‘Toplumun katıldığı demokratik anayasa sürecine ihtiyacımız var’
“Demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa” panelinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Toplumun katılımcı olduğu bir demokratik anayasa yapım sürecine ihtiyacımız var" dedi.
Hatay- Hatay Evvel Temmuz Kültür ve Sanat Festivali kapsamında yapılan “Demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa” panelinde konuşan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Demokratik anayasa demek daha doğrusu Anayasa demek en geniş yelpazedeki mutabakat metnidir” dedi.
‘Zengin sınıfı kendisini korumak istiyor’
Dünyanın 2008 yılından itibaren çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldığını söyleyen Tülay Hatimoğulları, bu ekonomik krizlerin aslında ekonomik kriz olmadığını, sermayenin, zengin sınıf burjuvazinin krizi olduğunu kaydetti. Tülay Hatimoğulları, “Direk bunun adını iktisatçılar iktisadi kriz olarak tanımlarlar. Bunun faturasını ne yazık ki tarih boyunca 1’inci Dünya Savaşı'na neden olan derin ekonomik buhran, 2. Dünya Savaşı'na neden olan derin ekonomik buhran ve bunun faturası işçilere, emekçilere, yani dünyadaki en yoksul, en geniş kitlelere kesilmiştir bugüne kadar. Şimdi içinden geçilen bu ekonomik kriz o kadar büyük ekonomik kriz ki, o kadar çoklu bir kriz ki, şimdi üçüncü dünya savaşı tartışmalarının en temel nedeninin burada yattığını çok iyi biliyoruz. Buradan analiz etmeliyiz. Bugün, özellikle Avrupa başta olmak üzere sağcı, ırkçı, erkek egemen, milliyetçi akımların güçlenmesi; Avrupa seçimlerinde, Fransa ve İngiltere seçimleri dışında tutarak söylüyorum, Macaristan gibi, Rusya gibi sağcı akımların yönetime gelmesinin nedeni sermayenin kendisini korumak istemesidir. Zengin sınıfı kendisini korumak istiyor ve bunun için otoriter baskıcı rejimlere ihtiyacı var” dedi.
‘Korunan halkın huzuru ve düzeni değil’
AKP iktidarının tam da bu nedenle 22 yıldır iktidarda olduğuna dikkat çeken Tülay Hatimoğulları, AKP’nin 100 yıllık Türkiye tarihinde neoliberal politikaları küresel ölçekte en iyi uygulayan ülkelerden biri olduğunu ifade etti. Tülay Hatimoğulları, “Çünkü dev zenginler, büyük sermaye grupları AKP’yi desteklediği için AKP ayakta kalabildi. Çünkü o da onların düzenlerini korudu. Türkiye’de otoriterleşmenin, antidemokratik uygulamaların en büyük nedeni; insanlar uyanmasın, işçi sınıfı sesini yükseltmesin, yoksullar Gezi Direnişi'ndeki gibi alanlara çıkmasın, bizim düzenimiz huzurumuz kaçmasın. Burada korunan halkın huzuru ve düzeni değil, burjuvazinin, zengin sınıfın ve sermayenin düzeni korunmaktadır, 5’li çetenin düzeni korunmaktadır. Bugün yine Türkiye’nin yüzyıllık tarihi boyunca en fazla özelleştirme yapan, en fazla özelleştirdiği kurumları yandaş sermayeye peşkeş çeken kim olmuştur? AKP olmuştur. Hatırlarsanız, şeker fabrikaları özelleştirilmesin diye insanlar yürüyüş ve eylemler gerçekleştirdi. Tekel işçi direnişi aylarca kar, kış demeden Ankara’da devam etti. Bunun gibi nice olay yaşandı. Ve şimdi yap-işlet-devret hikayesiyle yolları bile ki, bugün bir devletin asli görevi yol yapmaktır, bir ülkenin asli görevi iletişimi sağlamaktır, yani internetin bedava verilmesidir. Bir ülkenin, bir devletin asli görevi elektriği, suyu merkezi hükümetin kararıyla bedava vermektir. Normalde biz devlete vergi veriyorsak olması gereken budur. Kamucu devlet anlayışı tam da budur. Ama bunu yapmak yerine TEDAŞ’ı da özelleştirdiler, elektrik, su her şeyi özelleştirmiş durumda” diye belirtti.
Sağcı, ırkçı, erkek egemen milliyetçi anlayışın özellikle düzenin korunması için siyasal anlamda güçlendiği bir evreden geçildiğini dile getiren Tülay Hatimoğulları, “Bu evre aynı zamanda savaşların ve çatışmaların devam etmesini sağlıyor. Bugün Yemen’den tutun Mısır’daki karışıklığa kadar, Suriye’de devam eden karışıklık, İsrail’in Filistin’i işgali, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, savaşı; bütün bu savaşlar manzumesine baktığımızda üçüncü dünya savaşının arifesinde olduğumuzu söylersek abartmış olmayız. Kaldı ki TV’leri açtığımızda en çok tartışılan konulardan birinin bu olduğunu görüyoruz,” şeklinde konuştu.
Tülay Hatimoğulları konuşmasının devamında şunları söyledi:
“Bir yanımız savaş ama öte yanımız iç siyasette bugün AKP iktidarının yarattığı çoklu krizleri sayacak olursak sabaha kadar da konuşsak bitiremeyiz. Ben bir iki başlıktan bahsetmek istiyorum. Biraz önce söyledik işsizlik, yoksulluk bugün Türkiye’de artan hayat pahalılığından dolayı; bakın eskiden ailelerimizin çocuğu memur olunca, kamu emekçisi olunca göğsünü gere gere dolaşırdı anneler babalar. Derdi ki oğlum hayatını garantiledi. Ama şimdi beyaz yakalılar da açlık ve yoksullukla karşı karşıya. Türkiye’de yaklaşık 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyor. Bugün AKP bu yaşanan ekonomik krizin faturasını halka ödetiyor dedik ya, IMF’siz IMF programı uyguluyor dedik ya biliyorsunuz şu an gündemde olan vergi paketi. Bu vergi paketinde çoktan çok, azdan az almayı asla akıllarına getirmiyorlar. Oysa bizler, muhalefet olarak ve DEM Parti olarak da en ısrarlı önerdiğimiz şey vergi sisteminin kökten değişmesi; azdan az, çoktan çok vergi alınmasıdır. Ama şimdi onlar diyelim ki herhangi bir kafede çalışan garsonun bahşişine, motor kuryenin aldığı yevmiyeye gözünü dikmiş durumda. Vergi reformunu buralardan vergi alarak gerçekleştirecek bir vergi paketi hazırlamış durumdalar. Ama halktan da bu konuda çok tepki olduğunu biliyoruz. Emekli 10 bin liraya mahkum edilmiş, zam yapılmıyor. Bugün biliyorsunuz, Temmuz ayında asgari ücrete zam yapılması gerekirken, zam yapılmayacağını açıklamış oldu bakan. 17 bin TL’ye mahkum olmuş asgari ücretliye, artan hayat pahalılığına, zamlara karşın asgari ücretli mahkum edilmiş durumdadır.
AKP istediği hegemonyayı kuramıyor
5000 yıllık egemen sistem tarafından kadınlar şiddete maruz kalmış ve eşitsiz bir yaşam dayatılmıştır. Otoriter faşist diktatörlüklerde kadınların üzerindeki baskılar katlanarak artar. 20 saat içinde 7 kadın cinayetine tanıklık ediyorsa Türkiye toprakları, bu demektir ki bu iktidar kadın düşmanı ve kadınları korumuyor. 9. Yargı Paketi şimdi komisyonda görüşülüyor. Bu pakette kadınlara dönük şiddetin derinleştirilmesi için adımlar atmak istediler ama kadın hareketi direndi, birçok maddenin çıkarılmasını sağladı. Şu an sadece kadınlar kendi soyadlarını kullanamıyorlar; ilgili AYM’nin kararına rağmen bunu 9’uncu Yargı Paketi'ne eklemiş durumdalar. Alevi toplumuna dönük baskılar, değerli arkadaşlar, bu iktidar döneminde daha da arttı. Aleviler bu topraklarda tarih boyunca katledildi. Bu topraklarda Yavuz Sultan Selim döneminden bugüne kadar Aleviler katlediliyor, katledilmektedir. 21’nci yüzyıldayız halen Adana’da, Mersin’de, Alevi evlerinin işaretlendiğini, İstanbul’da, İzmir’de evlerinin işaretlendiğine tanıklık ettik. Şimdi ise gerçekten AKP iktidarının atmak istediği çok önemli bir adım var. Hatırlayacaksınız, Erdoğan şunu söylemişti; ‘biz evet siyaseten iktidar olduk ama kültürel, ideolojik hegemonyamızı kuramadık’ demişti. Aynen, kültürel ve ideolojik hegemonyasını kuramadı. Yüzyıllık Türkiye’nin yüzyıllık tarihinde onun ideolojik olarak kendi ideolojisinin, kendi bakış açısının hükmetmesine toplum karşı çıktı. Bu toplum demokrasi mücadelesi ile yoğrularak bugüne gelmiştir. Belki devasa kazanımlar elde edemedik ama kazanımlarımızı da asla küçümsemiyoruz. 100 yıllık boyunca işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin, halkların kazanımlarını asla küçümsemiyor ve önemli buluyoruz. Bu kazanımların neticesinde AKP istediği kültürel, ideolojik hegemonyayı kuramıyor.
Bugün biliyorsunuz müfredatla öyle bir oynadılar ki şu an Türkiye’deki üniversiteler aşırı geriden geliyor. Bir gün, yanlış hatırlamıyorsam, 9 Eylül Üniversitesinin açılışında Erdoğan ya da bir konferansta konuşma yapıyordu, şunu söyledi: ‘Biz neden eskiden Türkiye’deki üniversiteler dünyada ilk 500’e girerken şimdi orada değiliz’. Ey Erdoğan, bu soruyu dön kendine sor. Biz eğer ilk 500’de iken artık değilsek dünya ölçeğinde bunun nedeni senin izlediğin politika. En iyi bilim insanlarını, en iyi akademisyenleri ihraç etmiş olmanız olabilir mi acaba? Seçilmiş rektörü atamadığınız için yandaşınız AKP’li rektörü atamış olduğunuz için olabilir mi acaba? Şimdi integralle uğraşıyorlar matematikte. Matematikteki birçok konuyu çıkartmak istiyorlar. Çünkü eğitimi bilimden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bütün bunlar olabilir mi acaba? Herkes Mersin’e, biz tersine misali bir eğitim müfredat programıyla bizi karşı karşıya bıraktılar.
Muhalefet için güçlü adım atma koşulları oluştu
Özellikle ben aranızda velileriniz olduğunu biliyorum. Öğrencileriniz, çocuklarınız okuyor. Lütfen buna hep beraber karşı çıkalım. Bu eğitim müfredatı, bu program ırkçı, tekçi; bu program bilimsel olmayan, bu program bizi bilimi bir kenara bırakıp hacamatçılara entegre etmek isteyen bir anlayışın programıdır. Ve biliyorsunuz şu an öğretmenler ayakta. Her gün eylem yapıyorlar. Özellikle maarif programıyla mevcut olan bilimden uzaklaşmış müfredatı daha da bilimden uzaklaştırmak istiyorlar. Çok kara bir tablo çizdiğimin farkındayım ama ne yazık ki realite bu. Bütün bunlar karşısında sadece tespit edip izleyecek miyiz? Tabii ki hayır. Hem siyasi partiler olarak hem de toplumsal dinamikler olarak bizler bu sürecin hiçbir zaman izleyicisi olmadık ama şimdi Türkiye’deki siyasal nesnel koşullar muhalefetin daha güçlü adım atmasını, daha istikrarlı ve cesaretli adım atması için koşulların oluştuğunu söylemeliyiz. Bu siyasal tespit çok önemli. Muhalefetin buradan ilerlemesi önemli ve anlamlı olacaktır.
Erken seçimin zemini iyi hazırlanmalıdır
Bugün demokratik mücadele dışında bir seçeneğimiz yok. Seçimler tek başına çözüm değildir. Elbette Türkiye'de bir erken seçim gündemdedir. Bizler de DEM Parti olarak bir erken seçime ihtiyaç olduğunu ifade ettik, bunun farkındayız. Ancak şunun altını çizmek isteriz. Sakın ola toplumdaki direniş hattını, muhalefetin alanlara çıkmasını engelleyecek seçim vaatleriyle insanları evlerinde oturmaya kalkmayalım. Biz ne yaptık? Muhalefet önemli oranda sandığı bekledi. Muhalefet sadece sandığı beklerse, çiftçilerin, emekçilerin, işçilerin, halkların taleplerini alanlarda demokratik bir zeminde haykırmadığı sürece, inanın yarın sandık konulsa yine beklentiler sönümlendirildiği için seçimlerin sonuçlarını değiştiremeyeceğiz. Dolayısıyla bu konuda açık ve şeffaf bir tartışma yürütmeliyiz. Elbette erken seçim olmalı ama bunun zemini en iyi şekilde hazırlanmalıdır.
Yüzyıllık geleneksel ezberlerimizi bozmanın tam zamanı Peki, bizler güçlü, demokratik bir cumhuriyeti nasıl kurabiliriz? Bakın, yüzyıllık cumhuriyet tarihinde anti-demokratik çok şey yaşadı bu ülke. Bizler, adında her cumhuriyet olanın demokratik olduğu anlamına gelmez. Dünyadaki deneyimlerle sabittir, teorik analizlerle de sabittir. O nedenle biz cumhuriyetin ikinci yüzyılında, cumhuriyeti demokratikleştirmek için yüzyıllık geleneksel ezberlerimizi bozmanın tam zamanı. Biz gerçekten demokrasi istemeliyiz ve Türkiye’nin asli sorunlarını masaya yatırmalıyız. Türkiye’de yaşanan sorunların etrafında dolanarak demokrasicilik oynayarak değil, yüzyıldır ödenen bedeller ve şimdi AKP’nin ülkeyi getirdiği cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile bu getirdiği seviyeyi göz önünde bulundurarak acilen yapmamız gereken demokratik cumhuriyet programı etrafında muhalefetin birleşmesidir. Nedir demokratik cumhuriyetten kastımız? Güçlü ve katılımcı bir demokrasi. Bundan kastımız nedir? Güçlendirilmiş yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler daha yetkili, daha güçlü olmalıdır. Bugün merkezi hükümete bu kadar el avuç açmış yerel yönetimler ne yapabilir ki? Zaten birçok sınırları çizilmiş yerel yönetimlerin.
Atanmış vali ve kaymakamlarla değil seçilmişlerle yönetilmek istiyoruz
Bununla da kalınmadığı gibi HDP belediyelerine, şimdi de DEM Parti’nin Hakkari’de kazandığı belediyeye kayyım atandı. Kayyım atamak demek Türkiye’de erken dönemde kazanılmış olan anayasal hakkımız olan Kürt, Türk, Arap, Fars, Çerkes, Ermeni ayırmadan, her yurttaşımızın eşit yurttaş hakkı temelinde seçme ve seçilme hakkına sahip olduğunu anayasa yazar mı, yazar. Siz seçilmişin yerine kalkıp siyasi olarak elini bükemediğiniz bir partiye diz çöktürmek için bir kayyım atıyorsanız, bu yurttaşın seçme ve seçilme hakkını elinden almak demektir. Bizler atanmış vali ve kaymakamlarla değil seçilmişlerle yönetilmek istiyoruz. Anayasada ve yasalarda yazanlar yerine getirilmelidir ve yerel yönetimler güçlendirilmelidir. Demokratik cumhuriyetin yollarından biri buradan geçer.
Gezi direnişi bu toplumun onurudur
Biliyorsunuz Türkiye’de kuvvetler ayrılığı yazılı metinlerde, anayasada var ama kuvvetler ayrılığı değil. AKP iktidarı döneminde yargı tamamen AKP iktidarının emrinde çalışıyor. Dün Suavi’nin eşi bir tweet nedeniyle gözaltına alındı. Oysa tweet düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında ele alınır ve bir gözaltı tutuklama olmaz. Bizim neredeyse binlerce arkadaşımız siyasi görüşlerinden dolayı cezaevinde. Kobanê kumpas davasında sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın içinde olduğu 13 arkadaşımıza 400 küsur sene hapis cezası verildi. Bugün Gezi Direnişi'nde, gerçekten Gezi Direnişi bu toplumun onurudur. Gezi Direnişi bizim en önemli belleğimizdir, onurumuzdur, toplumsal hafızamızdır ama Gezi Direnişi'nde sorumlu tutulduğu iddiasıyla tutuklanan sevgili Osman Kavala’ya müebbet verildi ve halen Gezi tutukluları içeride. Hatay milletvekilimiz Can Atalay halen içeride. Oysa bizler vekilimizi seçtiğimizde burada halkın içinde olması için seçtik. Burada bu kürsüde bizim yanımızda konuşma yapılabilecek özgüle sahip olmalıdır. Şu an anayasayı çiğneyerek bu arkadaşlarımız, bahsini ettiğim bu iki dosyadan yargılananlar. Bunlar bilindik iki örnek.
Dönüşümü hep beraber sağlayabiliriz
Toplum tarafından detaylı olarak bilinmeyen çok sayıda örneğimiz var. Kürt sorununun barışçıl demokratik yöntemlerle çözülmesi, barışçıl dış politika, adil bir ekonomik program, kadınların özgürlük ve eşitliğinin sağlanması, kamu yönetiminde liyakat, doğaya saygı ki doğaya saygıyı çok kısaca açmak isterim. Biliyorsunuz, son zamanlarda biz çok ciddi doğal afetlerle, yani katliama ve cinayete dönüşen doğal afetlerle karşı karşıya kaldık. Bunun en acı örneğini burada Antalya’da, Defne’de, Samandağ’da, Kırıkhan'da, İskenderun’da yaşadık. 11 ilimiz depremden etkilendi. Bugün deprem de en önemli gündemlerimizden biri. Depremin yaraları 17 ay geçtiği halde sarılmadığı için rezerv alan meselesi bugün bakan Kurum'un hafta sonu buraya gelip yaptığı toplantılarda kamuoyuna da açıklamış. Halk istemiyorsa rezerv alan ilan edilmeyecek. Bugün HRT’deki bir programda bunları çok açık konuştuk. Murat Kurum'u verdiği sözü tutmaya çağırıyoruz. Halk rezerv alan istemiyor, halk kaygılı, halk tedirgin, bir an önce sağlıklı konutlara erişmek istiyor. Gençler için özgürlük, bütün bunlar demokratik anayasanın önünü açacak olan şeyler. Bütün bu sorun alanları ki 11 maddeden bahsettim, bu 11 maddenin başlığından yürütülecek demokratik bir mücadele, bir demokratik program etrafında yürütülecek demokratik mücadeleyle biz pekala çok ciddi bir dönüşümü hep beraber sağlayabiliriz.
11 maddelik çalışma…
Demokratik dönüşüme çok ihtiyacımız var. Ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız var. Artık yeter. Artık bu kadar acı çekmemiz, bu kadar antidemokratik uygulamalarla karşı karşıya kalmamız, 21. yüzyılda hiçbir hakkımızın, hukukumuzun, yurttaş olarak sözümüzün olmadığı bir yerde, artık bu ülkeyi bize dar etmiş olan bu anlayışlara karşı cumhuriyeti demokratikleştirmek dışında bir seçeneğimiz yok. Bahsini ettiğim bu 11 maddelik çerçeve etrafında yürütülecek çalışma, demokratik bir anayasanın yapım sürecinin önünü açacaktır. Demokratik anayasa demek, daha doğrusu anayasa demek en geniş yelpazedeki mutabakat metnidir. Bütün farklı kesimlerle, sadece siyasi partilerle değil toplumun bütün kesimleri ile yerelden merkeze kadar bütün toplumun katılımcı olduğu bir demokratik anayasa yapım sürecine ihtiyacımız var. Bunu her fırsatta ve yerde söyledik ve söylemeye devam edeceğiz.”