Özlemin ve umudun kenti Şehba’da bir ‘ecer’…

Baas iktidarında Kürtçe şarkı söylediği için 12 yıl kaçak kalan Nebiye Mihemed’in Efrin’den Şehba’ya ezgilerle uzanan hikayesi, ‘ecer’in Şehba yolculuğuyla buluşuyor.

DENİZ AKARSEL

Şehba- Her kentin bir duygusu ve kelimeleri vardır. Kente girdiğinizde o duygu yüreğinize otururken, kelimeler ise dilinize yerleşir.  Şehba’ya zorlu bir yolculuk sonrası varıyoruz. Bizi adını da aldığı rüzgarlar karşılıyor. Şehba’nın adının Kürtçe karşılığı ‘Şah ba’ yani kimine göre ‘Şahın rüzgarı’ kimine göre de ‘Rüzgarın şahı’. Esen rüzgarın şiddetini esas alacaksak ‘Rüzgarın şahı’ demek daha yerini bulacaktır. Birçok inanç ve ırktan medeniyete kapılarını açmış Şehba, 18 Mart 2018 yılında Türk devleti ve bağlı çetelerinin Efrin’i işgali sonrası, bu kez de yerinden edilen Efrinlilere ev sahipliği yapıyor. 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş sonrası kentteki farklı mezhep ve inançtan insanlar, kenti terk etmek zorunda kalmış. Kentin nüfus çoğunluğunu ise Efrinliler oluşturuyor.

Batısında Lêlûn Dağları’nın sardığı kenti dolaşırken, fırınından eczanesine, bakkalından dondurmacısına birçok yerde Efrinlilerle karşılaşıyoruz. Sohbet ettiğimiz her Efrinli kente gelen kendi tabirleri ile ‘ecer’ yani ‘yabancı’ya Efrin’e olan özlemlerini ve döneceklerine olan umudu anlatıyor. İşte Şehba’nın duygusu özlem, kelimesi de umut oluyor böylece. Geniş ovalarla kaplı Şehba’yı gösterip nasıl bir kentti Efrin diye sorduğum herkes, önce doğasından, yeşilinden, zeytin ağaçları ve suyundan bahsediyor Efrin’in. “Efrin’e herkes ‘Kürdistan’ın cenneti’ der” diye de ekliyorlar. Efrini her anlatanın yüzünde bir gülümseme, gözünde bir umut beliriyor.

Efrinliler gittikleri her yerde çiçekler yetiştirip, ağaçlar ekerek Efrin’e olan hasretlerini bir parça dindiriyorlar. Şehba’da da hemen hemen her evin, kamplardaki çadırların önü alabildiğine yeşil. Elbet sadece doğa sevgisini taşımamışlar Efrinliler, Şehba’da Demokratik Ulus sistemini tüm boyutları ile Şehbalılarla hayata geçiriyorlar. Onlar açısından en önemli gördükleri boyutlardan bir ise Kültür.

Biz de her yaştan kadınların örgütlendiği ve kültür, sanat faaliyeti yürüttüğü Hîlala Zêrîn Kültür Hareketi’nin bulunduğu merkeze gidiyoruz. İçeride oldukça kalabalık çoğunluğu gençlerin oluşturduğu bir grup karşılıyor bizi. Hîlala Zêrîn Kültür Hareketi, 2018 yılından bu yana Şehba’ya açmış oldukları şubelerinde; tiyatro, müzik enstrümanı kursları, korular ve çocuklara özgü kurslar ile aralıksız çalışma yürütüyor.

Biz kursiyerlerle sohbet ederken, giydiği ulusal kıyafeti ile Nebiye Mihemed içeriye giriyor. Şehba ziyaretimiz Nebiye Mihemed’in hikayesi ile Efrin’e ulaşıyor. Önce çekiniyorum acaba bir ‘ecer’e kendisini anlatır mı diye? Sonra cesaretimi topluyor ve soruyorum. Ben soruyorum o göz yaşları ile anlatıyor.

‘Kürtçe şarkı söylediği için 12 yıl kaçak kaldı’

1980’li yıllarda Özgürlük Hareketi ile tanışan Nebiye Mihemed, 1988 yılında Efrin’de ilk kültür çalışmalarında yer alır. Özgürlük Hareketi ile tanışmadan önce düğünlerde ve aile içinde şarkılar söylediğini, “Özgürlük fikrini tanıdıktan ve çalışmalara aktif katıldıktan sonra artık düğünlerde çıkmak ayıp geliyordu” sözleri ile ifade ediyor Nebiye. Hayallerinden birinin halkının sanatçısı olmak olduğunu ve bu imkanı da Özgürlük Hareketi’nin yarattığını söyleyen Nebiye, sohbete şu sözlerle devam ediyor: 

“Delila diye bir arkadaş vardı. Bir gün bana gelip Koma Engizek Müzik Topluluğu’nda yer almamı istedi. Heyecanlanarak kabul ettim ve 1990 yılında Koma Engizek ile çalışmaya başladım. Grubumuz kalabalıktı. Üzerimizde rejimin baskısı çok yoğundu. Grubumuzun birçok üyesi rejim tarafından tutuklandı. Bir kısmı da şehit düştü. Ben de o yıllarda rejim tarafından aranmaya başlandım. Hakkımda tutuklama kararı vardı. Kaçtım ve köylerde yaşadım. Grubumuz bu nedenle dağıldı. Tam tamına 12 yıl kaçak kaldım. Zor bir zamandı benim için.

Halk sesimi tanıdı

Bir gün Fuat (Ali Haydar Kaytan) arkadaş beni bir evde gördü. Bana ‘Newroz’a çıkacak kadın arkadaş olmadığı için sen sahneye çıkmalısın’ dedi. Onu kıramadım kabul ettim. Ailemden gizli Newroz alanına gittim. Bir çadırda kaldım. Tanınmamak için farklı kıyafetler giydim, sahneye çıktım. Halk sesimi tanıdı. Bunun üzerine rejim güçleri tekrar peşime düştü. Babam onlarla konuşup, ‘O benim kızım değildi’ dedi. Ama onlar da sesimi tanımıştı, ben olduğumu biliyorlardı. Babam zeytinlerini satıp, topladığı parayı rejime verdi ve beni öyle kurtardı. Ardından rejimden kurtulunca tekrar Koma Engizek’e katıldım. Emeğimi korumak istedim. Yani biz ‘Genç başladık ve bu kültürü koruyacağız, bu devrimden artık kopamayız’ dedik.”

‘Hozan Mizgin’in Rojavalılar üzerinde çok etkisi var’

Rojava Devrimi sonrası da aralıksız kültür çalışmalarına devam eden Nebiye Mihemed, Efrin işgali sonrası geldiği Şehba’da da kendisi gibi Efrinli olan arkadaşları ile Mizgin Müzik Topluluğu’nu kurarak yoluna devam eder. “Hozan Mizgi’nin sesini duymuştum ve çok beğeniyordum. Yani gün olur dağa gidersem ‘adım Mizgin olmalı’ diyordum kendime. Hayalimdi buydu, gerçekleşmedi” sözleri ile başlıyor yeni gruplarının adını neden Mizgin koyduklarını anlatmaya. Hozan Mizgin’in sesinin ve kişiliğinin, Rojavalı Kürtlerin üzerinde çok etkisinin olduğunu vurgulayarak anlatımına devam eden Nebiye, “Eski çalışmamız yerde kalmasın diye. 3 arkadaşla bir grup kurma kararı aldık. Sonra kültür çalışması yapan arkadaşlar destek verdi bize. Ev ev dolaşarak yeni üyeler bulduk. 3 kişi başladık şimdi grubumuz 9 kişi. Ben 52 yaşındayım. Kimse bu yaşlarda gruplara katılmak istemiyor. Bir ara çok zorlandık. Ben dedim ‘tek kalsam da devam edeceğim’. Grubun adını hep birlikte belirledik. Çünkü hepimiz Hozan Mizgin’i çok seviyoruz” diye konuşuyor ve 3 çocuğu olduğunu, eşinin ve çocuklarının da kendisine çok destek verdiklerini, dengbej olduğu içinde çok sevindiklerini söylüyor.

‘Biz Efrin’in çocuklarıyız’

Bir gün Efrin’e döneceklerinden hiç kuşkusu olamamış Nebiye Mihemed’in. Diğer Efrinliler gibi nereye giderse gitsin hep Efrin’i taşımış yanında. “Nerede olsak ‘Efrin’e döndüğümüzde bunu yapacağız’ diyoruz. Şu an bedenimiz burada olabilir fakat düşüncelerimiz, yüreğimizle Efrin’deyiz ve Efrin’i yaşıyoruz” sözleri ile duygularını anlatırken, “Biz Efrin’in çocuklarıyız” diyerek de Efrin’e olan bağlılıklarının altını çiziyor. Yaşına vurgu yapan Nebiye, “Bu yaşta kültür çalışmalarına katıldım. Sırf kültürümüz yaşasın diye. Tüm dünya, kadınlarımızdan kültürümüzü öğrendi” diye ekliyor. Yaşın çok genç daha diyecek oluyorum ki, “Ve ne olursa olsun bir gün mutlaka Efrin’e gideceğiz, Önderliğimizi de orada karşılayacağız, kutlamalar yapıp, şarkılarımızı o güzel günde söyleyeceğiz” diyerek, hayalini paylaşıyor.

‘Dile getirmekte zorlanıyorum’

Nebiye'ye bir gün Efrin’e döndüğünde ilk hangi parçayı söyleyeceksin diye sorduğumda gözleri dolarak, “Bazı şarkılar var insanın yüreğine dokunur. İnsan dile getirmekte zorlanıyor. Ailem de bana bu çalışmalar için imkan sundu. O zamanlar ilk öğrendiğim şarkı ‘Dayikê Qurban’ idi. Ayşe Şan’ın şarkısı. Aile içerisinde, vefat eden anne babama hep bu şarkıyı söylerdim. Bu yüzden Efrin’e gittiğimde ilk söylemek istediğim şarkı bu” diyor. Kısa bir dörtlük bizim için söylemesini istiyorum, kırmıyor. Nebiye'nin sesinde zeytin ağaçlarının aralarından geçiyor, Efrin’in yüksek bir tepesinde oturup, ‘Kürdistan’ın cenneti’ni seyre dalıyorum.