Yapımcı Fatoş Stêrk: Belgeseller Kürtlerin hafızasını oluşturuyor

“Kürdistan'da Sis ve Gece” belgeselinin yapımcısı Fatoş Stêrk, Kürtlerin yaşadıkları göç, katliam ve savaş gerçekliğine dikkat çekerek, belgesel çalışmaları ile bir hafıza ve bellek oluşturduklarını söyledi.

ARJÎN DİLEK ÖNCEL

Amed - Yaşamın her alanında kendini dayatan ataerkil bir anlayış var. Bu anlayış sinema sektöründe de karşımıza çıkıyor. Erkeklerin ele geçirmeye çalıştığı sinema sektöründe kameralar kadını bir meta, cinsel bir obje olarak gösteriyor.

Tarih boyunca sinemada kadınlar beyazperdeye; cinsel bir nesne ya da anne gibi rollerle temsil edildi.

“Televizyon ve Filmlerde Kadınlar Merkezi” internet sitesinin 2016 yılında yaptığı bir araştırma bu gerçeği gözler önüne serdi. Araştırmada en çok hasılat yapan 100 filmi incelendi. Bu incelemeye göre, sinemada yer alan karakterlerin sadece yüzde 29’unu kadınlar temsil ediyor. En az bir kadın yönetmen ya da yazarın çalıştığı filmlerde yüzde 57 kadın oyuncu yer alırken, erkek yönetmen ve yazarların çalıştığı filmlerde yüzde 18 kadın oyuncu bulunuyor.

Bu gerçeklik beyazperdede erkek bakış açısını izletirken, tarih artık bu anlayışa kameraları ile karşı duran kadın sinemacıları yazıyor.

7-14 Aralık tarihleri arasında düzenlenen 3. Amed Film Festivali’nde kadın yönetmenler, 40 filmle festivale damgasını vurdu. Kürdistan’ın 4 parçası, Türkiye ve Diasporadan kadın yönetmenler, farklı konularla festivalde yerlerini aldı.

Kürdistan'da Sis ve Gece

Yapımcı Fatoş Stêrk “Kürdistan'da Sis ve Gece” (Li Kurdistanê Mij û Şev e) belgeseli ile festivale katıldı. Belgeselin yönetmenliğini ise Şilan Saadî üstlendi.

Belgesel, DAİŞ saldırısında Şengal’den kaçıp önce Amed’e buradan da Mêrdîn’e göç eden 7 Ezidi kız çocuğunu konu alıyor. Belgesel Kürtçe olup 85 dakika uzunluğunda.

Belgeselin yapımcısı Fatoş Stêrk ile Kürtlerin hafızası olarak belgeselin önemini ve sinemada kadını konuştuk.

‘Kayyım politikaları olumsuz etkiledi’

Fatoş Stêrk, Amed’de yapılan sanatsal etkinliklerin önemine değinerek konuşmasına başladı. 7 gün süren festivalin heyecanlı, coşkulu ve verimli geçtiğini ifade eden Fatoş Stêrk, bölgede kayyım politikaları nedeniyle sanatın olumsuz etkilendiğini belirtti. Fatoş Stêrk, “Kayyım politikaları doğrudan siyaset ile ilişkili olmuyor, her alana sirayet ediyor, en fazla sirayet ettiği yerlerden biri de sanat. Özgürlüğün olmadığı baskının ve zorluğun olduğu bir yerde sanatçılar bağımsız üretim yapamazlar. Üretimlerini sergileyecek bir alan da bulamazlar. O nedenle bu festivalin bu süreçte yapılıyor olması çok kıymetli” dedi.

Festivallerin kadınları bir araya getiren bir yönünün de olduğunu söyleyen Fatoş Stêrk, “Festivale birçok bölgeden sinemacılar katıldı. 4 parça Kürdistan’dan, Diaspora’dan gelen sanatçılarla neler yapabileceğimizi, ortak yaptığımız işleri konuşma, tartışma fırsatı bulduk. Bu biraz da bizi bir araya getiren alan haline geldi” diye belirtti.

Kadın sinemacıların sayısı dikkat çekiyor

Fatoş Stêrk, festivalin dikkat çeken bir diğer yanının diğer festivallere göre kadınların daha fazla görünür olduğunu ifade etti. “Genelde çok fazla erkek yönetmen ve yapımcıların olduğu festivaller görüyorduk ama bu festivalde daha çok kadınların eserleri var” diyen Fatoş Stêrk, “Ben kadını sinemada şöyle değerlendiriyorum; bu bir görünmeme hali değil, eskiden de kadınlar bu sektörde yer aldı. Ancak bu isimler unutturulmak istendi” dedi.

Lois Weber ve Alice Guy-Blaché’y gibi isimleri anan Fatoş Stêrk, bu isimlerin sinemanın öncü kadınları olduğuna dikkat çekti.

Fatoş Stêrk, sinema sektörünün yıllarca erkeklerle anılmasını da şöyle açıkladı: “Sinema tarihini yazan erkek tarihçiler tarafından bu kadınların isimleri bir şekilde yok edildi. Unutuldu, unutturulmak istenildi. Sinema yıllardır erkeklerin elinde bir alet gibi kullanılıyor. Bir araç olarak kullanıldı, kadını bu alanda dışarıda bırakmak istediler. Oysa ilk sinemanın kurulduğu yıllarda da bu işin temellerini atan kadınlardı. Sovyet sinemasında en iyi kurgucular kadınlardı. Bunlar bilerek konuşulmuyor. Çünkü kadınların sinemaya dahil edilmesini istemiyorlar. Çünkü kadının sanatı ne kadar ileriye taşıyabileceklerini biliyorlar.”

‘Kadınlar mücadeleden vazgeçmedi’

“Fakat kadınlar bu mücadeleden vazgeçmedi” diyen Fatoş Stêrk, “Gün geçtikçe kadın sinemacıların sayısı arttı, artacak da. Bizim yaptığımız film ekibinin tamamı kadın ve bu kadınlar Kürdistan’ın 4 farklı parçasından. Bu yaptığımız belgesel bizi bir araya getirmiş oldu. Farklı bölgelerde yaşayan o Kürt kadınların birbirini bulmasını sağladı. Ben beraber film yaptığım kadın arkadaşım ile yine bir festivalde tanışmıştım. O nedenle bu festivalin önemine çok fazla vurgu yapıyorum” şeklinde konuştu.

‘Bir bellek oluşturuyoruz’

Sinemanın Kürtler için ayrı bir öneminin olduğunu vurgulayan Fatoş Stêrk, “Sinemanın bir hafıza, bellek olduğunu düşünürsek, 1990’lar sinemasını izlediğimizde belli başlı metaforlar ile karşılaşıyoruz. Sınır, göç, savaş ve faili meçhuller gibi kavramlar üzerinden şekillenen bir anlatım var. 2000’ler sinemasında da aynı şeyler var ama belki 90’lardan farklı olarak daha az faili meçhul hikayeler var.

2015 sonrası ise bambaşka bir süreç yaşandı. Korkunç şeylere tanık olduk. Tüm şehirler yıkıldı. O sürecin belleğinin tutulduğu filmler de var. Biz bugün 2025’den 2015’e dönüp baktığımızda o günleri görüyoruz. Bir toplumsal hafıza, toplumsal bir kültür yaratabileceğimiz için, geri dönüp bakmak unutmamak, unutturmamak için de sinema çok kıymetli. Kurmaca, belgesel, uzun ya da kısa olması hiç farketmiyor. Bazen küçük bir hikaye bile birçok şey anlatıyor. Bu anlamda sinema yalnız değil, görsel sanatların etkisi çok önemli. Bunu Almanlar, Sovyetler çok iyi yaptılar, sinemada o hafızayı çok iyi oluşturdular” ifadelerini kullandı.

Katliam ve göç

“Kürdistan'da Sis ve Gece” belgeselini de anlatan Fatoş Stêrk, “Belgeselimiz 7 Ezidi kız çocuğunun hikayesini anlatıyor. Kız çocukları Şengal’den DAİŞ’in elinden kaçarak, aileleri ile birlikte bir yolculuğa çıkıyorlar. Oradan Bakur Kürdistanı’na geliyorlar. Fidanlık Kampı’na yerleşti bu çocuklar. İlk çekimler orada başladı. 7 çocukla sinema atölyeleri yapmaya başladık. Daha sonra kamp boşaltıldı ve Midyat’a AFAD’ın kampına gönderildiler. Orası bir toplama kampı gibiydi, onlar için ayrı bir alan oluşturulmadı.

Ezidiler Şengal Katliamı’nda Arap olan komşularının da kendilerine saldırdıklarını anlatmıştı, bu onlar için bir travmaya dönüşmüştü. Yan çadırlarında Arapların kalıyor olması travmalarını tetiklemişti. Belediyenin kampında dışarı çıkıp gelebiliyorlardı. Ama AFAD kampında tecrit edildiler. Onlar dışarı çıkamadı, biz de o kampa giremedik.”

7 Ezidi çocuk kendi hikayesini anlatıyor

Kampa giremedikleri için Ezidi çocuklara birer kamera vererek içeriden görüntü almalarını istediklerini söyleyen Fatoş Stêrk, “Daha sonra bu 7 kız çocuğu ayrı tarihlerde Almanya’ya gitti. Almanya’ya giderek o yolculuk bitecek gibi duruyordu ama bizim belgeselin bittiğine inanmıyorum. O 7 kız çocuğu gitti yeni bir hikaye başladı ve bu hikaye devam ediyor. Yine mülteciler ve topraklarına dönemediler. Hala hepsinin en büyük hayali bir gün Laleş’e geri dönmek. Bu belgeselin çekimi tam 10 yıl sürdü” diye belirtti.

4 parça Kürdistan’da yaşayan sinemacıların bir araya gelebilmelerinin Kürt birliği açısından da önemine vurgu yapan Fatoş Stêrk, “Bizi geleceğe götürecek olan da bir arada olmaktır” dedi.

Fatoş Stêrk, yeni bir belgesel çalışması hazırlığında. Belgesel, Kürdistan’da zırhlı araçların çarpması sonucu katledilen Kürt çocuklarını konu alıyor.

Fatoş Stêrk kimdir?

2017 yılında Marmara Üniversitesi Sinema ve TV bölümünden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında televizyon ve gazetelerde çalıştı. Yıllarca Kürt film günlerinin gösteriminde moderatör olarak yer aldı. İki uzun, dört kısa filmde oyunculuk yaptı. 2020 yılında ‘Temaşe’ adlı Kürtçe sinema dergisine yazmaya başladı. Aynı sene “Podcastkurdi” adlı ilk Kürtçe podcast kanalında “Kadraja Kurdi” adlı bir programı hazırlayıp sundu. Programda, sinema tarihi ve sinema kuramlarını arşiv oluşturacak nitelikte hazırladı. Ayrıca pek çok misafir konuk alıp güncel sinema hakkında podcast serileri yaptı. Bir süre İskoçya’da dil eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye geri döndü.