“Ölümsüzlük duygusu yaşıyorum”

“Konusunu okuyup heyecanlandığım bir kitapsa ve onun kapağı üzerinde çalışmak inisiyatifi tamamen bana bırakılmışsa çok keyifliyim. Günlerce neler yapabileceğimi düşünüyorum. Hiçbir zaman kitaba layık olamamış hissine kapılıyorum ve hep daha iyisini yapma isteği duyuyorum. O kitapların insanların kütüphanesinde olduğunu bilmek beni mutlu ediyor. Ölümsüzlük duygusunu böylece yaşamış oluyorum.”

 
ZEYNEP AKGÜL
Ankara- Ankara’da kitap kapağı tasarımı denilince ilk akla gelen isimlerden biridir Leyla Çelik. Kendi hikâyesini tasarımlarıyla birleştiren kadınlardan biri olan Leyla Çelik ile tasarım hikâyesini konuştuk.
Leyla Çelik kimdir? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Yayın emekçisiyim. Asıl işim, kitapların kapak tasarımlarını yapmak. İlgi alanım genelde Anadolu, özelde Karadeniz halklarıyla ilgili araştırmalar yapmak. Karadeniz kadınının yaşamı, kültürü, dili üzerine onu tanımak ve tanıtmak amaçlı hazırlanan Fadime Kimdir? (Ayşenur Kolivar’la, Heyamola Yayınları, 2007) ve Yeşilden Maviye (Elif Yıldırım’la, Nika Yayınları, 2015) kolektif kitaplarının editörlüğünü yaptım.
Orta Doğu müziği, sineması ve edebiyatına meraklıyım. 
Çizgilerle serüveniniz nasıl başladı, nasıl karar verdiniz tasarımcı olmaya? 
Serüvenim, liseyi bitirip üniversiteyi kazanamama şokunu yaşadığım 1990 yazında başladı. Daha çok kitap okumak için bir kitabevinde çalışmak istiyordum. Bütün yaz, gazete ilanlarına bakmakla geçti, ama o ilan hiç çıkmadı. Eylül ayında gördüğüm “Bir yayınevine sekreter aranıyor”a kadar... Damar Yayınları sahibi Özgen Seçkin’in karşısında ufak tefek, deneyimsiz, çekingen, annesiyle gelmiş bir çocuk oturuyordu. Birbirimize güvendik ve hemen işe başladım.
Çıraklık-sekreterlik karışımı bir görev tanımım vardı ve oldukça yorucuydu. Yine de yan odadaki dizgicileri, ışıklı masa başındaki grafikeri her fırsatta izliyordum. Sabahları kimse gelmeden ya da onlar öğle yemeğindeyken, gördüklerimi uygulamaya çalışıyordum. Kendi kendime reklam ve ilan tasarımları, kaset ve kitap kapakları yapıyor, Macintosh’ta sayfa tasarımı programlarını keşfediyor, on parmak klavye kullanmayı ilerletiyordum.
Bir yılın sonunda bütün programları öğrenmiş, bütün grafik aletlerini kullanmayı çözmüş, ileri derecede F klavye kullanıcısı olmuştum. Fakat bunu bir tek ben biliyordum. Yayınevindeki herkesin yaptığı çalışmaları tek tek hafızamda topladığımdan kimsenin haberi yoktu. Bir gün ofistekilerin öğle yemeğine çıktığı vakit, Ahmet Say geldi. Dakikalar içinde yapılması gereken bir iş getirmişti. Çalışanların bir saat yemekten dönmesini beklemesi mümkün değildi. Hemen olmalıydı, bu ne kadar şanssız bir zamanlamaydı. Onun telaşını izlerken “Ben yapabilirim” dedim. Patronum; bilgisayarın nasıl açıldığını bildiğimden bile şüpheliydi ama o kadar sorunsuz ve hızlı halletmiştim ki, “Bundan sonra sen bu odada çalışacaksın” dedi.
Bunu, hastalanıp oyuna gelemeyen oyuncunun yerine birini alelacele sahneye sürmeleri ve o kişinin oyuncu olmasına benzetirim. Böylece dizgici olarak meslek hayatım başlamış oldum. İlk yaptığım iş, derginin Ahmed Arif’in ölümü nedeniyle hazırlanan özel sayısıydı. İsmini ilk kez duymuştum, diğer toplumcu gerçekçi yazar ve şairler gibi. Bu deneyim ve öğrenme benim için dönüm noktasıdır. O yıllarda dünyaya bakışımın temelleri atılmış oldu. 
1990 ile 2002 yılları arasında birkaç yayınevinde dizgici olarak çalıştım. Yüzlerce dergi ve kitabı baskıya hazırladım. Zamanla bu iş bana yetmemeye başladı. En büyük sorunum yaptığım işe hiçbir şey katamamaktı. Evet dizgi ve sayfa tasarımı yaparken kendime göre estetik oluşturmaya çalışıyordum ama nereye kadar? Sonuçta standart bir düzen vardı ve ben onu sürdürüyordum. Kendimi ifade edecek bir şey yapacaksam, grafik tasarım programlarını öğrenmem gerekiyordu, öğrendim. Fakat bundan yine benden başka kimsenin haberi yoktu.
2002 yılıydı. Yayınevi sorumlusu ve grafiker bir kapak üzerinde çalışıyorlar fakat bir türlü istenilen çalışma çıkmıyor. Sinirlerin gergin olduğu bir an cesaretimi toplayıp ufak bir tavsiyede bulundum. Bu tavsiye bana dizgicilik kapısını kapatıp grafikerlik kapısını açtı. Tasarım programlarını bildiğim öğrenildi ve artık kitap kapağı tasarımı yapmam söylendi ki en çok istediğim şeydi. Böylece yine bir oyuncu hastalanmış yerine sahneye çıkmıştım. O günden beri, kitap kapakları üzerine çalışıyorum. Dizgicilik ve kitap okuma sevgisi, dile hâkim olma özelliği de kattı bana. Bazen düzeltmenlik yaptığım da oluyor.
“Kitaplar vitrinlik süs eşyaları değil”
Zorlukları, keyifli yanları ve birçok kimsenin bilmediği yönleriyle nasıl bir meslek grafikerlik?
Sadece benim değil, sanıyorum tüm grafiker arkadaşların en çok zorluk çektiği şey, özgün ve özgür olamamaları. Bir kitabın konusunu dinledikten ya da okuduktan sonra, kafamızda bir imaj oluşturuyoruz. Bunu uygulamaya geçerken, yazardan ve yayınevinden gelen öneriler bazen zora girmemize sebep olabiliyor. Hatta bazen önerinin ötesinde, mutlaka o imajı kullanmamız isteniyor. Şu fontu, şu büyüklüğü, şu rengi istiyoruz deniliyor. Burada tasarımcı değil, uygulayıcıyız. Bizden tamamen bağımsız şekillenmiş ve belki de hiç beğenmediğimiz bir kapak ortaya çıkıyor. Sonuçtan mutlu değiliz elbette ama yazarın-yayınevinin mutlu olması yetebiliyor. 
Konusunu okuyup heyecanlandığım bir kitapsa ve onun kapağı üzerinde çalışmak inisiyatifi tamamen bana bırakılmışsa çok keyifliyim. Günlerce neler yapabileceğimi düşünüyorum. Hiçbir zaman kitaba layık olamamış hissine kapılıyorum ve hep daha iyisini yapma isteği duyuyorum. O kitapların insanların kütüphanesinde olduğunu bilmek beni mutlu ediyor. Ölümsüzlük duygusunu böylece yaşamış oluyoruz.      
Sosyal medyada herhangi bir yayınevinin yeni bir kitabının tanıtımı yapıldığı zaman altına yazılan yorumları okuyorum. Bu yorumların yüzde 90’ı kapakla ilgilidir. Okurların ezici bir çoğunluğu kitabın içeriğinden, yazımından, dilinden, çevirisinden çok kapağıyla ilgilenir. Çok beğendikleri bir kapaksa, okuma tarzları olmasa da o kitabı almak isterler. Hatta kapağı çok sevdiği için okuduğu kitabı tekrar almak gibi huyları olan kişiler var. Kitaplar vitrinlik süs eşyaları değildir. Mesleğim olmasına rağmen bu eleştiriyi yapmadan geçemeyeceğim. Kapağı beğenildiği için bir kitap alınmamalı ve bir kitabın çıkış serüveninde en önemli aşama kapak tasarımı olmamalı.
Çizimlerinizde size ilham veren, motive eden öğeler var mı? Özellikle bir şeylerden esinlendiğiniz olur mu yoksa daha çok hayalinizde canlandırdığınız şekilde mi kâğıda dökersiniz çizgilerinizi?
Benim otuz yıllık maceramda en büyük eksiğim çizim yeteneğimi geliştirmemek olmuştur. Hatta üzerine düşsem güzel şeyler çıkarabilir miyim, onu bile bilemiyorum. Eskiden görsel kataloglarından seçip, negatif-pozitif filmleriyle tasarım yapardık. Artık lisanslı imaj sitelerinde milyonlarca görsel bulabiliyoruz. Tam hayal ettiğim gibi, ben çizsem böyle yapardım diyebileceğim imajları bulabiliyorum. 
“Hayal gücümüz bizi yansıtıyor”
Çizim ve hayal gücünü birbirine nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Çizim konusunda iyi olmadığımı söylemiştim. Ama birinin çizdiği şeye bakarak onun kimliği, kişiliği ve hayal gücünü tahmin etmek zor değil. Benim kapak tasarımlarımı bilen kişiler bir yerde gördükleri zaman “bunu sen yapmışsın” diyebiliyor. Sadece çizimde değil, tasarımda da hayal gücümüz bizi yansıtıyor.
Tarzınızı tam olarak nasıl açıklayabilirsiniz? Özellikle yöneldiğiniz, bu türde daha ustayım dediğiniz bir alan var mı?
Minimal… Her ne kadar yayınevleri ve yazarlar günümüz kitap piyasasının buna izin vermediğini hissedip daha gösterişli kapaklar istiyorsa da, ben her zaman sadelik ve minimalizmden yana oldum. Ufak desenler, iddialı olmayan renklerle kitabın fikrini ve konusunu çok güzel yansıtabiliriz. Ne yazık ki son yıllarda okur kitlesinde oluşan değişiklik, yayınevlerini daha göz yorucu, daha ilgi çekici, daha popülist kapaklarla kitap basmaya zorluyor.
“Daha çok kitap okumak için yayınevinde çalışmayı tercih ettim”
Özellikle kitap kapağını yapmak istediğiniz yerli veya yabancı bir yazar var mıdır?
Yayın sektöründe çalışmak istememin nedeni, daha çok kitap okumaktı. Yani benim birincil amacım buydu. Bu nedenle doğamda var olan okuma isteğini ve heyecanını hiç kaybetmedim, iyi bir okur sayılırım. Yerli yabancı pek çok yazar beni etkilemiştir ama İhsan Oktay Anar ile Gabriel García Márquez’in yeri ayrıdır. Onları okurken çok farklı bir heyecan duyuyorum. Sanırım, bu iki yazarın kitapları üzerinde çalışmak isterdim. Mekanik bir iş olarak değil, Anar’la karşılıklı konuşup, yazdıklarıyla ilgili detaylar dinleyip, beraber fikir üreterek… Evet, hayalim olarak burada dursun.
Yaptığınız tasarımlar arasında sizin için özel bir tasarım var mı?
Binlerce kitaba dokundum. Büyük kısmını beğenerek, içime sinerek yapmışımdır. Benim açımdan son zamanlardaki en özel tasarımım; okurken etkilendiğim ve kapağını da çok severek yaptığım Panama Yayıncılık’tan çıkmış bir kitaba ait: Golem ve Cin. Yine aynı yayınevinin yayımladığı Stefan Zweig ve Kafka serilerinin tasarımları da benim için özeldir. Töz Kitap için yaptığım Antik Yunan Klasikleri serisi de en çok içime sinen ve keyif aldığım tasarımlardan oldu.
Son olarak yeni yer aldığınız projeler var mı bizimle paylaşır mısınız?
Her gün yeni bir kitabın kapağını düşünerek bitmeyen projelerin içindeyim. Kitap olduğu sürece projeler de bitmez.