önce hayvancılık ve ürünleri ile geçimini sağladıklarını belirten Safiya El-Muhammed, “Daha önce korumaya çalıştığımız hürmet ve onuru kaybetmişiz gibime geliyor, çünkü çok zor ve kaoslu bir durum yaşıyoruz. Artık sadece geçim kaynağı bulabilmek, bir parça ekmek bulabilmenin mücadelesini verebiliyoruz. Yani günde sadece bir iki lokma ekmek yiyebiliyoruz. Her şey pahalılaştıktan sonra hiçbir şeyi alamıyoruz, eskisi gibi de Yüksek Mülteciler Komiserliği’ne bağlı kuruluşlara da ulaşamıyoruz. Varsa yoksa savaş ve kim neyi yaşıyor kimsenin umurunda değil” diyor.