İstanbul Protokolü 22 yıldır işkence ile mücadeleye kılavuzluk ediyor
Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı İstanbul Protokolü’nün tarihini bugünkü ihtiyaçlarla hazırlanan yeni edisyonu ajansımıza anlattı.
ELİF AKGÜL
İstanbul- İşkence ve kötü muameleye karşı etkin mücadeleye katkı sağlama amacı ile 15 farklı ülkeden 40 örgütü temsil eden 75'ten fazla sağlık, hukuk ve insan hakları uzmanı üç yıllık çalışmayla 1999'da hazırladığı "İşkence ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için EI Kılavuzu" 22 yıl sonra güncellendi. Protokol tüm dünyada işkencenin önlenmesi, işkencenin tanımlanması ve etkili soruşturma yürütülmesi açısından büyük öneme sahip bir kılavuz.
Türkiyeli bilim insanlarının da yoğun girişim ve katkılarıyla İstanbul'da gerçekleştirilen toplantıda son halinin verildiği bu rehber, 2000 yılında Birleşmiş Milletler Belgesi olarak kabul edilmişti. Protokol, işkence iddiasıyla ilgili izlenmesi gereken hukuki ve tıbbi prosedürleri en ince ayrıntısına dek tanımlıyor.
Protokolün 51 ülkeden 180’den fazla işkenceyle mücadele uzmanının katkısıyla hazırlanan 2022 edisyonu Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın katılımıyla Cenevre’de düzenlenen toplantıda kamuoyuyla paylaşıldı.
Birçok örgüt yer aldı
İnsan Hakları için Hekimler (PHR), İşkence Mağdurları için Uluslararası Rehabilitasyon Konseyi (IRCT), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve REDRESS örgütlerinin temsilcilerinin yönettiği güncelleme çalışmasında, BM’nin dört temel işkence karşıtı organı olan İşkenceye Karşı Komite, İşkenceyi Önleme Alt Komitesi, İşkence Özel Raportörü ve Birleşmiş Milletler İşkence Mağdurları Gönüllü Fonu da yer aldı.
İstanbul Protokolü 2022 baskısındaki önemli güncellemeler ve ek kılavuz aşağıdakileri içeriyor:
- 20 yıllık uygulama ve içtihatlar ile işkencenin önlenmesi, hesap verebilirlik ve giderim hakkı için ilgili mekanizmaların güncellenmesi temelinde işkence ve kötü muamelenin tanımı ve kapsamına açıklık getirme. (Bölüm I)
- Çatışan yükümlülüklerin ele alınmasına ilişkin rehberlik de dahil olmak üzere, hukuk ve sağlık profesyonelleri için ilgili etik yükümlülüklere ilişkin güncellemeler. (Bölüm II)
- Hakimler, savcılar ve diğer aktörler için yeni kılavuzlar da dahil olmak üzere, işkence ve kötü muameleye ilişkin yasal soruşturmalara ilişkin en iyi uygulamalar. (Bölüm III)
- Fiziksel ve psikolojik kanıtların klinik değerlendirmelerine ilişkin güncellenmiş uygulamalar ile çocukların ve lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel ve interseks (LGBTİ) kişilerin değerlendirilmesine ilişkin yeni kılavuzların uygulanması. (Bölüm IV, V, VI)
- İşkence ve kötü muamelenin fiziksel ve psikolojik kanıtlarının yorumlanması konusunda açık ve tutarlı bir rehberlik uygulamak ve işkence olasılığına ilişkin bir sonuca varma yükümlülüğü. (Bölüm IV, V, VI)
- Devletlerin, işkencenin fiziksel veya psikolojik bulgularının olmaması nedeniyle failleri akladığı veya bağımsız, hükümet dışı klinisyen uzmanların yargı işlemlerinde de ifade vermelerini keyfi olarak diskalifiye ettiği durumlar gibi, İstanbul Protokolü'nün sınırlamalarını tanımlama ve kötüye kullanımını önlemek. (Bölüm IV)
- Yasal olmayan bağlamlarda işkence ve kötü muamelenin belgelenmesi konusunda klinisyenler için ek rehberlik uygulamak. (Bölüm VII
- Devletlerin, uluslararası aktörler ve sivil toplum üyeleri ile işbirliği içinde İstanbul Protokolü ve İlkelerini uygulamak için kapsamlı ve sürekli eylemde bulunma gereklilikleri. (Bölüm VIII)
Protokolün hazırlayıcılarından Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile işkencenin kapalı mekanlardan sokağa taşındığı, dünya genelinde devlet şiddetinin seviye atladığı, farklı toplumsal kesimlerin de öznel olarak işkencenin hedefine oturtulduğu bu dönemde protokolün geçmişini, önemini ve güncellemenin gerekliliğini konuştuk.
Hayatta kalanları da kapsayacak bir kılavuz
İstanbul Protokolü için ihtiyaç nasıl oluştu?
İşkencenin önlenmesinde neler yapılacağı, işkencenin nasıl görünür olacağı konusunda elimizde yeterli bir kılavuz yoktu. BM, 1980’lerin sonunda Minnesota Protokolü’nü yayınladı. Bu protokol yargısız infazlar, işkencede ölümler gibi ölümle sonuçlanan olaylarda nasıl bir süreç yürütülmesine ilişkin bir kılavuzdu aslında. Biz de birçok önemli işkenceyle ölüm iddiasında bu protokolden yararlandık. Ancak bu ölümle sonuçlanan olaylar içindi.
1996 yılında Adana’da İnsan Hakları ve Hekim Sorumluluğu toplantısı vardı. O toplantıya Minnesota Protokolü’nün yazarlarından adli patalog Gerry Peterson da katılmıştı. Yine İnsan Hakları İçin Hekimler örgütünden meslektaşlarımız da katılmıştı. Onlarla konuşurken bu protokolün ne kadar yol gösterici olduğunu, keşke hayatta kalanlar için de böyle bir kılavuz olması gerektiğin konuştuk. Ve çalışmaya başladık.
BM kılavuz olarak yayınladı
1996-1999 arasında, o dönem elektronik posta da yaygın değildi, yüklü dosyalar alınıp gönderilemiyordu, zaman zaman mektuplarla iletişim kurarak bu metni ortaya çıkardık. Metni inceltmek için İstanbul’da bir toplantı yaptık. O dönem15 ülkeden çeşitli örgütlerden 40-45 kişi toplandık. Ruhsal çalışma grubumuz, etik çalışma grubumuz, fiziksel muayeneye, aile ve hukuka dair ayrı çalışma gruplarımız vardı. Yazılmış metni toparladık ve bir kılavuz dönüştürdük. BM’ye sunulacak metnin son halini İstanbul’da verdik. 8 Mart 1000’da son noktayı koyduk ve Ağustos ayında BM bunu bir kılavuz olarak yayınladı.
“İşkence hukuki olduğu kadar tıbbi bir kavram da”
Pratikten bilhassa da Türkiye’deki uygulamalarından bahsettiğimizde bu protokolün özellikle işkencenin tespiti açısından önemi nedir?
Hukuki süreçlerin, etkili bir soruşturmanın nasıl yürütülmesi gerektiğine ilişkin bir bölüm var, bağımsız komisyonlarla araştırmanın önemine değinen, ülkelerin uymakla yükümlü olduğu sözleşmelerle ilgili bölümler var. Burada kılavuz devletlere sorumluluklarını hatırlatıyor, yol öneriyor. Bir de işin tıbbi boyu var, buna ilişkin etik ilkeler var. Bütün ülkelerin tıbbi birliklerinin onayıyla çıkmış etik bildirgeler var. Burada hekimin bir işkence iddiasında sorumluluğu nedir? Mahremiyeti nasıl koruması gerekir? İnsanlık onuruna nasıl özen göstermesi gerekir? Bütün bunlar tanımlanıyor. Fiziksel muayene ve ruhsal değerlendirme kısmı var ki bu çok önemli. Çünkü aslında bu protokol yayınlanana kadar ruhsal değerlendirme yapma alışkanlığımız yoktu. Dünyada bu yoktu. Oysa biliyoruz ki fiziksel belirtiler iyileşiyorlar, kayboluyorlar ya da hiç iz bırakmıyorlar ama ruhsal değerlendirmede bedende iz olmasa bile ruhunda mutlaka yaralanmayı tespit edebilme olanağımız oluyor. O nedenle ilk defa ruhsal değerlendirme bir kılavuza girmiş oldu. Bunun için kullanılabilecek tanı testleri tanımlandı.
Kişi neyle karşılaştığını anlatıyor, yakınmalarını söylüyor. Biz fiziksel ve ruhsal olarak muayene ediyoruz. Burada anlatılan öyküyle saptadıklarımız uyumlu mu diye bakıyoruz. Hukukçu buna nasıl karar verecek? O vücuttaki yaralanma hangi pozisyondayken nerede, ne tür bir aletle meydana gelmişi biz söylemezsek ve öyküde tanımladığı şekliyle uyumlu olup olmadığını söylemezsek, hukukçu bunun işkence olduğunu bilme olanağına sahip değil. Dolayısıyla işkencenin aslında hukuki bir kavram olmakla birlikte tıbbi bir tanı da olduğunu söyleyen bir protokol İstanbul Protokolü.
“Yenilikler var”
22 yıl sene sonra bu sene prtokol güncellendi. Güncellenme ihtiyacı nerden doğdu, güncellemede neler var?
Tıp zaten çok hızlı değişen ve yeni araştırma araçları ortaya çıkan bir alan. Dolayısıyla evet fizik muayenede öykünün alınmasında yani görüşme tekniklerinde belki büyük bir değişiklik olmadı ama tanı ve tanısal testler konusunda yenilikler vardı. Ayrıca hukuki olarak da birçok yeni sözleşme oldu. İşkencenin önlenmesi için ek protokol yayınlandı. Bu ek protokolle birlikte ulusal önleme mekanizmaları kurulması öngörüldü. Ulusal önleme mekanizmaları sahada inceleme yaparken nelere dikkat edecek? Bu kılavuz onun için çok işlevsel. Ama tabii tam olarak ona yanıt verebilecek durumda değildi. Dolayısıyla bu güncellemeler yapıldı.
Savaşlar çok arttı dünyada. Bu savaşlarda özellikle çocukların kullanılması, çocukların işkenceye maruz kalmasıyla çok sık karşı karşıya kalır olduk. Dolayısıyla çocukları eklemek gerekti. Homofobik yaklaşımlarla beraber LGBT+’ların işkence görme oranlarında ciddi bir artışla karşı karşıya kaldık. Bir de sahada çalışan, bir yandan mahremiyet ihlali yapmamaya, insanlık onuruna aykırı tutum almamaya çalışırken bir yandan da idarecilerle, siyasi otoritelerle, devlet organlarıyla sorun yaşamak durumunda kalan gönüllülerin korunmasına dair birtakım adımlar tanımlandı. Çünkü çok fazla bu tür durumlarla karşı karşıya kaldık. Özellikle yol tanımlandıktan sonra o yola uyanlar baskılara maruz kaldılar. O baskılarla başa çıkma yöntemleri ve devletlere bunu nasıl uygulayabileceklerine dair de bir yol haritası çıkardık.
“İşkence artık göz önünde”
Protokol bu bağlamda kimi hedefliyor, kimler için uygulamaları, yararlanmalı?
1990’larda işkence daha çok kapalı mekanlarda, gözaltı merkezlerinde, hapishanelerde yani göz önünde olmayan bir biçimde uygulanıyordu. Ancak kılavuzun yayınlanmasından sonra tanıyla ilgili başarılı adımlar oldukça, bu kapalı ortamlarda işkence uygulamalarından daha farklı bir yönteme doğru geçiş olduğunu gördük. Özellikle de demokratik hakların kullanımında, sokakta işkenceyle karşı karşıya kalmaya başladık. 2010’larla birlikte dünyanın her yerinde hak arayışı yükselirken devletler de bu hak arayışını bastırma adına şiddet uygulamaya başladılar. Ama bu şiddet “polisin müdahalesi”, “aşırı güç kullanımı” gibi tanımlamalarla karşımıza çıkıyor. Oysa bunlar aşırı güç kullanımı değildir. Örneğin bu seneki İstanbul'daki Suruç anmasında polisler etrafını tamamen çevirdiği bir avuç insanın fotoğrafı var. Ve polis şiddet uyguluyor. Şimdi bu aşırı güç kullanımı mı? Hayır. Bu açıkça işkence. Güncelleme için işte bu tür gereksinimler de oldu.
Bu süreçte devletlerin yapılarında da yapılanmalarında da daha otoriteryan bir yaklaşımla karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Mesela sağlık kurumlarında hekimlerin kelepçeli muayeneye zorlanması, kolluk görevlilerinin muayene sırasında bulunma ısrarı ve hekimlerin bununla başa çıkma konusunda yaşadığı zorluklar da bu protokolün öneminin arttırıyor.
“Bu protokol herkes için”
Bu protokol kimler için sorusuna gelirsek. Aslında herkes için bu protokol. Etkili soruşturma anlamında hukukçular için, etkili bir soruşturmanın yürütülüp yürütülmediğinin belgelenmesi açısından insan hakları savunucuları için. Tabii ki tüm sağlık çalışanları için.. O yüzden olabildiğince de sade bir dille ve herkesin kullanabileceği, anlayabileceği bir dille yazılmaya gayret edildi. Sahadaki herkes için diyebiliriz bunu. Şöyle örnek vereyim. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'yla birlikte çalışan avukat arkadaşlarımızdan biri. Son dönemde özellikle cezaevlerine girme olanağımız yok bizim malum. Eskiden gözlem için insan hakları savunucuları ya da hekim olarak girerdik lakin artık izin yok. Ama avukatlar gidiyorlar. İşkence gördüğü iddia eden bir kişiyle görüşme olanağı oldu. Özellikle kişinin avukatları talepte bulundu. Ziyaret öncesinde avukatlarımızla nelere bakılması gerektiği, nasıl kaydetmesi gerektiği konusunda çalıştık. Ve avukat inanılmaz iyi bir belgeleme çıkarttı. Biz o belgeleme üzerinden bir rapor hazırladık. Çok başarılıydı. Tıbbi belirtiler ve bulgulardan söz ediyorum burada. Dolayısıyla bir avukat da gözlediğini kayıt altına aldığında bizim için o bir belge ve bunu tıbbi bir dile dönüştürebilmek mümkün.
Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında
TTB Merkez Konsey Başkanı, Adli Tıp Uzmanı, Prof. Dr., Barış Akademisyeni, TİHV başkanı, IRCT ve PHR danışma kurulu üyesi. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, adli tıp, işkencenin saptanması ve rehabilitasyonu alanlarında, dünyaca tanınmış bir uzman.
Birleşmiş Milletler'in işkencenin saptanmasında uluslararası standart kılavuz olarak kabul ettiği İstanbul Protokolü’nün oluşturucularından.
Aynı zamanda Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin kurucu üyesi olan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 1996'da Birleşmiş Milletler Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi adına, Bosna'daki toplu mezarlardan çıkarılan cesetlerin otopsi çalışmalarında yer aldı. 2000'de, İnsan Hakları İçin Hekimler'in Güney Afrika'daki uluslararası çalışmasında, 2002'de Dünya Sağlık Örgütü'nün Kadına Yönelik Cinsel Şiddet Araştırması ve El Kitabı çalışmalarında, çeşitli ülkelerde İstanbul Protokolü'nün uygulanması eğitimlerinde yer aldı.