Şehba: Rüzgarın Şahı
“Bu acılar tarihin. Geçmişte, bugünde ve gelecekte yer edinmiş acıların tarihi... ve ben onları toplayıp benliklerinize taşıyorum. İnsana ait en nadide duygular unutulmasın diye. Ben tanığım yaşananlara.”
DERSÎM MÎRZA
Şehba - Daha ilk adımda bir toz tufanı karşıladı tenimizi. Öyle bir toz tufanı ki genizimizde hissettik zerreciklerini...
Burada insanlar acılarını biraz da rüzgara bırakmış, rüzgar da toz ile haşır neşir olunca buraya gelen her insanı ilk olarak nefes yoluyla karşılıyor yaşananlar... sanırım bu da insanın ve doğanın bir unutulmama çabası olsa gerek...
Adım atılarak katedilirmiş ya mesafeler, insan burada öyle olmadığını fark ediyor. İlk adımımı attığım anda hissettim mesafelerin adımsız da aşılabileceğini...
Yoksa nasıl katlanırdı, toprağın evlatları bu toz tufanına?
Yürüyor insanlar, konuşuyor, gülüyor, ağlıyor, sarılıyor, seviyor, aşık oluyor...
Yaşamı devam ettiriyorlar belli belirsiz. En azından buradan bakınca öyle görünüyor. Belki de bir yanılsamadır gördüklerim, belki de devam etmiyordur yaşam. İnsan bu toz tufanının ardından bakınca gördüklerini iki defa yorumlama gereği duyuyor: ‘yaşananlar gerçek mi, yoksa hareket halindeki bir varsayım mı?’
Ben ikicisi olduğunu düşünüyorum. İnsanlar acılarının üzerini örtebilmek için kendilerine burada yeni bir yaşam varsayımında bulunmuşlar ve onu yaşamaya karar kılmışlar. Yoksa nasıl katlabilirlerdi ki, birkaç kilometre uzaklıklarındaki kendi yaşamlarının acı hasretine?
'Beş dakika' diyor güler yüzlü genç kız...
Az ilerde belli belirsiz suliet şeklinde görülen Halep şehrinin yıkıntılarını göstererek... 'Oyunlar oynadığım, kahkahaları gökyüzüne saldığım sokaklar yalnızca beş dakika uzaklıkta ama...' Amasını ben tamamlıyorum bir dile getirememe haline eşlik edercesne: bir yıldır yürüyor o sokaklara ulaşabilmek için...
Beş dakikalık mesafeyi bir yıldır yürüyor...
Sonrasını yine ona bırakıyorum: 'direnme kelimesinin sürekli dillendirildiği bir ortamda büyüdüm ben; buna rağmen anlam vermiyordum direnmeye. Şimdi bu Şehba'da öyle bir çemberdeyiz ki, direnmenin anlamına daha farklı varıyoruz..!'
Birden gözlerini kaçırıyor benden, öte yana beş dakika uzaklıktaki bir yıl mesafedeki sokağa dikiyor gözlerini. Ben o gözlerde arıyorum herkesin içinde olmak istediği zamanı.
Beş dakikaya sığdırılamayan koskoca bir yıl...
Evet, o toz bulutunun içinde genizime dolan bu düşünceler oluyor ve yakıyor.
‘Neden bu kadar erken karşıladı beni bu yaşananlar?’ diyorum kendi kendime. Sonra fark ediyorum ki rüzgarın aceleciliğinden girmişim bu düşünceler dehlizine...
Burada rüzgar oldukça aceleci. İlk dikkatimi çeken bu oluyor, sonradan anlıyorum sebebini. Bir taşın üzerinde oturmuş derinlere dalan yaşlı teyzenin yanına doğru ilerliyorum. Önce halini hatırını soruyorum; sonrasında da cevabını merak ettiğim o soruyu: 'Arapça bilmiyorum ben, merak ediyorum bu şehrin adı Şehba; Peki anlamı ne?' diye soruyorum. Usulca yüzünü yüzeme dönerken yaşlı teyze, en içten hali ile gülümsüyor:
“Arapça bilmene gerek yok ki yavrum; Şehba zaten Kürtçe bir isim. Rüzgarın şahı anlamına geliyor. Ve zaten bu alan da esasta Kürtlere ait. O yüzden ismi Kürtçe” diyor.
Gerçekten de burada esen rüzgar öyle keskin ki, şah da padişah da olmayı hak ediyor sanki. Öyle deli, öyle sert, öyle öfkeli...
Sanki bin yılların tanıklığında topladıklarını taşıyor bizlere. 'Bu acılar bu günlerin değil' diyor. “Bu acılar tarihin. Geçmişte, bugünde ve gelecekte yer edinmiş acıların tarihi... ve ben onları toplayıp benliklerinize taşıyorum. İnsana ait en nadide duygular unutulmasın diye. Ben tanığım yaşananlara. Kaç yüzyıl savurdum acıları dört bir yana. Ama gel gör ki yine benim kucağımda toplanıyor kanayan tüm yaralar..."
Esiyor rüzgar Şehba'nın en orta yerinde.
Delicesine esiyor...
Yüzümüze vuruyor esinti, yüreğimizde yer ediniyor hiç gitmeyecekmişçesine... bize öyküler taşıyarak, bizde öyküler yaratıp geleceğe aktarma coşkusu ile esiyor...