Leyla Güven: Dün Lozan, bugün Astana!
Siyasetçi Leyla Güven, “Artık emperyalist, işgalci, oryantalist kesimler gelip bizim coğrafyamızda ahkâm kesemeyecekler. Başta Kürt kadınları ve gençleri yeni Lozanlara asla izin vermeyecektir” dedi.
Haber Merkezi- Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nde bulunan siyasetçi Leyla Güven Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılı nedeniyle “Dün Lozan, bugün Astana!” başlıklı yazıyı kaleme aldı. Leyla Güven yazısında “Dün Lozan, bugün Astana! Yaralarım ben doğmadan önce vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum demiş Fransız şair. Bu söz en çok da biz Kürtler için söylenmiş gibidir” diyerek, 100 yılın dilde bile kolay olmadığını ancak Kürt sorunun tam 100 yıldır kanayan bir yara olduğunu belirtiyor.
Leyla Güven’in JİNNEWS için kaleme aldığı yazısı şöyle:
“Normal şartlarda çoktan yok olup gitmesi öngörülen bir halkın, fedakâr evlatları sayesinde 100 yıl direnmiş olması, saygı değer bir durumdur. Kuşkusuz hem dünya da hem de Ortadoğu’da ‘100 yıl’ yeni bir asırda çok şey değişti. İyisiyle-kötüsüyle, acısıyla-tatlısıyla, öfkesiyle- kederiyle bir nehir misali aktı, akıyor mücadelemiz.
‘Konsept devam ediyor’
Aynı konsept günümüzde hala devam ediyor. Kürt sorunu ve Ortadoğu denkleminde 100 yıl önce de aktör ülkeler ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya vs. emperyalist ülkelerdir. Bugün de aynı ülkeler kurtla yiyip, kuzuyla ağlıyorlar. Gelişen teknoloji ile dünyadaki gelişmeler küresel boyuta ışık hızıyla yayılabilmektedir. Artık herkes bütün ülkelerin tarihsel bagajında neler olduğunu iyi biliyor. ABD’nin Vietnam ve daha birçok ülkede attığı misket bombalarının tehlikesi hala devam ederken bugün de Ukrayna’ya misket bombası vermeyi tartışabiliyorlar. Fransa, Cezayir vb. ülkelere yaptığı katliamların hesabını yeni kuşaklara vermek zorunda kalıyor. Nazi Almanya’sının ırkçı, faşist tortuları hala devinim halindedir. İngiltere’nin İrlanda, Hindistan vb. halklara yaptığı zulüm ve katliamlar bütün dünya halklarının hafızasında canlıdır.
‘Yeni sömürge alanları’
Kısacası emperyalist, kapitalist egemen güçler sömürdükleri halkların etinden, kanından tıkanan bağırsaklarını yeni sömürge alanları bularak yenilemek istiyorlar. Fransız yazar Albert Camus 1944’ te ‘bir şeyleri yanlış adlandırmak dünyanın talihsizliğini arttırıyor’ sözü bugün dünyanın pek çok ülkesinde yaşananları özetler niteliktedir. ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya ve daha birçok ülkede insanlar; renk, düşünce, dil, din, ırk, cinsiyet ve kültürel farklılığından dolayı faşizan saldırılar sonucu yaşamını yitiriyor. Adına ‘yeni dünya düzeni’ dedikleri 21. yüzyılda hala da bu saldırılar devam ediyor. Ancak bu kez daha farklı araç ve argümanlarla yapılıyor. ‘Faşizm teriminin kullanmanın doğruluğu bir yana, kullanmaktan çekinmek çok daha büyük bir hata olacaktır’ diyor Robert Misk…
‘Kürtlerin tarihini başkaları yazdı’
Kavramlar yerinde kullanılmadığında anlamını yitiriyor ya da bizzat o kavramın uygulayanların eline geçiyor. Örneğin Türkiye Cumhurbaşkanın muhalefet partilerine ‘bunlar faşist’ demesi gibi. Bu da beraberinde liberalizmi getiriyor. ‘Bırakın gelsinler, bırakın geçsinler’ anlayışı, toplumu götüreceği yer de bugün içinde bulunduğumuz yer olacaktır. Çünkü liberalizm ideolojisizliktir. ‘Toplum olarak bu yaşananları hak etmiyoruz’ sözünü çokça kullanıyoruz. Fakat neden yaşadığımızı doğru ele alamadığımız için hep aynı noktaya dönüyoruz. Bu nedenle de doğru bir tarih okuması her bir topluluk, ulus, halk için son derece önemlidir. Peki, doğru tarihi bilgilere ulaşmak mümkün mü? İyi bir araştırma ile mümkündür. Bir toplumun tarihin yabancılar tarafından yazılması sık tartışılan bir konudur. Tarihçinin önde gelen özelliği tabi ki tarafsız olmasıdır. Ama insanların ne kadar tarafsız olabileceği de tartışma konusudur. Kürtlerin tarihini de hep yabancılar yazdı; Arap, Fars, Osmanlı, Rus ve Avrupalılar. Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türklerle ve İran’da Farslarla, Irak ve Suriye’de de Araplarla birlikte yaşadıkları gerçeği karşısında Arap, Türk ve Fas tarihçiler Kürt tarihini yazdığında ne kadar objektif olabilirler? Örneğin, dağ Türkleri hikâyelerini yazan Türk tarihçilerinin çoğu profesör unvanına sahiptir.
‘Kürt toplumu kendi tarihini biliyor’
İranlılar büyük gayretle Kürtleri Farslarla aynı kökene bağlamak üzere enstitüler kurdular. Araplar ise Kürtlerin, Arap ırkının dışında gördüler ama Kürt Müslüman kardeşlerin İslamiyet’e ve böylece Araplara bağlı olduklarını öneriyorlardı. Bu konuda verilebilecek çok fazla örnek söz konusu Kürt tarihçiler son 40- 50 yılda büyük çaba göstererek Kürtlerin gerçek tarihlerini ve yaşanmışlıklarını araştırarak gün yüzüne çıkarmaya çalıştılar. Adeta yılların boşluğunu doldurmak için ve tarafsız- objektif bir çalışma yürütebilmek için çok çabaladılar. Bu konu da Naci Kutlay, Kasım Engin, Faik Bulut, Ethem Xemgîn, Cigerxwîn, Ahmedê Xanê ve daha birçok Kürt tarihçi büyük bir emek ve çabayla değerli bilgiler açığa çıkarmışlardır. En son Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan önemli tarihsel bilgiler ışığında Kürt ve Kürdistan gerçekliğine ışık tutmuştur. Kürt halkı artık doğal toplumdan günümüze kadar kendi tarihini biliyor. Önderlik, ‘devletler adına yazılan, çizilen, söylenen ne varsa tersine çevirerek tersinden okuyor’ der. Çünkü gerçekler egemenler tarafından ters yüz edilmiştir. Dolayısıyla halkımız artık yalancı söylemler ve bilgilere hiçbir şekilde itibar etmemektedir.
‘Kürt halkına karşı çoklu savaş başlatıldı’
Kürt halkının haklı, meşru isyanları sırasında kendi yetmezliklerinden kaynaklı kırılmalar olsa da esas olarak egemenlerin kendilerine çizdikleri kaderleri reddederek yollarına devam etmişlerdir. Kürt sorununda 100 yılı şekillendirecek antlaşma 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan ve Kürt halkının ülkesini dört parçaya bölen antlaşma yaşanan kırılmaların en büyüğünü oluşturmaktadır. Türkiye adına o masaya oturan aslen Bitlisli fakat devletin Malatyalı olmasını tercih ettiği İsmet İnönü, müzakere sırasında hesabına gelen maddeleri duyuyor, onaylıyor fakat hesabına gelmeyen bölümlerde duymayan kulağını çevirerek durumu idare etmiştir. Bu antlaşmayla birlikte Kürt soykırımı da bütün boyutlarıyla başlamıştır. Geliştirilen konsept dört ülkenin sınırları içinde kalan Kürtlerin her boyutuyla asimile edilerek kendi sistemlerine entegre edilmesiydi. Bu kurum önce dil ve kültürle başladı. Çünkü dilini ve kültürünü yitiren insan her şeyini yitirmiştir. Bu temelde Kürt halkına karşı çoklu bir savaş başlatılmıştır.
‘Kürt halkı Ortadoğu’nun en örgütlü halkıdır’
Şark Islahat planından İttihat-i Terakki’ye, Hamidiye alaylarından, özel yetkili valilere, OHAL’den köy boşaltmalarına ve daha birçok hukuksuz, yasadışı ile özel muamele söz konusu olmuştur. Bu şekilde Kürtleri yok edecekleri yani Türkleştireceklerini düşünüyorlardı. Çünkü bu konunda yok edilen halklar ve inançlar vardı. Ne yazık ki Kürtleri de yanlarına alarak Ermeni, Süryani, Keldani, Nasturi, Ezidi, Alevi vb. birçok halkı ve inancı ‘din kardeşliği’ edebiyatı ile gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı’nın bitmeyen oyunları’ karıştır, çalıştır, birbirine kırdır’ anlayışı Cumhuriyet döneminde de artarak devam etmiştir.
Bugün artık Kürt halkı Ortadoğu’nun en örgütlü ve dinamik halkıdır. Bu örgütlü ruh önce Başur mücadelesinde dört parçadan Peşmerge omuz omuza direnirken ortaya çıktı. Ardından Rojava’da da kadın öncülüğünde gelişen ve dünya da bir umut ve sempati yaratan enternasyonalist dayanışma ile yaşandı. Halkımız artık ‘nerde varsa bir zulüm, çaresi isyandır’ anlayışıyla ayağa kalkmıştır. Kürt halkı artık 100 yıl önceki konumda değildir. Lokal, parçalı, dağınık, öngörüsüz bir tarzla değil tek parça ruhuyla ulusal bilinç ve ulusal kurtuluş fikriyatıyla diyalogda esnek, ilkede katı, etkin bir diplomasi anlayışıyla hareket etmektedir. Kürt halkı ülkesini Lozan‘da 4 parçaya bölen ve 100 yıl boyunca 4 parçada kendilerine uygulanan her türlü soykırıma seyirci kalan, 1999’da Kürt Halk Önderini kendi çıkar ve menfaatleri için uluslararası hukuku bile hiçe sayarak Türkiye’ ye teslim edenlerin aynı güçler olduğunu biliyor. Bu ülkeler yaşlanmış nüfusları, tıkanmış ulus-devletleri, mutsuz ve umutsuz insanları ile artık yol alamıyorlar. Bunu birçok örnekle ifade etmek mümkündür.
‘Yeni Lozanlara asla izin vermeyecekler’
Kürt halkının ise demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir paradigmayla demokratik-ulus sistemi mevcuttur. Bu sistem sadece Kürtler için değil Ortadoğu’da yaşayan bütün halkılar ve inançların kendilerini özgürce ifade edebileceği bir modeldir. Rojava‘da inşasına başlanan bu toplum özgürlükçü perspektif sayesinde kendi kendine yetecek ve öz savunma temelinde sistemini koruyabilecek aşamaya gelmiştir. Artık emperyalist, işgalci, oryantalist kesimler gelip bizim coğrafyamızda ahkâm kesemeyecekler. Başta Kürt kadınları ve gençleri yeni Lozanlara asla izin vermeyecektir. Ülkesinde çarmıha gerilen Kürt halkının acılarını anlamak istiyorlarsa her 4 dört parçadan onların statüsünü tanımak zorundalar. Bu statü egemenleri bahşedeceği bir lütuf değildir. Uğrunda 100 yıldır kesintisiz mücadele edilen ve milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine sebep olan bir realitedir. Son 100 yılda acıların katmerlisini yaşayan annelerimizin dilinden düşürmediği kadınların en önde yürüdüğü destansı mücadele Mezopotamya topraklarında onurlu barışın hakim olması için koşullar son derece elverişlidir. Bu Lozan’da ailemizi 4 parçaya bölen egemenlerin halkımıza olan borcudur. An serkeftin, an serkeftin.”