Tülay Hatimoğulları: Barış, tüm Türkiye’nin ortak meselesidir

Meclis grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, asrın çağrısına dikkat çekerek, “Başta ana muhalefet partisi olmak üzere, tüm muhalefete sesleniyorum: Barış, tüm Türkiye’nin ortak meselesidir” dedi.

Ankara- Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin haftalık Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Dünya ve Ortadoğu’daki gelişmelere dikkat çeken Hatimoğulları, ticarete dayalı gerilimlerin "ticaret savaşlarına" dönüştüğünü belirterek, bu sürecin İran merkezli krizlerle birlikte bölgesel savaş riskini ciddi biçimde artırdığını ifade etti.

ABD Başkanı Trump’ın vergi tariflerine de işaret eden Tülay Hatimoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu artık dünya ölçeğinde teknoloji ticaret ve jeopolitik güç savaşları olmuş durumdadır. Bu güç savaşlarının tek bir amacı var emperyalistlerin güç savaşlarını daha da geliştirmek derinleştirmek ve yeni bir sistemi bunun üzerinden inşa etmek. Vergi artık güç savaşlarının bir enstrümanı haline geldi. Çin başta olmak üzere birçok ülke buna karşılık veriyor. Bizim yaklaşımımız bu konuda nettir. Vergi hem Türkiye’de hem de dünyada yurttaşın halkların insanlarımızın belini büken noktadan derhal çıkarılmalıdır. Adaleti ve refahı gözeten bir sisteme bağlanmalıdır.

Öte yandan Avrupa’ya baktığımızda, kurallar ve değerler sisteminin zayıfladığı, gücünü savunmaya ve silahlanmaya ayıran bir rotaya girdiğini hep beraber görebiliyoruz. Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve insan haklarının yok sayıldığı bir dünya dayatılmaktadır bizlere, dünya halklarına.

Ortadoğu’ya dönecek olursak, savaş ve çatışmaların zemin kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Stockholm Barış Enstitüsü’nün son verilerine göre, 2020-2024 arasında dünya genelinde yapılan silah ithalatının yüzde 27’si Ortadoğu’dadır. Bu bize şunu göstermektedir: Ortadoğu’da çok daha ciddi savaşların ve çatışmaların zemini hazırlanıyor.

Bu tablonun tam ortasında ise İran yer almaktadır. Olası bir savaş halinin İran’a kaydığını tespit etmek mümkündür. Enerji ve petrol gibi devasa ekonomik alanları etkileyen Irak, Yemen ve Suriye gibi kırılgan ülkelerde etkili olan İran, halkların taleplerine mutlaka ama mutlaka kulak vermelidir.

İran, Kürtleri, Beluçları ve kadınları yok sayarak hiçbir yere varamaz

İran, Kürtleri, Beluçları ve kadınları yok sayarak hiçbir yere varamaz. Komşu ülkeler, bu gelişmeleri gören bir yerden, İran ile ilgili politikalarında yangına körükle gitmek yerine; İran’ı aklıselim bir politika yürütmeye, oradaki halkların, kadınların ve özgürlük, demokrasi, eşitlik isteyen bütün kesimlerin sesine kulak vermesi konusunda teşvik etmelidir.

Suriye’de halklar ve inançlar yok sayılıyor. Geçici hükümet kuruluyor, 5 yıllık bir anayasa hazırlanıyor ama bu anayasada ne yazık ki Suriye’de yaşayan farklı halklar ve inançlar yok; Kürtler yok, Aleviler yok. Bu anayasada kadınlar yok.

 Ve ben buradan bir kez daha altını çizmek istiyorum: Alevi katliamı Suriye’de devam ediyor. Lazkiye’de ve kıyı şeridinde yaşayan Suriyeli ve Arap Alevilerin üzerindeki katliam, kimilerine göre bitti, kimilerine göre azaldı dense de gerçekler öyle değil; oradan bizlere gelen haberler öyle değil.

Aleviler orada ciddi bir biçimde sistematik bir katliama maruz bırakılmış, yerinden, yurdundan, topraklarından edilmeye devam ediliyor. Ve burada, HTŞ ile iletişim içinde olan başta Türkiye hükûmeti olmak üzere bütün hükûmetlere, bu ilişkiyi sürdüren bütün kesimlere buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz: Alevi katliamının son bulması için herkes gerekli girişimleri yapmak durumundadır.

Asrın çağrısında Türkiye iyi bir sınav vermedi

 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı asrın çağrısından bu yana geçen sürede, ne yazık ki Türkiye’de demokrasi adına bırakın olumlu bir adım atılmasını, daha iç karartıcı bir tablo ile karşı karşıyayız. İktidar bu süreçte iyi bir sınav vermedi.

 Tarihi çağrı bir metinden ibaret değildi. Bunu her fırsatta söyledik. Bu tarihi çağrı, Türkiye'de yaşayan 85 milyon yurttaşımızın adil, demokratik bir toplumda yaşaması için yapılmış bir çağrıdır ve bu, demokratik toplumun dönüşüm davetidir.

Ama iktidar bu çağrının ruhunu yok saydıkça, gereğini yapmadıkça ülkede demokratikleşmenin yolu açılamaz. Hakkı, hukuku yok sayan hiçbir politika meşru değildir. Demokrasi karşıtıdır, topluma zarar verir, barışa hizmet etmez. Bu ülkede sahici bir barış olacaksa, bu ancak demokratik bir dönüşümle mümkündür. Barış, demokrasiyle olur. Bunun altını bizler her fırsatta çizmeye devam edeceğiz. Unutmayalım, bu süreçte atılacak önemli adımlar vardır. Bu adımlarda en önemli sorumluluk devlete ve iktidara düşmektedir. Doğru, ama aynı zamanda bu talepler etrafında örgütlenen bütün kesimlere, yani hepimize, yani alanları ve meydanları dolduran gençlere, kadınlara, toplumsal muhalefetin öncüsü olan bütün kesimlere de görev ve sorumluluk düşmektedir. Bizler elimizi taşın altına koyarsak, bu ülkede ciddi bir değişim ve dönüşümü hep birlikte inşa edebiliriz.

Kadınlar barışta ısrarcı

Sevgili kadınlar, barış bizim için çok önemlidir. En temel gündemlerimizden birisidir. Savaşları çıkaran erkek egemen zihniyete karşı biz kadınlar, barışta ısrarcıyız. Savaşın yarattığı şiddet, taciz, tecavüz, yoksulluk, işsizlik ve sömürü en derinden biz kadınlar yaşıyoruz.

Bakın, savaşın en ağır bedelini biz kadınlar, ruhumuzda, tenimizde, bedenimizde hissediyoruz. Yakın zamanda çıkan savaşlarda Êzidî kadınların çeteler tarafından nasıl kaçırıldığını, küçük Êzidî kız çocuklarının nasıl kaçırıldığını ve Ankara'nın göbeğinde dahi onların satıldığını gayet iyi biliyoruz. Şimdi aynı uygulama, Suriye’de Arap Alevi kadınlar üzerinden gerçekleşiyor. Arap Alevi kadınlar, kız çocukları, küçük yaştaki çocuklar kaçırılıyor ve bizler büyük bir utancı hep birlikte görüyoruz. 21. yüzyılda, kız çocukları ve kadınlar adeta köle pazarında satılır gibi satılıyorlar. İşte biz o yüzden savaşın bütün negatifliğini, bedenimizde, tenimizde, ruhumuzda hissediyoruz. Kadınlar, savaşın karşısında barıştan yana, şiddetin ve yıkımın karşısında yaşamdan yana. Bizler bunun için mücadele ettik, bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz. Jin, Jiyan, Azadî şiarı, bütün coğrafyamızda hayat bulana dek mücadele etmeye devam edeceğiz.

10 binlerce barış gönüllüsüyle tek tek ev ziyaretlerine başladık

Ekim’de başlayan ve 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın tarihi çağrısı ile taçlanan barış ve demokratik süreci üzerinden tam 6 ay geçti. Bu 6 ay boyunca bir gün bile yerimizde durmadık. Asya’dan Okyanusya’ya, oradan Avrupa’ya kadar dünyanın bir yanını dolaştık. Her yerde heyetlerimiz bu süreci dünya ülkeleriyle paylaştı. Birçok ülkenin temsilcisiyle, elçilikleri ve kurumlarıyla bir araya geldik. Heyetlerimizle bu süreci anlattık ve çözümü tartıştık. Türkiye’nin dört bir yanında, il il, ilçe ilçe dolaştık. Halklarımızla barışı konuştuk. 100 bine yakın yurttaşımızla barış için açık ve şeffaf bir şekilde toplantılar gerçekleştirdik. Şimdi 10 binlerce barış gönüllüsüyle tek tek ev ziyaretlerine başladık. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında, 10 binin üzerinde barış elçisiyle, arkadaşlarımız ve yoldaşlarımızla tek tek evleri ziyarete başladık. Yetişemediğimiz yerlere milyonlarca mektup yollayacağız. Online toplantılar yapacağız.

 Bugüne kadar yaptığımız onca çalışmanın bize gösterdiği tek gerçeklik var ki o da toplum barış istiyor, halk barış istiyor. Herkes buna hazır. Barışı esnetin, uzatın yaklaşımına da toplum karşı. Barış istiyoruz, acil ve hemen diyorlar. Geçtiğimiz her yer, konuştuğumuz herkes bu süreci canı gönülden destekliyor. En son Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile DEM Parti İmralı Heyetimiz bir görüşme gerçekleştirdi. Daha önce de kamuoyu ile paylaşıldığı gibi görüşme olumlu geçti. Heyetimiz, toplumun kafasındaki soru işaretlerini, gözlemlerimizi ve önerilerimizi Sayın Erdoğan’a aktardı. Beklenti, bu görüşmenin barış sürecine hız kazandırması ve çözümün kapısının aralanmasıdır. Elimizde büyük bir fırsat var; tarih yapma ve tarihe geçme fırsatı.

Ama açık konuşalım ki, aradan 2 ay geçmesine rağmen çağrıya denk düşen bir adım ve iradeyi henüz göremedik. Toplum net konuşuyor, son derece makul konuşuyor, son derece rasyonel ifade ediyor. Diyor ki: İktidar neden adım atmıyor? Bu süreç neden tek taraflı ilerliyor? Bir oyalama mı var? Biz de buradan yürütme erkine soruyoruz: Tecrit sürerken, bir tek somut adım atılmazken, tam tersine her gün yeni anti-demokratik uygulamalar devreye girerken, kayyımlar devam ederken, sizce biz bu yurttaşlara ne cevap verelim? Sayın Öcalan’ın çalışma ve iletişim özgürlüğünün sağlanmasıyla, mesela Meclis’in silahsızlandırma süreci için bir yasa çıkarmasıyla, örneğin demokratik dönüşüm ve barış teklifinin hazırlanmasıyla, bu kanunu Meclis’ten hep beraber çıkarmakla.

Kayyım, çocuklar için açılan kreşi neden kapattı?

Muhalefet bugün, bu sürece destek veren ve çözümden yana duran bir noktadadır. Bu, tarihi bir öneme sahiptir. İlk kez barış Türkiye’de gündeme geldiği zaman, muhalefetten bu kadar ciddi ve önemli bir destek geliyor. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere, tüm muhalefete sesleniyorum: Barış, tüm Türkiye’nin ortak meselesidir. Ne olursa olsun, barış ve çözüme dört elle sarılmaktan vazgeçmeyin. Değinmek istediğim bir diğer nokta ise şudur: Çözüm ve barışı konuşuyoruz diye, kayyım uygulamalarını unuttuğumuzu kimse sanmasın. Van için soruyorum: kayyım, çocuklar için açılan kreşi kapattı. Neden?”