“Amacım; istismarı, şiddeti ve hak ihlallerini görünür kılmak”

Tiyatro ve Sinema Oyuncusu Arin Sibel Arslan, kadına yönelik şiddeti, cinsel istismarı; nefret suçlarının hedefindeki LGBTİ+ bireylere dönük hak ihlallerini ve anadilde eğitim talebini yaptığı çalışmalarda görünür kılmak istediğini belirterek, “Ülkede üretmek için, hele de doğru şekilde üretmek için ne alan, ne kaynak ne de destek var. Benim gibi olan insanlarla bir araya gelip resmen imkânsızı yaratıyoruz. Çünkü mecburuz” diyor.

 
ZEYNEP AKGÜL 
Ankara- Aslında tiyatroya ilgisi çok küçük yaşlarda başlayan ama yolu öğretmenliğe evrilen Arin Sibel Arslan, Çukurova Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü mezunu. Mezun olduktan hemen sonra İtalya'ya giden Arslan, orada bulunduğu süreç içerisinde Giuseppe La Farina Edebiyat Lisesi'nde İngilizce ve Türkçe öğretmenliği yapmış. Ayrıca çocuklar ve yetişkinler için hem dil, hem kültür üzerine workshoplar düzenlemiş. 2 yıl sonra Türkiye'ye dönüş yapan Arin Sibel, oyunculuğun yanı sıra çeşitli özel okullarda İngilizce öğretmenliği, İngilizce tiyatro ve drama çalışmaları da yapıyor. Arin Sibel Arslan ile oyunculuğu ve hayatla olan serüvenini konuştuk.
•  Çukurova İngilizce öğretmenliğinden mezun olur olmaz İtalya’ya gitmişsiniz. İtalya’ya nasıl düştü yolunuz? Bize biraz İtalya hikâyenizi ve kendinizi anlatır mısınız? 
Üniversiteden çok genç bir yaşta mezun oldum, 21 yaşındaydım. Açıkçası nasıl başladım, nasıl okudum ve nasıl bitirdim hiç net değil, hayal meyal hatırlıyorum. Hiçbir zaman öğretmen olmak gibi bir hayalim olmadı ama içinde bulunduğumuz sistem, hele de gençseniz, sizi çarklarının arasına katıveriyor, ezip parçalıyor ve ‘Tamam, sen oldun!’ deyip öğütüyor. Okuldayken ‘Benim burada ne işim var?’ diye sorardım kendime. Okul bitince, ‘Ne yaptım ben şimdi?’ demeye başladım. Tam da okulun son dönemlerinde bu his daha da ağır basmaya başladı ve dedim ki; ‘Bir dakika, benim hayallerim vardı, o noktaya geri dönmem lazım.’ 
İtalya bunlardan biriydi, masum çocukluk hayalimdi. Avrupa Birliği projelerinden birine başvurdum, o zamanlar bu projeler ülkeye yeni yeni gelmeye başlamıştı ve doğru düzgün kimsenin haberi yoktu. Kabul edildim ve sekiz ay yaşamak üzere Sicilya’ya gittim. Beni bir edebiyat lisesine dil asistanı olarak gönderdiler. Burada dille ilgili çalışmalar yaptım, bu çalışmalar da genelde dil ve kültür üzerineydi. Okulun dışında da öğrencilerle birlikteydim, hepsi arkadaşım olmuştu. Çünkü aramızda sadece iki yaş vardı. Onlarla birlikte çok keyifli zaman geçirdik. Türkiye’ye dönüşüme yakın başka bir okuldan iş teklifi geldi ama yine o içimdeki ‘olduğum yere aidiyetsizlik’ ve ‘yanlış yapıyorum’ hissi kalmama engel oldu. Çünkü aklım ve kalbim başka yerlerdeydi. Böylece İtalya maceram bitti ve ülkeye dönüş yaptım. On dört yıl geçti üzerinden ama hâlâ oradaki öğrencilerle bağım kopmadı, güzel dostluklar kurmuşuz. 
• Bir öğretmen olarak tiyatro ve sinema ile serüveniniz nasıl başladı, nasıl karar verdiniz oyuncu olmaya? Sizi besleyen, domine eden, bu yola sürükleyen ne oldu?
Aslında bu sorunun değişik bir versiyonunu arada kendime soruyorum. Diyorum ki; ‘Arin, ta çocukken oyuncu olmaya karar verip bu yolda ilerlerken nasıl öğretmenlik okudun?’ Oyunculuk, özellikle tiyatro sahnesi, ilkokul senelerine dayanıyor. Açıkçası bu konuda ilk ateş içime nasıl düşmüş çok net değilim. Çünkü çok küçük yaşlarda da hep sahnenin, mikrofonun ve gösteri olan her şeyin peşindeydim. 
Okula başlamamla birlikte dans, müzik ve sahneyle ilgili her şeyi aynı anda yapmaya başladım. Okulun bando takımında, halk oyunları ekibinde, müsamere temsillerinde, karate ekibinde, şiir dinletilerinde ve okul korosunda hep vardım ve bu bana hiç garip gelmiyordu ama şimdi düşününce akıl kârı değil gerçekten. O zamanlar televizyonlarda Nejat Uygur Tiyatrosu’nun oyunları yayınlanırdı, oyun başlayınca televizyona kilitlenirdim, günler öncesinden anneme, babama devamlı ne zaman çıkacağını sorup dururdum. O zamanlar çok küçüktüm ama şimdi düşününce hayatımda gördüğüm ilk sahnenin, sahne üzerindeki oyuncunun ve oyunun onlar olduğunu hatırlıyorum. Belki de ilk ateş böyle düşmüştür. 
“Farklı olmak adına metne ve yazarın ideasına saygısızlık yapılıyor”
• Bu arada bugüne kadar sahnelenen oyunlarınız ve oyunların arka planına, oluşum sürecine baktığımızda yeni şeyler deneme adına oldukça gayretli olduğunuzu görüyoruz. Atölye çalışmaları ve workshop gibi etkinlikler de düzenliyorsunuz galiba…
Sanat ve sanattaki estetik; devinimli bir şey. Bu nedenle her yapılan işe yeni bir şey katmamız gerekiyor. Ama bu ince çizgi çok tehlikeli bir yer. Çünkü yenilik yapacağım derken asıl olandan uzaklaşmak ve hatta unutmak son yıllarda, özellikle genç tiyatrocular arasında bir tümör gibi yayılıyor. 
Oyunlarda yazarın size söylemek istediği bir ideası vardır, oyunun bozulmaması gereken dramatik bir çatısı vardır, bu tıpkı insanın omuriliği gibi oyunu ve tüm yan unsurlarını ayakta tutar. İşte bu özlere dokunmadan, onları koruyarak, belli sınırlar içinde yenilikçi yorumlar getirebiliriz. Ancak uzun bir süredir gözlemlediğim şu ki; “farklı olmak” adına metne ve yazarın ideasına saygısızlık yapılıyor.  Klasiği bilmeden moderni anlayamazsınız, damdan düşerek ‘Ben yaptım, oldu!’ diyemezsiniz ama diyorlar, özellikle de genç yönetmenler bunu çok fazla yapıyor. Sadece oyuncu olarak yer aldığım hiçbir işte yönetmenin işine ve yorumuna karışamam, tiyatro etiği bunu gerektirir. Üç sene önce yönetmen arkadaşım Nuri Nalbantoğlu’yla kurduğumuz kendi tiyatro ekibimizde bu özleri ve etiği kaçırmamak için her zaman çok dikkatli davranıyoruz. 
Evet, atölye ve workshoplar da yapıyorum. Dille, sahneyle ya da dille sahneyi birleştiren, hakim olduğum konularda ve uzmanlık alanıma girmeyen ama hepimizi ilgilendiren destekçisi olduğum konularda etkinlikler yapıyorum. Açıkçası kadına yönelik şiddeti ve cinsel istismarı; nefret suçlarının hedefindeki LGBTİ+ bireylere dönük hak ihlallerini ve ana dilde eğitim talebini yaptığım çalışmalarda görünür kılmak istiyorum. Maalesef iyileştirme adına atılan adımlar bir sürü kısıtlama içeriyor. İnsanlar kendi anadillerini öğrenmek için birçok zorluğa katlanmak zorunda kalıyorlar.
“Ülkede üretmek için ne alan, ne kaynak ne de destek var”
Arin Sibel Arslan’ın hayattaki dinamikleri ve bir oyuncu olarak beslendiği noktalar neler?
En güçlü dinamik üretmek ancak bununla ilgili yeterli tatmin sağlayamıyorum. Üretmediğim noktada çöküşe geçiyorum, ürettiğim sürece ruhum parlıyor. Şu anki şartlardaysa ikisinin arasında bir yerlerde gidip geliyorum. Çünkü ülkede üretmek için, hele de doğru şekilde üretmek için ne alan, ne kaynak ne de destek var. Benim gibi olan insanlarla bir araya gelip resmen imkânsızı yaratıyoruz çünkü mecburuz. 
Oyuncu olarak beslendiğim noktalar içten dışa şeklinde farklılık gösteriyor. Bir oyuncu her şeyden önce özüyle var. Yani ‘Sen kimsin, ben kimim?’ Özümü devamlı hatırlamaya, daha da derine inmeye çalışıyorum. Hayat çekirdeğinizin nerede durduğunu görmeden, durmak istediğiniz diğer yerlere ulaşmanız mümkün değil. Bu nedenle benim için ilk beslendiğim yer Çukurova’dır. Çukurova’da büyüdüm, oranın çocuğuyum ama köklerim Doğu, o zaman ikinci durağım Doğu’dur. Doğulu ve Çukurovalı bir kadınım. Üçüncü durağım bu ülkede kadın olmak. İşte bunun gibi içsel besinlerim var. 
Dışsal dediğim kısımsa, tarih boyunca sanatsal alanda iyi işler çıkarmış ve çıkarıyor olan insanları izlemek, araştırmak, incelemek, sürekli okuma yapmak. Bu beslenme noktasında belki çok kişisel bir şey söyleyebilirim, kendimi bildim bileli devamlı yaptığım ve hiç bitmeyen bir şey var; seyrediyorum. Sanki tüm dünya, insanlar sahneye çıkmış oynuyorlar ve ben de tek izleyiciyim. En sevdiğim şey mesela haberleri yokken insanları izlemek. Film izler gibi izliyorum onları; çok heyecanlı, korkutucu, büyüleyici ve aynı zamanda rahatsız da edici bir şey. Bazen, onları seyrederken kafalarının, ruhlarının içine giriyormuş gibi hissediyorum. Sanırım bu huyum, oyunculuğumu bilinç seviyesinde değil ama bilinç dışında oldukça besliyor. 
“Bu bir başkaldırı!”
•  Alternatif tiyatro yapan bir oyuncu olarak gelecekle ilgili kaygılarınız neler?
Alternatif tiyatronun bu ülkede doğuşu zaten kaygıdan oldu. Hali hazırda yaptıkları işten tatmin olamayan tiyatro insanları alternatif gösteri biçimlerine yöneldiler, bu bir başkaldırı aslında. Doğal olarak Türkiye’de alternatif tiyatroların herhangi bir şekilde kaygıdan kurtulmasını bırakın; uzaklaşacağını bile düşünüyorsanız büyük bir gaflet içindesiniz demektir. Ayrıca bu sadece tiyatrolar için değil, hayatın tüm alanları için geçerli. O yüzden enseyi karartmadan elinizden gelenin en iyisini yapmak lazım. Elimizden gelenin en iyisi ortaya bir şey çıkarmaya yetmeye de bilir, önemli değil, mesele her zaman sonuç değildir, yolda olmaktır. 
• Dünya tiyatrosunda veya sinemasında en çok sevdikleriniz neler? Ve bunların içinde en çok hangisinde rol almak isterdiniz? Ya da birlikte oynamayı hayal ettiğiniz bir idolünüz var mı?
Dünya tiyatrosundan isimleri sahnede izleme fırsatımız maalesef olmuyor. Ancak oyunlarla ilgili yazılmış eleştirileri internet üzerinden okuyabiliyoruz. Karantina döneminde dünya çapında ünlü ve başarılı bazı kurumlar internet üzerinden bazı oyunlarını izleme şansı verdi, bunun dışında onları izleme ihtimalimiz yok ve bu şans yine ekran aracılığıyla oldu. O nedenle ne kadar doğru bir yorum yapılabilir emin değilim. Rusya, Ukrayna ve Gürcistan tiyatrolarını izleme fırsatı buldum. Belki de ekol yorumları yapmak daha doğru olur. Ben de Rus ekolünden geldiğim için özellikle Gürcü ve Rus oyuncuları sahnede çok beğeniyorum ve benim de oyunculukta ulaşmaya çalıştığım noktalar bunlardır diyebiliyorum. Diğer yandan İngiliz oyuncuların kamera önünde de harikalar yaratmış olması hemen hepsinin sahne kökenli olmasından kaynaklı. Oradaki sektör için bu önemli, sahneden gelmiş olmalarını istiyorlar ve en başarılı olanlar da onların arasından çıkıyor. Öte yandan, coğrafi olarak çok uzak olduğumuz için biraz bihaber olduğumuz Uzakdoğu tiyatrosu ve oyuncuları var. Bu oyuncular inanılmaz eğitimlerden geçiyorlar, acaba onları izlemek nasıl bir şey olurdu?
“Proje askıda bekliyor”
• Şu an üzerinde çalıştığınız projeler nelerdir?
Bir süredir Art Niet Sanat Atölyesinde farklı çalışmalar yapıyorum. Üzerinde çalıştığımız ve henüz proje aşamasında olan hem sahne hem kamera projeleri var. Hali hazırda devam eden İngilizce eğitimimiz var. Ayrıca benim de katılımcı olarak yer aldığım kadın perküsyon grubumuz var, dört aydır müzik çalışmalarına devam ediyoruz. Tiyatro 70DK’nın ilk oyununu yaptıktan sonra yeni bir oyun yapmak istiyoruz ama ne özel ne de devlet desteği bulamadığımız için proje askıda bekliyor. Bunların dışında benim için önemli olan bir kitap çevirisi yapıyorum.