TJA’lı Hülya Alökmen: Bir kadının barış çığlığı dünya kadınları içindir
TJA üyesi Hülya Alökmen, “Bir kadının hakları için, barış için çıkardığı ses, attığı çığlık sadece kendisi için değil, dünya kadınları içindir” diyerek, barış için Kürt ve feminist kadınların ortak mücadelesine dikkat çekti.

ARJÎN DİLEK ÖNCEL
Amed- Savaşlardan ve çatışmalı süreçlerden zarar gören kesimlerin başında gelen kadınlar, bu süreçlerde, “Düşmandan intikam alma aracı” olarak da görülüyor. Savaş ve çatışmanın hakim olduğu coğrafyalarda kadınlar katlediliyor, bedenleri teşhir ediliyor, tecavüze uğruyor, fuhuşa zorlanıyor, derin bir yoksulluk ile karşı karşı kalıyor.
Savaşların yarattığı derin izleri yıllarca hafızalarında taşıyan kadınlar, tarihten beri onurlu bir barış mücadelesi veriyor. Dünya örneklerine bakıldığında Kolombiya, Suriye, Kuzey İrlanda ve Güney Afrika gibi ülkelerde savaş ve çatışmalı sürecin sona ermesi ve müzakere süreçlerinin başlaması için kadınların direnişini görüyoruz.
Kürt sorununun çözümsüzlüğü de tıpkı savaş kıskacına alınan diğer coğrafyalar gibi beraberinde birçok alanda krizlere neden oldu. Kürt sorununun çözümü noktasında birçok fırsat doğsa da bu fırsatların hiçbiri değerlendirilmedi ve savaş tırmanarak devam etti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” yeni bir sürece kapı aralarken, çağrıya yanıt veren PKK, 5-7 Mayıs 2025 tarihleri arasında 12’nci Kongresi'ni gerçekleştirdi ve çalışmalarını durdurma kararı aldı. Bu gelişmelerle birlikte ülkede bir kez daha barış süreci konuşulmaya başlandı.
Kürt sorununun çözümü, barış ve müzakere süreçlerinde Kürt kadınların rolünü ve kadınların nasıl bir barış istediklerini Tevgera Jinên Azad (TJA) üyesi Hülya Alökmen ile konuştuk.
Kadınların savaşların karar vericileri olmamalarına rağmen, savaşlardan en çok etkilenen kesim olduklarını ifade eden Hülya Alökmen, savaş ve çatışmalı süreçlerde Kürt kadınların yaşadıklarına işaret etti.
‘Çatışmalı süreçler ve göç’
Türkiye Cumhuriyeti’nin inkâr, asimilasyon, yok sayma üzerine şekillendiğini ve bu mevcut sisteme karşı sürekli halk isyanlarının olduğunu söyleyen Hülya Alökmen, “Şeyh Said, Dersîm, Koçgiri gibi isyanlarda da en büyük etkiyi kadınlar görüyor. 1990’lardan sonra çatışmalı dönemi göz önünde bulundurursak, şöyle bir gerçekle de karşı karşıyayız; sıcak çatışmalı dönemin getirdiği bir göç dalgası var. Kadınlar köylerini, mekanlarını terk etti. Diliyle, kültürüyle yaşadığı ortamdan koparılıp hem coğrafyasından hem de kimliğinden uzaklaştırıldı. Kadın olmaktan ötürü yaşadığı sorunlarla beraber, göç edip başka bir coğrafyaya gittiği zaman da Kürt ve kadın kimliğinden ötürü tekrar bir zulümle karşı karşıya kaldı” dedi.
Özellikle 90’lı yıllarda gözaltında tecavüz, köy boşaltmalarında kadınlara yönelik işkence, gözaltına alınan erkeği eşi ya da kızı ile tehdit etme gibi yöntemlerin kadınları ve toplumu sindirme yöntemleri olarak kullanıldığını ifade eden Hülya Alökmen, “Sıcak çatışmalı süreçlerde devlet şiddeti çok fazla olduğu için, toplum içindeki başka bir şiddet türü ikincil bir öneme düşüyordu. Örneğin, kız çocuklarının evlendirilmesi, kadınların evliliğe zorlanması, şiddet görmesi gibi sorunlar ikincil duruma düşüyordu. Ancak tüm süreçlerde Kürt kadınların örgütlü ya da örgütsüz barış talebi her zaman olmuştur” diye belirtti.
‘Kürt kadınları asimilasyon politikalarını direnerek ters yüz etti’
Türk devletinin sistematik bir şekilde sürdürdüğü asimilasyon politikalarını Kürt kadınların direnerek ters yüz ettiğini belirten Hülya Alökmen, kadınların bulundukları her yerde kültürüne sahip çıktığını söyledi.
Hülya Alökmen, “Gözaltında tecavüz suçu, 90’lardan bu yana kadınlar için en zor dile getirilen suçlardan biri oldu. Kolluğun cezasızlıkla ödüllendirildiği bir dönemde bile kadınlar ısrarla bu suçları işleyenlerin peşini bırakmadı. Kadın cinayetlerinin 90’lı yıllarda da politik olduğunu söylediler. O dönem katledilen kadınların tabutlarını kadınlar taşıyordu. Bu bile aslında toplumda alışagelmiş ‘cenazelerde erkekler önde olur, kadınlar arkada takip eder’ tabusunu yıkma mücadelesiydi. Yine kadınlar, 90’lardan sonra Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘kadın özgür olmadan toplum özgür olmaz’ perspektifi toplumda kabul gören bir durumdaydı. Kadınların kendi sahasında özgün olarak örgütlenmesi ve bireysel olarak yaşadığı sorunlar karşısında örgütlenme ihtiyacı zaten hep vardı. Eşi, oğlu, babası, kızı cezaevine kapatılıyor, öldürülüyordu, bir anda kendini iş yaşamında buluyor, diğer yandan asimilasyon politikasına karşı duruyordu. Bu anlamıyla kendi içinde hep bir mücadelesi vardı. Bunu örgütlü bir tarzda, ideolojik bir perspektife oturtarak da bugüne kadar getirdi. Rojava örneğini verecek olursak; askeri düzeyde de siyasi alanda da eşbaşkanlık modelinde de kadınlar her yerde önce özgün örgütlenmelerini sağladılar, Kürt kadın hareketinin özgünlüğünü koruma meselesi geçmişten geliyor” ifadelerinde bulundu.
‘Ön açıcı bir çağrı’
Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve ardından PKK’nin silah bırakmasıyla yeni bir döneme girildiğini ve sürecin yine en aktif yürütücülerinin kadınlar olduğunu vurgulayan Hülya Alökmen, “Abdullah Öcalan’ın bu çağrısı, ön açıcı bir çağrıdır. Kadınlar da bu çağrıyı olumlu gördü. Kadınlar Öcalan’ın kadınlar için mücadelesini görüyor. Diğer yandan kadınların da Abdullah Öcalan özgürlüğü için çeşitli eylemsellikleri oluyor” dedi.
‘Çözüm için yeni şanslar var’
Hülya Alökmen, konuşmasına şöyle devam etti: “PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı dönemi göz önünde bulundurduğumuzda, silahlı mücadele hak aramada bir yöntemdi. Ancak yıllarca süren birbirini yok etme konusunda bir pata durumu yaşanıyordu.
Sürekli tekrara düşen bir sorun vardı. Bu çağrıyla birlikte bu tekrar da ortadan kalmış olacak. Çözüm için yeni şanslar var artık. Tabi hala savaşın devam etmesini, Kürt ve Türk halkının birbirini boğazlamasını isteyenler, silah tüccarları var. Asıl mesele toplum ne istiyor? Türkiye toplumu, uzun yıllardır kendi içinde bir baskı, bir kaos yaşıyor.
Gençlerin bu ülkeden bir beklentisinin olmaması, emekçilerin hakkını alamaması, ekonomik anlamda krizin yaşanması gibi birçok sorun yaşanıyor. Ülkede bir basın açıklaması yapmak bile suç sayılıyor. Müebbet alan yüzlerce tutsak var. Siyaset yapmak suç sayılıyor. Benim iddianamemde 25 Kasım, 8 Mart etkinlikleri suç sayılmış. Kadın haklarını savunduğum için terörist oluyorum. Eşbaşkanlığı savunduğum için terörist oluyorum. Toplumun hak arama mücadelesinin önünde bir engel bunlar. Bu süreç tüm bu sorunların demokrasiyle, barış ile çözülmesi için bir fırsat. Silahlı mücadelenin sonlanması siyaseten mücadele edenlerin önünü de bir bakıma açmış olacak. Temel talep, istek bu yönde.”
‘Artık bu zehirli dilin değişmesi lazım’
Kürt sorununun demokratik çözümü ekseninde AKP iktidarının atması beklenen adımlardan biri olan İnfaz Düzenlemesi Meclis’te kabul edildi. Kamuoyunda “10’uncu Yargı Paketi” olarak bilinen “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 4 Haziran’da Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kovid-19 düzenlemesi ile İdare Gözlem Kurulları, hasta tutsakların durumu, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının infazı gibi taleplerin pakette yer almaması ise siyaset ve kamuoyunun tepkisine neden oldu.
Hülya Alökmen, cezaevlerine işaret ederek, “Siyaset yaptığı için on binlerce insan cezaevinde. HDP’nin eş genel başkanları, vekillerimiz Semra Güzel, Leyla Güven cezaevinde, Ayşe Gökkan cezaevinde. Hasta ve yaşı ilerlemiş ve infaz yasasına göre bile tahliye edilebilecekken yüzlerce tutsak özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor” diye belirtti.
‘Hak mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz’
Toplumun bu süreçten beklentilerinden birinin de tutsakların tahliyesi olduğunu vurgulayan Hülya Alökmen, “Artık bu zehirli dilin değişmesi gerekiyor. Kendilerinden olmayan herkesi ötekileştiren dilin değişmesi gerekiyor. Hala bu dilde ısrar eden bir medya gerçekliği var. Cezaevinde bulunanların tahliyesiyle ilgili adil bir yasal düzenlemenin yapılması beklentisi vardı. Bu görüşülen paket hayal kırıklığı oldu. Tabi bu hak mücadelesinden vazgeçeceğimiz anlamına gelmiyor. Biz mücadeleye devam edeceğiz. Önemli olan bu konuda merkezi hükümeti sıkıştırmak” dedi.
‘Toplumu rahatlatacak adımlar atılmalı’
Sürecin ilerlemesi için somut adımların atılması gerektiğine vurgu yapan Hülya Alökmen, “Barış bir kavganın sonucudur. Kişilerin, tarafların birbirini affedebilmesi için belirli şartların oluşması gerekiyor. Bu halk talep ettiği hakları elde ettiğini görmeli.
Barış derken, bu barışın gerekleri yerine getirilmeli. 2010’da ve 2011’de asker anneleri ile gerilla anneleri yan yana gelmiş, barış talep etmişti. Bu zeminin yaratılması sadece talep eden bir tarafın sorumluluğunda değil. Devlet mekanizması da bu konuda yol açıcı olmalı. Yasal düzenlemenin yanında toplumu da rahatlatabilecek adımlar atılmalı” diye belirtti.
Yıllarca Kürtlere karşı bir nefret politikasının yürütüldüğünü ve bu politika sonucu halkların birbirine düşman edilmeye çalışıldığını ifade eden Hülya Alökmen, halkların kardeşliğini savunan politikaların hayata geçirilmesini istedi. Hülya Alökmen, şöyle dedi:
“Yıllarca eğitim sistemiyle kendi toplumuna neler öğrettin, akademiden üniversitelere kadar bu düşmanlığı nasıl organize ettin? Bu saatten sonra değişmesi konusunda da çabalarının olması gerekiyor.”
‘Bu barış müzakerelerinde kadınlar kendi kimliğiyle bulunmalı’
Barış süreçlerinde kadınların rolüne dikkat çeken Hülya Alökmen, “Bu barış müzakerelerinde kadınlar kendi kimliğiyle bulunmalı. Erkek aklıyla süren bir savaşın, çatışmanın sonucunun neye evrileceğini erkeklere bırakmayacağız” ifadesini kullandı.
Feminist hareket ile ortak mücadele
TJA, “Toplumsal barış ve demokratik çözüm için kadınlar yürüyor” şiarıyla 31 Mayıs’ta Amed’de yürüyüş düzenledi. Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinden Amed’e gelen kadınlar, barış için yürüdü. Hülya Alökmen, bu yürüyüşün kadınların taleplerini anlatan bir eylem olduğunu ifade etti.
Feminist kadın hareketi ile yürüdüklerini belirten Hülya Alökmen, kadın mücadelesinin ortaklaşmasının önemine dikkat çekti. Hülya Alökmen, “Biz kadınlar net olarak barışı talep ediyoruz. Barış müzakerelerinde kadınların olması gerekiyor. Toplumsal ağın oluşması sürecinde kadın aklının olması gerekiyor. Bu kapsamda Kürt kadınlar ve feminist kadıların dayanışmasının bir geçmişi var. Hem kadın cinayetlerinde hem de barış meselesinde bir araya geliyorlar. Kadınlar aleyhine bazı yasal düzenlemeler, evlilik yaşının düşürülmesi, ‘Aile yılı’ ilan edilmesi gibi konularda Türk ve Kürt kadınlar bir araya geldi. Barış için de 2000’li yıllarda ‘barış treni’ eylemi vardı. İstanbul’dan kadınlar barış için Amed’e gelmişti. 2000’lerden sonrası asker ve gerilla anneleri barış için bir araya geldi. Yakın zamanda Barışa İhtiyacımız Var Kadın İnisiyatifi kuruldu. Türkiyeli feministler ile barış ve demokrasi sürecini nasıl yürütebiliriz yeni süreci nasıl inşa edebiliriz tartışmaları yürütülüyor” diyerek, ortak mücadeleye vurgu yaptı.
‘Mücadeleden başka yol yok’
“Bir kadının hakları için, barış için çıkardığı ses, attığı çığlık sadece kendisi için değil, dünya kadınlar içindir” diyen Hülya Alökmen, Kürt kadın hareketinin mücadelesinin evrenselleştiğini söyledi ve konuşmasını şöyle tamamladı, “Mücadele ediyoruz çünkü başka yolumuz yok. Bizden sonraki nesillere iyi bir gelecek bırakmak için mücadeleyi sürdürmek lazım.”