“Mahpuslar tabutla çıkıyorlar, umutla değil”

Türkiye cezaevlerinin durumunu değerlendiren Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilcisi Ümit Efe, “Cezaevlerinde şiddetin, işkencenin, kötü muamelenin, taciz iddialarının çok yoğun olduğu bir yıl oldu” dedi.

ELİF AKGÜL

İstanbul- Türkiye cezaevlerinden gelen baskı ve işkence uygulamaları son iki ayda daha da arttı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Hapishaneler Komisyonu’nun verilerine göre, Türkiye cezaevlerinde tespit edilebilen hasta mahpus sayısı 1605. Bunların 604'ünün sağlık durumu ağır.

Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde Garibe Gezer’in intihar ettiği iddia edilen şüpheli ölümünün ardından tutuklulara yönelik intihara teşvik ve baskıların daha da ayyuka çıktığını söylüyor hak savunucuları. Bunun yanı sıra pandemi koşulları devam ederken cezaevlerindeki doluluk oranı beş katı daha artmış durumda.

Bu tablo karşısında Türkiye cezaevlerinin durumunu Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İstanbul Temsilcisi Ümit Efe, ajansımıza değerlendirdi.

“İmha ve inkara dayalı politikalar sürüyor”

“Hapishanelerde mahpusu insan saymayan imha ve inkara dayalı politikalar devam ediyor” diyen Ümit Efe, cezaevlerinde şiddetin, işkencenin, kötü muamelenin, taciz iddialarının çok yoğun olduğu bir yıl geçirdiklerini ifade etti.

Ümit Efe, “duvarların arkasında seslerini duyuramayan” siyasi mahpusların direnme gelenekleriyle, açlık grevleriyle seslerini duyurmaya çalışsalar da adli mahpuslar için bunun da söz konusu olmadığını kaydetti.

Dünyada bir insalık krizine dönüşmüş olan pandemi sürecinin devam ettiğini hatırlatan Ümit Efe, bu süreçte cezaevlerinin doluluk oranının 5 kata çıktığını belirterek şöyle devam etti:

“Hapishanelerde mahpusların pandemiye göre yeniden düzenlenmiş koşullarda olmadığını biliyoruz. Hijyen maddelerinin ulaşması, aşı gibi konularda endişeliyiz ve bu konuda cezaevlerinde şeffaf bir politika da izlenmiyor. Ancak zar zor ulaşan aileler ve görüşe gidebilen avukat varsa onlardan durumu öğreniyoruz.”

Pandeminin tecrit koşullarını da etkilediğini ifade eden Ümit Efe, karantina altındaki mahpuslar beraber kaldığı için, mahpusların tecrit sürelerinin gittikçe arttığını, bu ortamda mahpusun hastalanmadan çıkmasının mümkün olmadığının altını çizdi.

“Mahpuslar tabutla çıkıyorlar, umutla değil”

Garibe Gezer’in ölümünün duyulduğu 9 Aralık’tan itibaren beş mahpusun ölüm haberinin alındığını hatırlatan Ümit Efe, “Mahpuslar tabutla çıkıyorlar, umutla değil” dedi. Hasta mahpuslar içinse, tahliye başvurularının, hak savunucularının defaatle eleştirilen Adli Tıp Kurumu raporu zorunluluğunda takıldıklarını belriten Ümit Efe şunları söyledi:

“Aylarca Adli Tıp Kurumu’na ulaşmak için çabalıyorlar. Oradan sağlık durumlarının hapishanede yaşama elverişli olmadığına dair belge almaya çalışıyorlar. Oradan alsalar da Terörle Mücadele Yasası’nın ilgili maddelerine takılıyorlar ve ‘güvenlik’ için serbest bırakılmıyorlar. Oysa ki mahpusların hakkında karar verebilecek tam teşekküllü devlet hastaneleri olabilir. Aysel Tuğluk gibi yaşamını tek başına sürdüremeyecek kadar sosyal hayatla bağı zayıflamış mahpuslar da dahil olmak üzere, felçli, eli kolu tutmayan, akıl sağlığını yitirmiş, yaşlı mahpuslar için bu durum geçerli. Ve hatta yaşlı ve hasta mahpusların koronavirüse yakalandığını gördük.”

“Hasta ve yaşlı mahpuslar için tek yol bırakılıyor” diyen Ümit Efe, “O yolu da biz yaşama çevirmek zorundayız” diye ekledi.

Cezaevi koşullarının mahpusların savunma haklarını da ihlal ettiğini kaydeden Ümit Efe, avukat ve aile görüşü esnası sırasında yaşanan sorunların, savunma belgelerinin kontrolden geçmesi, mahpusun savunmasını güçlendirecek diğer kitap ya da belgelere ulaşımının önündeki kısıtlar bu ihlalin bir kısmını oluşturduğunu ifade etti.

“F tipi güvenlikli cezaevlerinin kendisi insanın varoluşuna aykırı”

Mahpusların düşünsel ve entelektüel gelişiminin önündede engeller olduğunu hatırlatan Ümit Efe, “Mahpusların entellektüel düzeyleriyle mektup ve kitapları denetleyen grubun entelektüel düzeyleri arasında nasıl bir seçim yapıldığını bilmiyoruz” diyerek, birçok yasal olan yayınların ve kitapların bile “sakıncalı bulunmuştur” diye mahpusa ulaştırılmadığını söyledi.

“Zaten bir şiddet konsepti olan F tipi güvenlikli cezaevlerinin kendisi insanın varoluşuna aykırı bir şekilde inşa edildiği için varoluşlarını ve mental sağlıklarını korumaları çok zor” diyen Ümit Efe şöyle devam etti:

“Tecrit de zaten bireyin birey olarak varlığını iyice daraltarak kendi içine hapseden bir işkence sistemi. Sosyal, entellektüel ve fiziksel varlığını daraltan, duygusal ve algısal alanlarını kısıtlayan, bu anlamda da kendi içindeki yalnızlıkta yok etmeyi hedefleyen bir sistem ki İmralı’da kişiye özel bir tecrit uygulanıyor, askeri bir tecrit uygulanıyor. Bir adada bir izolasyon ve uzun yıllara dayalı aile ve avukat görüşü yasağı Abdullah Öcalan’a uygulanıyor.”

“İnsanları inançlarından şiddete dayalı yollarla vazgeçiremezsiniz”

Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyesi Birgit Hogefeld’in yaklaşık 20 yıl boyunca “beyaz hücre” denen tecrit hücresinde tutuklu bulunmasının ardından tahliye edilince verdiği bir röportajda “Bizi teslim alamadılar” dediğini hatırlatan Ümit Efe, “Dünyadaki bu örnekler bize gösteriyor ki, insanları inançlarından böyle şiddete dayalı yollarla vazgeçirebilmeniz mümkün değil” dedi.

“Hapsetmek, içeri atarak dışarıyla olan bağı kopartmak, içeridekiyle dışarıdaki arasındaki barışı kurabilecek sistemi tesis etmeden bunu uygulamak çok yanlış” şeklinde konuşan Ümit Efe, hapishaneden tahliye olan kişilerin de bu şiddet konseptinden çıktıktan sonra normal bir hayata devam etmelerinin önünde çok engel olduğunu, “intikamcı anlayışın” orada da devam ettiğini, beraat etmiş olsalar dahi işe alımlarının önünde engeller oluşturulduğunu, işe alındıklarındaysa yaftalanarak sorgulandıklarını ifade etti.

Ümit Efe, “Hapishane insani bir toplum için, demokrasi ve özgürlük için iyi bir cezalandırma sistemi değildir. İnsan hakları savunucuları olarak hapishanesiz bir dünya inşa edilmesi umuduyla bu tartışmaları yürütüyoruz” diye konuştu.