Tunus’ta kadın katliamlarında artış: Kadınlardan özel yasa çağrısı

Tunus’ta kadınlara yönelik şiddet ve kadın katliamları endişe verici boyutlara ulaşırken, kadın ve insan hakları örgütleri, kadın katliamlarının özel bir suç olarak tanınması ve caydırıcı cezalar öngören bir yasanın çıkarılması için çağrılar yapıyor.

Tunus- Tunus’ta kadın katliamlarında endişe verici bir artış yaşanırken, kadın hakları savunucuları ve insan hakları çevreleri bu suçları açıkça kriminalize edecek ve kadınların yaşam hakkını güvence altına alacak özel bir yasanın çıkarılması çağrısında bulunuyor.

Tunus, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edilişinin dünya çapında anıldığı günü, kadınların ve feminist hareketin derin bir kriz yaşadığı, beyannamede güvence altına alınan ve Tunus’un taraf olduğu birçok insan hakları sözleşmesiyle uygulanması zorunlu olan hakların gerilediği bir ortamda karşıladı. Bugün kadın örgütleri; kadın katliamlarını ve şiddeti durdurmak, tutuklu kadınların serbest bırakılmasını sağlamak, hayatta kalanlara güvenli bir yaşam sunmak ve işten mahrum bırakılan, işsizlik oranları giderek artan kadınların yoksullaştırılmasına karşı mücadele ediyor.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin üçüncü maddesi, yaşam hakkının her insan için asli bir hak olduğunu ve hiçbir kişi ya da merciin bu hakka dokunamayacağını veya herhangi bir insanı bundan mahrum bırakamayacağını vurguluyor.

Kampanyanın sonu, şiddetin sonu değil

Kadına yönelik şiddetle mücadele için yürütülen Birleşmiş Milletler kampanyası sona ererken, Tunuslu kadın hakları savunucuları ülkede kadınlara yönelik şiddetin artmasından dolayı öfkelerini dile getirdi. Aile ve Kadın Bakanlığı verilerine göre, kaydedilen vakaların yüzde 80’ini evli olduğu erkek tarafından şiddete maruz kalma durumu. Bunun yanı sıra, her beş kadından dördünün maruz kaldığı dijital şiddet dahil olmak üzere farklı şiddet türlerinde de ciddi bir artış söz konusu.

Sivil toplum kuruluşlarının verilerine göre ise bir yıl içinde 27 kadın katledildi; bu kadınların çoğu eş, baba ya da erkek kardeş gibi erkekler tarafından katledildi. Feminist hareketler bu çarpıcı artışı, cezasızlık ve hesap verilebilirliğin yokluğu ile birlikte, kadınları kasıtlı ve planlı şekilde hedef alan suçlara karşı 2017 tarihli 58 sayılı yasanın etkin biçimde uygulanmamasının doğrudan sonucu olarak değerlendiriyor.

Tunus’ta sivil toplum, kadın katliamlarının şiddetle mücadele yasasında açıkça tanımlanması ya da bu suçlara özel bir yasanın çıkarılması için mücadelesini sürdürüyor. Bu girişimler, 2021 yılında Refka Şarni’nin güvenlik görevlisi olan evli olduğu erkek tarafından hizmet silahıyla katledilmesinin ardından başladı. Fail ilk etapta yalnızca 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı; ancak kadınların ve sivil toplum baskısı sonucunda ceza 40 yıla çıkarıldı. Bu karar, insan hakları örgütleri tarafından “Refka için adalet” olarak değerlendirildi.

Kadın hareketleri ve hak örgütleri, kadın katliamlarına ilişkin çıkarılacak özel bir yasada cezanın “en az 20 yıl” olması gerektiğini savunarak, bunun caydırıcılık ve mağdurların adaletinin sağlanması açısından zorunlu olduğunu vurguluyor.

Cezasızlığa karşı kadın mücadelesi

“Haklar ve Özgürlükler için Kesişim” Derneği üyesi ve insan hakları savunucusu Mey el-Abidi, Tunus’ta 2023 yılında 23 kadının, bir önceki yıl 25 kadının katledildiğini; bu yıl ise sayının 27’ye yükseldiğini belirtti. Bunun, toplumsal cinsiyete dayalı bu suçların tehlikeli bir biçimde arttığını gösterdiğini ifade etti.

Mey el-Abidi, bu durumun kadın katliamlarıyla mücadelede açık bir ulusal stratejinin bulunmadığını ortaya koyduğunu; bu suçların özel suçlar olarak tanınmayıp sıradan cinayetler gibi ele alındığını söyledi. Ayrıca, kadınların çoğunun katledilmeden önce şikayette bulunduğunu, ancak yetkili mercilerin sessizliği ve ilgisizliğiyle karşılaştıklarını dile getirdi.

“Kanun çekmecede, kadınlar mezarda” sloganının 58 sayılı yasanın uygulanmamasını özetlediğini belirten Mey el-Abidi, bu ihmalkarlığın trajik rakamları açıkladığını vurguladı.

Sorunun Tunus’ta yasa eksikliği değil, yasaların uygulanmaması olduğunu söyleyen Mey el-Abidi; uzun mücadeleler sonucu kazanılan güçlü bir hukuki altyapının bulunduğunu, ancak bunun hayata geçirilmediğini ifade etti. Kadın örgütlerinin baskı ve karalama kampanyalarına rağmen şiddet gören kadınlara psikolojik ve hukuki destek sunduğunu, hatta barınma sağladığını; ancak bu faaliyetlerin sık sık engellendiğini ve askıya alındığını, bunun da kadınların ücretsiz destek alma hakkını gasp ettiğini belirtti.

Şiddetle mücadele aileden başlar

Psikoloji doktoru Suad Receb, kadın cinayetlerinin yalnızca Tunus’a özgü bir olgu olmadığını, küresel bir sorun olduğunu belirtti. Meksika’da her gün 10, Güney Afrika’da ise 15 kadının katledildiğini ve bu nedenle kadın katliamlarının “ulusal felaket” ilan edildiğini hatırlattı.

Tunus’ta ise her yıl yaklaşık 25 ya da biraz daha fazla kadının katledildiğini ifade eden Suad Receb, şiddetin çocuklukta aile içinde öğrenildiğini ve bu nedenle ailenin en büyük sorumluluğu taşıdığını söyledi. Yirmi yıl önce yaptığı bir araştırmada, Tunus’taki çocukların yüzde 80’inden fazlasının sosyal sınıf farkı gözetmeksizin şiddete maruz kaldığını; UNICEF’in bir çalışmasının ise çocukların yüzde 93’ünün şiddet gördüğünü ortaya koyduğunu belirtti. Bunun da depresyonla boğuşan ya da şiddete ve katliama meyilli bir nesil yarattığını vurgulayarak, “Çözüm yasalardan önce ailede başlar” dedi.

Yasaların önemine rağmen, kadınlara yönelik şiddeti normalleştiren ataerkil bir toplumsal yapı içinde yetersiz kaldığını söyleyen Suad Receb, şiddetle mücadeleyle görevli bazı güvenlik birimlerinin kadınların şikayetlerini soğuklukla ya da gerekçelendirerek ele aldığını, hatta “kendine dikkat et, sabret” gibi sözlerle kadınları tekrar evlerine gönderdiğini ve bunun onları daha büyük bir tehlikeye attığını eleştirdi.

Suad Receb, hukukun ancak etkin uygulanması ve cezaların ağırlaştırılmasıyla caydırıcı olabileceğini belirterek, hafif cezaların şiddeti teşvik ettiğini ve normalleştirdiğini söyledi. “Şiddet uygulayan erkek hasta bir kişidir ve iyileşmez; tedavisi ondan uzaklaşmak ve onu yargılamaktır” diyen Suad Receb, şiddet karşısında sessiz kalmanın onu meşrulaştırmak ve teşvik etmek anlamına geldiğini, “şiddetin er ya da geç ona sessiz kalan herkese geri dönen bir döngü olduğunu” vurguladı.