Şiddete karşı mücadelede bir özsavunma hikayesi: “Benim Adım”
Tiyatro İmge, özsavunmasını kullanan Meyrem’in hikayesinin ardından, oyunun diğer kadın karakterlerinin hikayesini anlatan “Benim Adım” oyunu ile şiddete karşı mücadelede özsavunmaya işaret ediyor. Yıllardır susmak zorunda kalan, yaşadıklarını sineye çeken Meyrem, özsavunmasını kullanarak kızı Gülsüm’e cinsel istismarda bulunan ve şiddet uygulayan eşini öldürüyor. Meyrem’in hikayesinden babaannesi Ayşe ile annesi Hatça’yı tanıyoruz. Ancak Ayşe, Hatça ve Gülsüm’ün hikayesini asıl olarak Tiyatro İmge’nin hazırladığı Meyrem’in devamı olan “Benim Adım” oyununda tanık oluyoruz.
E. ZEYNEP AKGÜL
Ankara- Nevin Yıldırım, Fikriye Özbek, Nimet Akgün... Hayatta kalabilmek için kendisine ve çocuklarına şiddet uygulayan evli oldukları erkeklere karşı özsavunma hakkını kullandılar. Ancak meşru müdafaa hakları gözetilmediği için cezaevindeler. Bu coğrafyada birçok kadın, hayatta kalmak için kendisine şiddet uygulayan erkeklere karşı özsavunma hakkını kullandığında ceza alıyor. Meşru müdafaa hakkı kadınlar için çoğunlukla kabul görmüyor maalesef. Özsavunma en temel anlamıyla kişinin kendisini veya bir başkasını mevcut veya olası tehlikelere karşı korumasını ve korunmasıyla ilgili tedbirleri ifade ediyor. İnsanlar tarafından ilk duyulduğunda, karşılaşılan tehlike veya şiddeti bertaraf etmek amacıyla gösterilen fiziksel savunma gibi anlaşılsa da özsavunma bunun çok üstünde bir kavram. Kişinin karşılaştığı şiddet karşısında verdiği hukuki mücadele veya aldığı psikolojik destek de aslında bir özsavunma.
İşte Tiyatro İmge’nin sahneye koyduğu “Benim Adım” oyunu da özsavunmayı konu ediniyor. Meryem karakteriyle beraber dört kuşak kadının hikayesi anlatılıyor oyunda. “Benim Adım”, çocukken kendisini cinsel istismara maruz bırakan ve daha sonra ailesi tarafından zorla evlendirildiği erkeğe karşı uyguladığı özsavunmayı konu ediniyor. Oyun kadına yönelik şiddeti, cinsel istismarı ve tacizi anlatıyor. “Benim Adım”, kadının var olma savaşımı ve özgürlük mücadelesi yolunda hepimizin hikayesini anlatıyor. Oyunda, dört kadının oyunda korkularıyla cesurca yüzleştiğine tanık oluyoruz. Oyunda Meyrem karakterine Ayşenur Demir, Meyrem’in babaannesi Ayşe karakterine Mukadder Emirosmanoğlu Erdemir, annesi Hatça karakterine Canan Kaplan, kızı Gülsüm karakterine ise Şirin Yıldız hayat veriyor.
Oyununun yazarı ve oyuncusu Ayşenur Demir ve Meyrem’in annesi Hatça karakterine hayat veren Canan Kaplan ile “Benim Adım” oyununu konuştuk.
“Benim Adım” oyunu ile Meyrem’in hikâyesini anlatıyorsunuz. Meyrem’in hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
“Meyrem” bir özsavunma hikayesi. Çocuk yaşta cinsel tacize uğrayan bir kadının gölgesinde, dört kuşak kadının hikayesi anlatılıyor. “Meyrem” bir sokak oyunu olarak çalışıldı. Sonrasında “Benim Adım” oyunu olarak, dört kadın karaktere can veren bir perdelik oyun şeklini aldı.
“Özsavunma bir hak”
4 kadının hikâyesinin anlatıldığı “Benim Adım” oyunu ile büyük ses getirdiniz. Sizce oyun neden bu kadar büyük bir ilgi gördü?
“Benin Adım” kadın özgürlük mücadelesinde önemli bir noktaya, şiddete karşı mücadelede özsavunmaya işaret ediyor. Kadın için toplumsal ve eril baskıların yanı sıra, İstanbul Sözleşmesi'nin tartışıldığı bu süreçte oyunun işaret ettikleri değerli. Kadın hareketi tartışmaları içinde aldığı rol ilgi çekici. Kocasına, sevgilisine ya da kendisini ezen cinse karşı özsavunmanın bir hak olduğunu, naif ama sarsıcı bir yönde ifade ediyor. Oyun biraz da kadınların bunca kırıma uğradığı bir coğrafyada, kadının güçlenmesini ve kendini savunmasını anlattığı için destek gördü diye düşünüyoruz.
“Özsavunma duygusal ve zihinsel olarak da tartıştırılmalı”
‘Meyrem’, çocukken kendisini cinsel istismara maruz bırakan ve daha sonra ailesi tarafından evlendirildiği erkeğe karşı uyguladığı özsavunmayı konu ediniyor. Bize özsavunma ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Özsavunma bizim için yalnızca bir fiziki saldırı durumunda faile karşı uygulanan savunma biçimi değil, çok boyutlu bir şey. Aynı zamanda duygusal bir özsavunma kazanmak da bizim için bir tartışma mesela. Ezilen kadının gücünü bulması, toplumsal öğretilere karşı vermesi gereken mücadeleyi meşru görmesi "Özsavunma" kavramı içinde vücut bulmalı diye düşünüyoruz. Özsavunmanın sadece fiziksel değil; duygusal ve zihinsel olarak da tartıştırılması gerek.
Peki, oyuna dair nasıl dönüşler aldınız?
Oyuna dair hem konu hem de nitelik bakımından güzel eleştiriler aldık. Kadının kendini yaşamı pahasına yaşamı için savunmasının önemi etki uyandırıcı dönüşler sağlıyor. Oyunu izleyen her yaştan kadının düşünceleri, koşup bize sarılma isteği duydukları ve çok tanıdık geldiği… Çok sıradan bir öyküde, şiddet sarmalını bir eylemle kıran bir köylü kadının çarpıcılığı, izleyen herkesi düşündürüyor.
“Kadınlar karşı çıkışları daha yüksek sesle dile getiriyor”
Bazı tiyatro oyunlarında ve özellikle sinemada kadının çocuklara iyi bir anne, kocaya iyi bir eş olabileceği vurgusu yeniden yeniden sunularak toplumda kadına biçilmiş yer daha da pekiştiriliyor. Şimdilerde bu algı değişiyor diyebilir miyiz?
Bahsettiğiniz algılara karşı mücadele yürüten kadın özgürlük mücadelesi bunların altını giderek daha çok oyuyor diye düşünüyoruz. Yani artık kadınlar bu geleneksel cinsiyet rollerinden kopuşu ve karşı çıkışları daha yüksek sesle dile getiriyor. Öte yandan da iktidar her seferinde el yükselterek bu geleneksellikleri pekiştirmeye ve dayatmaya çalışıyor. Bu çelişki bize kültür alanında da kadın mücadelesinin kavramlarını ve dilini yeniden üretmek, temsiliyetlerimizi ona göre düzenlemek ve sunmak mesuliyeti yüklüyor elbette.
Rol aldığınız tiyatro oyunlarında ve film projelerinde neye dikkat ediyorsunuz?
Biz BEKSAV’da bir sloganı ilke edinmiş durumdayız, toplum için sanat, özgürlük için bilim, insanlık için politika. Bu durum bizim için ezilenlerin her kesimine sanatı ulaştırma ve onların hikayesini öne çıkarma olarak da somutlanıyor. Cinsiyetçi olmayan, homofobik olmayan ya da türcü olmayan, belli bir sınıfın ve toplumsal kesimin dertlerini çelişkilerini anlatan bir üretim tarzımız var. Örneğin bir de kadın müzik topluluğumuz var, sadece kadın ağzı şarkılar ve besteler yapan. Politik tiyatro ve yazınsal üretim yapan kadınlar olarak ise; ürettiklerimiz ve içinde bulunduğumuz yerden seslendiğimiz, sanatsal her oluşumun toplumsal kaygıları olmasına odaklanıyoruz.
Tiyatro çalışmalarınızda genellikle hak ihlalleri, kadına yönelik şiddet, cinsel istismar, nefret suçlarının hedefindeki translar var. Tiyatro İmge olarak kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
Tiyatro İmge oyuncuları olarak, tüm bu sorunların merkezinde sorumluluk alan bir noktada görüyoruz tiyatromuzu. İmge, ezilen sınıfın ya da cinsin özgürleşmesi bağlamında mücadele eden ve bu kaygıyla ilerleyen bir sosyalist sanat anlayışında çalışmalarına devam ediyor.
Alternatif tiyatro yapan oyuncular olarak gelecekle ilgili kaygılarınız neler?
Galiba başlıcaları mekân bulma sıkıntısı ve sansür. Kendimize ait bir mekan yaratmak veya onu sürdürmek zor ve maddi olarak külfetli bir iş, farklı bir sahnede oyun oynayacaksak da bu defa oyun bir denetime veya idari amirlerin baskılarına açık olacak demek bu, tüm bunlar zaten eskiden beri yaşadığımız problemler. Sansür ve yasaklamalar da bir başka boyut. Kürtçe bir oyunu veya iktidar eleştirisi yapan bir oyunu oynayacak yer bulmak artık giderek zorlaşıyor örneğin. Gelecekte de bu kaygılar sürecektir ama bizim de bunlara karşı alternatif çözümler arama mücadelemiz bitmez tabi ki.
Son olarak yeni yer aldığınız projeler var mı bizimle paylaşır mısınız?
Planlama aşamasında çalışmalarımız var. Çoğunluğu kadın oyuncularımızdan oluşan, Radyo Tiyatrosu yeni gündemlerimiz arasında. Hali hazırda oyunlarımızı online platformdan oynamaya devam ediyoruz.
Pandemi süreci tiyatrocuları nasıl etkiledi?
Oldukça kötü etkiledi tabi ki, bu etki yalnızca pandeminin getirdiği önlemler nedeniyle değil, sürecin iktidar tarafından kötü yönetilmesi nedeniyle de gerçekleşti. Aslında iktidar kendine sosyal ve kültürel hayatı istediği gibi şekillendirecek, yönetecek çok iyi bir bahane buldu diyebiliriz. Sahneler 15 aydır kapalı, vergileri kirası oyuncuların maddi kazançları, hepsi yok demek bu, aynı zamanda üretimlerimizi sunacak ve seyirciyle buluşturacak mekânlarımız da yok demek. Mekan, sanat üretiminde önemli bir bileşen. Biz de bu süreci oyunları dijital platformlara taşıyarak karşılamaya çalıştık ama elbette bu işin mantığı böyle kurgulanmamıştı, sahnede olmanın heyecanı bambaşka. Farklı tiyatro grupları ve platformlar ile bu sürece karşı bir dayanışma ve eylemlik biçimleri tartışmaları yürütüyoruz elbette, ama sesimize ses veren yok henüz. Umuyoruz en kısa zamanda sağlıkla ve heyecanla sahnelere dönebiliriz.