“Siyasi iktidarın Gezi’yi yargılama hevesi bitmiyor”

Gezi Direnişi’ne ilişkin yapılacak 17 Ocak’taki dördüncü duruşması öncesi dava avukatlarından Evren İşler ajansımıza konuştu.

ELİF AKGÜL

İstanbul- Yeniden görülen Gezi Direnişi davasının dördüncü duruşması 17 Ocak’ta İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Duruşma öncesinde davanın geldiği aşamayı ve hukuksuzlukları dava avukatlarından Evren İşler ajasımıza değerlendirdi.

Davanın geldiği aşamanın yargının siyasallaşmasının bir sonucu olduğunu vurgulayan Evren İşler, iddianamenin bir “iddianame” olmadığını ifade ederken, "Ortada ceza hukukunun gereği olan kişiselleştirilmiş bir suç isnadı yok" dedi. “Tüm bunlar muhalefeti ve sokağın sesini bastırmaya yönelik yargılamalar” değerlendirmesinde bulunan Evren İşler, bunun da “Gezi’nin meşruiyetinden, sokağın meşruiyetinden korkan siyasi iktidardan” kaynaklandığını ifade etti. Siyasallaşmış yargılamaya ve tüm hukuksuzluklara rağmen davayı hukuki zeminde tutmaya, hukuki savunmalar yapmaya devam edeceklerini ifade eden Evren İşler, bir sonraki duruşmada müvekkillerinin yeniden Gezi Direnişi’ni anlatacaklarını söyledi.

“Gezi Direnişi davası ilk başından itibaren bir toplu yargılamaydı”

Oldukça karmaşık giden ve birleştirilmiş, yeniden görülen bir dava Gezi Direnişi davası. Yeniden yargılamayı da kattığımızda Gezi Direnişi ile ilgili dördüncü yargılama sürüyor. Davanın bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gezi Direnişi’nin devam ettiği günden bakıldığında Gezi ile ilgili tüm yargılamalar muhalefeti ve sokağın sesini bastırmaya yönelik yargılamalar. Çünkü ilk günden itibaren biliyoruz ki Gezi bir direniş. Ama bu direniş gayet haklı, Anayasal sınırlar içinde yapılmış olan bir direniş.

Gezi davasının “ağır ceza ayağı” olan 2018’de başlayan yargılama, o zaman da söylediğimiz gibi, Gezi’ye tam olarak aynı yerden bile bakmayanların biraraya getirildiği bir yargılamaydı. Ki soruşturma dosyasında çok fazla kişi olduğunu biliyoruz, ki bu kişilerin çoğuna açılan bir dava söz konusu değil. Bu dava daha ilk başından itibaren bir toplu yargılamaydı.

“Kişiselleştirilmiş bir suç yok”

Ceza hukukunun temel prensibi, suçun ve cezanın kanuni ve kişisel olmasıdır. Yani suç ve ceza, kanunda tarif edilmiş olmalıdır, kişi o suçu işlemiş olmalıdır. Dolayısıyla kişinin eyleminin ne olduğunun tarif edilmesi gerekir. Gezi dosyasında bu tarif hiçbir zaman olmadı. Hiçbir zaman bizim müvekkilerimize “sen şunu yaptın ve bununla şu suçu işledi”’ denmedi. Bir bütün olarak direnişin kendisi yargılanmaya çalışıldı. Bu anlamda ceza kişiselleştirilmedi. Sonrasında da Osman Kavala hakkındaki diğer davaların birleştirilmesi ve son olarak Çarşı davasının da birleştirilmesiyle birlikte tam bir torba yargılamaya döndü. Bir kişiselleştirilmiş suç isnadı olmadığı gibi, kişiselleştirilmiş fiil de yok. Kimin hangi fiilden yargılandığına ilişkin ne savcılığın bir iddiası var, ne de eminim ki mahkemenin fikri var.

“Gezi’nin ve sokağın meşruiyetinden korkan bir siyasi iktidar var”

Bu davada toplanan Taksim Dayanışması üyeleri, sivil toplumcular, Osman Kavala ve son olarak da Çarşı davası sanıklarına baktığımızda her birinin daha önce aynı iddialarla açılan davalarda beraat ettiğini görüyoruz. Yargının bu derece siyasallaştığı bir ortamda, siyasallaşmış mahkemelerin verdikleri beraat kararları bunlar. Buna rağmen, bu sefer daha ağır suçlamalarla yeniden yargılanıyorlar. Bu inat neden kaynaklanıyor?

Gezi’nin meşruiyetinden, sokağın meşruiyetinden korkan siyasi iktidardan kaynaklanıyor. Çünkü Gezi’nin “aklanması” demek, sokağın meşruiyetinin yargı kararıyla da kesinleşmesi anlamına gelecek. Buna izin vermek istemiyorlar çünkü sokaktan korkuyorlar. Muhalefetten, insanların tepkisini göstermesinden korkuyorlar. Yurttaşın taleplerini toplu halde dile getirmesini tercih etmeyen bir siyasi iktidar var. Dolayısıyla da bunun önünü kesebilmek için, sivil toplum hakkında, Taksim Dayanışması hakkında, insanların gözü önünde olan kişiler hakkında dava açarak yargılamayıı tehdit unsuru olarak kullanıyorlar. Yargının siyasallaşmasının temel sonuçlarından birisi de bu aslında. Yargının araç haline getirildiğini görüyoruz.

“Mevzu Gezi’ye getiriliyor”

Geçmişte bir şekilde ya delil üretiliyor, bir kılıf hazırlanıyordu. Bugüne baktığımızda, sanıklardan Taksim Dayanışması’ndan Can Atalay’ın deyimiyle “Fethullahçı çetenin” topladığı delillerin “kıymetlendirilmesiyle” açılan bir dava bu. Sizin de belirttiğiniz gibi ortada ne bir delil, ne de suç var. Lakin tekrarla aynı davalar açılıyor. Bu kaygı neyden kaynaklanıyor?

İktidarın her ne olursa olsun bu konuda kararlı olmasından kaynaklnıyor. Siyasi iktidar mevzu ne olursa olsun konuyu Gezi’ye getiriyor. Gezi’yi yargılama hevesi bitmiyor. Şunu söylemek lazım, Fethullahçı çetenin yargılama pratiğiyle AKP iktidarına gönülden bağlı yargılama pratiği bazı açılardan farklı gerçekten. Son dönem iddianamelerden ki bence bunlar arasında en önemlilerden biri Gezi iddianamesidir, tamamen bir siyasi analiz görünümlüdür.

“İddianameden itibaren siyasallaşmış bir yargılama var”

Bir iddianamede “savcıların görüşü desteklemektedir” diye yapılan bir delil çalışması olmaz. Savcının görüşü olmaz çünkü. Savcılık delilleri toplamak ve değerlendirmekle görevlidir. Hem de delilleri toplarken sanığın hem lehine hem de aleyhine olan delilleri toplamakla yükümlü kamusal iddia makamıdır. Ama bu iddianameye baktığımızda “görüşmüştür, anlaşışmıştır, düşünülmüştür” yazıyor. “Düşünülmüştür” diye iddiada bulunan bir iddianame zaten teknik anlamda iddianame değildir.  Böyle bakıldığında iddianamenin kendisinden itibaren baştan sona siyasallaşmış bir yargılamadan bahsediyoruz.

“Her halukarda hukuk alanında kalmaya çalışıyoruz”

Dosya kapsamında iş insanı Osman Kavala’nın tutukluluğu, AİHM kararı ve Avrupa Konseyi’nin Türkiye hakkında ‘ihlal prosedürü’ başlatmasına rağmen sürüyor. Bu haliyle duruşmadaki tartışmaları da etkiliyor. 17 Ocak’taki duruşmadan bu bağlamda beklentiniz nedir?

Bir yargılama yapılıyor. Bir her halukarda  hukuk alanında kalmaya, davayı hukuk alanında tutmaya ve hukuk alanında tartışma yapmaya çalışıyoruz. 17 Ocak’taki duruşmada Taksim Dayanışması’ndan arkadaşlarımız yeniden Gezi’yi anlatacaklar. Çünkü dosya öyle bir hale geldi ki neyden bahsettiğimiz unutuldu.

“Kavala’nın tutukluğu demokratikleşme ve insan hakları açısından ciddi bir sorun”

Evet Osman Kavala’nın tutukluluğu çok büyük bir sorun. Sadece bu dosya açısından da değil. Osman Kavala’nın tutukluluğunun AİHM kararlarının ardından devam etmesi memleketteki demokratikleşme ve insan hakları açısından da çok ciddi bir sorun. Dolayısıyla bizler hem de diğer sanıklar böyle bir sorun yokmuş gibi davranamayız. Ama Osman beyin tutukluluğu nedeniyle biz savunma yapmıyoruz ya da  yapamıyoruz diye bir durum söz konusu değil. Osman Kavala ve müdafiileri de insanların savunma yapmasını engelleyecek bir tavır takınmadılar ama tabii ki dosyada bu kadar hukuka aykırı bir tutukluluk varken, insanlar refleks olarak susmayı tercih ediyorlar.

Bu dava İstanbul 30 Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk başladığında Taksim Dayanışması’ndan arkadaşlar uzun uzun Gezi’nin ne olduğunu, Taksim Dayanışması’nın ve bu anlamda kendilerinin bu direnişteki ne kadar payı varsa o payı anlatmaya çalışmışlardı. Şimdi bu tekrar yapılacak. Çünkü Gezi dosyası öyle bir hale geldi ki Gezi’nin kendisini konuşmadığımız, hukuksuzlukları konuştuğumuz ve parça parça küçük işleri konuştuğumuz bir dosya haline geldi. Çünkü yargı İstinaf mahkemesi ve Yargıtay kararıyla bu dosyayı bu hale getirmeyi tercih etti.

17 Ocak’taki duruşma Gezi Direnişi’nin anlatılacağı ve arkadaşlarımızın yeniden ilk savunmalarını tekrarlayacakları bir celse olacak.