‘Pexşan ve Şerife’nin duruşu Özgür Kadın Hareketi’nin duruşudur’

İran’da Gazeteci Pexşan Ezîzî ve aktivist Şerife Mohammadi’ye verilen idam cezasına tepki gösteren İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, her şeye rağmen kadınların mücadelesinin varlığına dikkat çekiyor.

SARYA DENİZ

Haber Merkezi- İran devleti ‘Jin, jiyan, azadi’ devrimi ile birlikte kendine muhalefet edenlere ve özellikle Kürt yurttaşlara dair peş peşe idam cezaları vermeye devam ediyor. İdam cezaları tüm dünyanın sessizliğinin ortasında bir bir infaz edilirken, en son Kürt Gazeteci Pexşan Ezîzî ve aktivist Şerife Mohammadi idam cezasına çarptırıldı.

Ülkede İbrahim Reisi’den idam, baskı ve şiddet politikalarını devralan yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan da idam kararlarıyla tüm toplumu karanlığa sürükleyen ve baskı altına almaya çalışan politikaları sürdürmekte kararlı görünüyor. Ülkede özellikle Jina Mahsa Amini’nin katledilmesiyle başlayan ‘jin, jiyan, azadî’ isyanı ve kadınların özgürlük talebine tutuklama, işkence, baskı, hak gasplarıyla yanıt veriliyor. 

Tutuklandı, işkence gördü

İran’da tutuklu olan Pexşan Ezîzî, gazeteci, sosyal hizmet uzmanı ve aynı zamanda kadın hakları savunucusu. Yargıç İman Afshari Başkanlığı'ndaki Tahran Devrim Mahkemesi 26'ncı Şubesi tarafından Pexşan Ezîzî’ye "İslam hükümetine karşı silahlı ayaklanma başlatan ve liderleri isyana karışan gruplara üyelik" iddiasıyla idam cezası verildi. Cezanın açıklanmasının ardından Pexşan Ezîzî’nin avukatları ve ailesi ile görüşmesi de yasaklandı. Pexşan Ezîzî, İran İstihbarat Güçleri tarafından 4 Ağustos 2023 tarihinde Tahran'ın Harazi kasabasında gözaltına alınmıştı. 4 ay gözaltında kalan aktivist ağır işkencelerden geçirildi. Tutuklu kaldığı süre boyunca da adil yargılanma hakkından mahrum bırakıldı. Pexşan Ezîzî, daha önce de Tahran’da Kürt öğrencilerin idamlara dönük protestolarına katıldığı gerekçesi ile 16 Kasım 2009'da tutuklanmış, 4 ay tutuklu kaldıktan sonra 19 Mart 2010'da 100 milyon Toman kefalet ödeyerek serbest bırakılmıştı. Ancak hiçbir zaman mücadelesinden vazgeçmedi. Tahliyesinin ardından Kürdistan’daki kadınların yaşamlarını araştırmak için çalışmalar yürüttü. Pexşan Ezîzî, son olarak tutuklu kaldığı Evin Cezaevi’nden yazdığı mektupla kamuoyuna yaşadığı işkenceleri anlattı ve mücadeleyi büyütme çağrısında bulundu.

2023 yılında zirve yaptı

İran’da özellikle kitlesel eylemlerin yaygınlaştığı dönemden bu zamana idam cezalarında hızlı bir artışın yaşandığına dikkat çekiliyor. Ve ibre her geçen yıl daha da yükseği gösteriyor. Norveç merkezli İran İnsan Hakları (IHR) ve Paris merkezli İdam Cezasına Karşı Birlikte (ECPM) tarafından hazırlanan rapora göre; İran devleti 2023 yılında en az 834 kişiyi idam etti. Bu sayı, ülkede idam cezalarının zirveye çıktığı 2015 yılından bu yana en yüksek rakamı ifade ediyor. 2022 yılına göre ise yüzde 43’lük bir artış anlamına geliyor. İran’da 2015 yılında da 972 kişi idam edilmişti. Veriler ülkede son yirmi yılda ikinci kez bir yıl içinde 800'den fazla infazın gerçekleştirildiği anlamına geliyor.

Kadınlar idamla cezalandırılıyor

Kadınlar açısından rapor aynı zamanda farklı bir gerçeği daha ortaya koyuyor. 2023 yılında en az 22 kadın Tahran yönetimi tarafından idam edildi. Bu yine kadınlar için en yüksek sayı anlamına geliyor ve elbette kadınların itirazlarının boyutu hakkında da ip uçları veriyor. İnsan hakları örgütleri ve analistler bir korku iklimi yaratmak için Mahsa Amini’nin katledildiği yönünde yorumlar yapsa da bunun tam tersi bir durum yaşandığı ortada. Ancak İran devleti bu yöntemi kullanmaktan vazgeçmiyor. Üstelik bu katliamlara karşı uluslararası güçlü bir duruştan da söz etmek güç.   

Beluclar hedefte

Kürtlerin yanı sıra ülkede azınlık olan Beluclar özellikle hedefte. Belucların 'uyuşturucuyla bağlantlı suçlamalarla' idam edilenler arasında en kalabalık grubu oluşturduğu ifade ediliyor. Bu suçlamaların çoğu gerçeği göstermeyip bahane olarak sunulsa da yargılamalarda en çok yüklenen suçlamalardan biri ‘uyuşturucu.’ Beluc toplumu İran nüfusunun yüzde beşine tekabül ediyor. 2023 yılındaki toplam idamların yüzde 20'sini ise Beluclar oluşturuyor. Belucların ‘Jin jiyan azadi’ ayaklanmaları sırasında ve hala en güçlü mücadele yürüten kesimlerden olduğunu belirtmekte fayda var.

Kürt meselesinden bağımsız değil

Kürdistan Özgür Yaşam Partisi’ne (PJAK) üye oldukları, destekledikleri ya da adına çalıştıkları iddiasıyla yargılanan Kürtler adil yargılanma haklarından mahrum bırakılarak, idam cezalarına çarptırılıyor. İdam cezaları aynı zamanda ülkede başka bir geriliminde fitilini ateşliyor. Kürt siyasi tutsakların idamı, tutuklamalar, işkenceler ve tüm bunların son yıllarda artması Türkiye açısından kimi uygulamalarla benzerlikler taşıyor.

‘Baskıcı politikalar da idam cezaları da yeni değil’

İnsan Hakları Derneği (İHD) yıllardır İran’da insanların idam edilmelerine karşı kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Dernek en son İran Konsolosluğu önünde idam cezalarının durdurulması için bir basın açıklaması gerçekleştirdi. İdam cezalarının engellenmesi için aynı zamanda Türkiye devletinin de diplomatik kanalları kullanmaları gerektiğini belirten dernek İran devletine seslendi.

Konuyu ajansımıza değerlendiren İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, “İran’da idam meselesi yeni değil” diyerek başladığı konuşmasında, dernek kurulduğu günden bu yana idamlara karşı çalışmalar yaptıklarını söylüyor. “İran devletini uyaran, bu cezaları geri çekmesini isteyen etkinlikler gerçekleştirildi. Elçilik binası önünde çoğunlukla açıklamalar yapıldı. Uluslararası mekanizmalar bu noktada göreve çağrıldı. Ama İran’da idamlar durmadı” şeklinde konuşan Gülseren Yoleri, İran’da otoriter baskıcı bir rejimin yol açtığı baskı yöntemlerinin de kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığının da devam ettiğine dikkat çekiyor. 

‘Kadın hareketinin etkisi artınca baskı da arttı’

Özellikle Jina Mahsa Amini’nin katledilmesinin ardından başlayan ‘Jin, jiyan, azadi’ sloganıyla da yayılan protestolar İran’da kadın özgürlük mücadelesinin yükseldiği nokta olarak tarif eden Gülseren Yoleri, bu hareketin tüm dünyaya yayıldığını belirtiyor. Bu eylemlerle baskılara maruz kalan kadınların aynı zamanda bu hareketin bir parçası haline geldiklerine işaret eden Gülseren Yoleri, kadınların kararlılık ve cesaretle İran’ı protesto ettiklerini kaydediyor. Kadın hareketinin etkisinin artmasının aynı zamanda İran devletinin baskılarının artması anlamına geldiğini tarif eden Gülseren Yoleri, bugün yaşanan tablonun özetinin yükselen mücadele olarak görüyor. 

‘4 bine yakın kadın tutuklandı’

Yapılan kimi açıklamalar ve verilerin de baskıların ne kadar arttığının göstergesi olduğunu dile getiren Gülseren Yoleri şöyle konuşuyor:

“Yapılan açıklamalara göre hareketin başladığı tarihten itibaren bir yıl içinde 4 bine yakın kadın bu protestolara katıldığı için tutuklandı. 270 kadın öldürüldü. Yine değişik sayılar olmakla birlikte çok sayıda kadının idam edildiği de yine bu veriler arasında. Devam eden bu süreçte de bu bir yılın sonrasında da bu baskının devam ettiğini görüyoruz. İran’da kadınların bu baskılar karşısında susmadığını ve aslında tepkilerini devam ettirdiklerini de görüyoruz. Bunu uluslararası spor müsabakaları sırasında sporcuların başörtüsüyle sahaya çıkması gibi değişik yerlerde akademisyenlerin açıklamalarında görüyoruz. Aslında birçok yerde de bu protestoyu büyüten, geliştiren uluslararası alana duyurmayı sağlayan bir hareketin de devam ettiğini görüyoruz.”

Türkiye ile benzerlikler

İran’da yapılan son seçimlerle toplumda bir değişim beklentisi olduğunu ancak bu beklentinin karşılanmadığını söyleyen Gülseren Yoleri, İran’da yaşananların Türkiye’de yaşananlarla benzerlikler taşıdığına da vurgu yapıyor. Gülseren Yoleri, Bazı meselelerin Türkiye’de de olduğu gibi aslında sistemin, devletin kodlarıyla yakın bağlantısı olan bazı politikaların değişmesinin çok zor olduğu da malum. Dolayısıyla bir İslam Cumhuriyeti ve dolayısıyla orada kadına yönelik yaklaşımların kolaylıkla değişmesi pek de mümkün görünmüyor. O yüzden de bizler de daha uzunca süre İran’da devam edecek olan bu baskı politikalarını konuşmak durumunda kalacağız” diye konuşuyor.

‘Türkiye’de aynı politik yaklaşıma sahip’

Türkiye’nin bu meselede sessiz kalması hakkında ise Gülseren Yoleri, “Türkiye bu meselede niye bu kadar pasif çünkü aslında Türkiye zaten kadın politikası anlamında cinsiyet ayrımcı bir yaklaşıma sahip bir ülke. Hak ve özgürlükler konusunda zaten anayasal hakları bile tanımayan, ifade özgürlüğünü, toplanma özgürlüğü ki özellikle kadın hareketine yönelik ne kadar baskıcı, şiddet içeren politikalar uyguladığını her türlü toplanma ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran bir yaklaşımla hareket ettiğini her 8 Mart’ta 25 Kasım’da görüyoruz. Aslında özgürlükçü bir bakış açısıyla yaklaşmadıkları malum” diyor. Türkiye’nin idamlara ve kadınlara yönelik baskılara yeterince ses veremeyeceğini ifade eden Gülseren Yoleri, zaten Türkiye’nin de aynı politik yaklaşıma sahip olduğunu anlatıyor. 

‘Uluslararası tepkiler beklemek zor’

Uluslararası tepkisizlik hakkında ise Gülseren Yoleri şunları söylüyor:

“Bu konuda uluslararası tepkiler de yetersiz. Ancak bu süreçte mesela İran BM Kadının Statüsü Komisyonu’ndan çıkarıldı. BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından gerçekleştirildi karar. Bu karar alınırken oylamada toplam üye ülkelerin yarısı lehe oy verdi yani evet çıkarılsın dedi. Ama yarısı sessiz kaldı ya da çıkarılmasın dedi. Bu oldukça önemli bir durum çünkü BM özgürlükler ve barış üzerinden tanımlar varlığını. Oysa böyle bir temel konuda yani idam ve kadınlara yönelik bu yoğun baskılar karşısında bu üye ülkelerin yarısı bir anlamda yaşananlara onay verdi. Dolayısıyla aslında varlık koşullarıyla çelişen bir tutum aldıklarını söyleyebiliriz. Bu ülkeler arasında Rusya, Çin, ABD var. Rusya Türkiye ile yarışıyor insan hakları ihlalleri konusunda. Çin oldukça bozuk bir sicile sahip. Dolayısıyla bu ülkeler ne kadar tepki verebilir İran’da yaşananlara. Kendileri ihlaller yapıyor zaten. O yüzden de uluslararası alanda devletlerden çok da büyük bir tepki beklemek oldukça zor gerçekten.”

Protestolar devam ediyor

Tüm dünyada erkek egemen bir sistemin varlığına işaret eden Gülseren Yoleri, “Kadın mücadelesi konusunda ne kadar demokratik olursa olsun böyle bir çekince ile hareket ettiklerini de söylemek lazım. Tırnak içinde özgürlükçü ülkelerde bile bu tür sorunların yaşandığı yine hepimizin malumu. Uluslararası alanda belki ikinci önemli sayılabilecek ya da dikkate değen hareket aralarında Yeni Zelanda, Kanada, Avusturalya, Fransa, Almanya’nın da yer aldığı 12 ülkenin dışişleri bakanı olan kadınlar tarafından yazılan bir bildiri yayımlandı. Bu bildiride İran’da kadınlara insan haklarının tanınması, ifade özgürlüğünün tanınması istendi ve dayanışma içinde olduğu dile getirildi. Uluslararası düzeyde bu gelişmeyi olumlu okumak mümkün. Bunun dışında hem İran’da hem de İran dışında sporcular, sinemacılar akademisyenler, gazeteciler pek çok İranlı kadının bu protestoları sürdürdüğünü görüyoruz” diye ifade ediyor.

‘Kadınlar mücadeleden vazgeçmeyecek’

Gülseren Yoleri, son olarak idam kararlarından vazgeçilmesini isteyerek iki kadının da mektuplarına dikkat çekiyor ve “Mektuplarında söyledikleri onursuz bir yaşamdansa ölümü göze alacaklarını belirten ama buna rağmen mücadeleyi sürdüreceklerini belirten bir yaklaşımın aslında Kadın Özgürlük Hareketi’nin felsefesi haline geldiğini biliyoruz. Dolayısıyla İranlı kadınlar bu mücadeleye devam edecekler ve mücadeleden vazgeçmeyecekler” şeklinde konuşuyor.