Katliamın 11’inci yılında: Aileler anılarını bir bayrak gibi taşıyor
Suriye’nin Kuzey ve Doğu Bölgesi’ne bağlı Dêrazor’da, IŞİD’in hâkimiyeti döneminde, savaşın en korkunç vahşetlerinden biri yaşandı. Şuytat aşiretine yönelik katliamda binlerce insan katledildi.

ZEYNEP XELİF
Dêrazor- Kuzey ve Doğu Suriye’nin Dêrazor şehrinde 8- 15 Ağustos 2014 tarihinde IŞİD, Şuytat aşiretine yönelik bir katliam gerçekleştirdi. Bugün hâlâ, ailesinden fertlerini kaybetmiş kadınlar, unutulmaz bir trajedinin tanıkları olarak ayakta duruyor.
Din kisvesi adı altında bölgeye girdiler
Şuytatlı kadınlardan Gade Adil, o günleri şöyle anlatıyor:
“IŞİD ilk başta bölgemize din kisvesi altında girdi. Sözde İslami değerleri geri getireceklerini, topluma ahlak kazandıracaklarını söylediler. Bazı insanlar da bunu olumlu bir değişim sanarak kabul etti. Ama gerçek, çok kısa sürede karanlık yüzünü gösterdi. Kontrolü ele geçirir geçirmez, yeni bir dönem başladı: kan ve korku dönemi. Sistemli suikastler yapıldı, şeriat adı altında hükümler dayatıldı. Kuran ayetleri çarpıtılarak çocukları katletme, toplu idamlar, irtidat suçlamaları meşrulaştırıldı.”
“Şuytat bölgesi en çok zarar gören yerlerden biriydi. Neredeyse her gün bir vahşet yaşanıyordu” diyen Gaze Adil tanık olduklarını şu şekilde dile getiriyor: “En korkunç olaylardan biri, dört çocuğun başlarının babalarının gözü önünde kesilmesiydi. Baba, şoktan günlerce onları toprağa veremedi.”
Psikolojik Yıkım ve İnsani Dram
Katliam yalnızca kurşun ve bıçaklarla olmadı; ruhlara ve kalplere işlenen derin yaralar bıraktı. Anneler çöktü, aileler dağıldı, kadınlar felç geçirdi. 14 yaşın altındaki çocuklar “dinden çıkma” suçlamasıyla katledildi. Bu görüntüler, toplumsal hafızadan silinmedi.
Gade Adil, “Katliamlarla birlikte yağma, hırsızlık ve yıkım da yapıldı. Her şey din adına meşru kılındı” diyor.
‘Tüm kayıplara rağmen umudumuz hâlâ yaşıyor’
Her yıl Ağustos ayında, katliama uğrayan aileler yas tutmak için değil, aynı zamanda hayatını kaybedenlerin unutulmadığını ve kanlarının boşa akmadığını vurgulamak için toplanıyor. Bu gün, konuşmalar, fotoğraf sergileri ve mezar ziyaretleriyle anılıyor.
Katliam tanıklarından Seher el-Abd şöyle anlatıyor:
“2014 Ağustos’unda 1200’den fazla şehidimiz oldu. Çoğu oğlumuz, eşimiz, kardeşimizdi. Evlerimizi terk etmek zorunda kaldık. Camilerden ‘evleri boşaltın’ diye bağırıyorlardı. Önce Hecin’e, sonra Ebu Hardub’a, ardından da Şuytat’taki Nebaa ve Nasir’e gittik. Evlerimizin kapılarına IŞİD’in sloganlarını yazdılar. Erkekler ya öldürüldü ya da çatışmalara katıldı. Birçoğu sokak ortasında idam edildi. Bu İslam değil. İslam bu vahşetten uzaktır.”
Bölgenin 2019 baharında Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ve Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) tarafından kurtarıldığını belirten Seher, “Kurtuluştan sonra yaşam yavaş yavaş geri döndü. Kadın Savunma Birlikleri köyün güvenliğini sağladı, kadınların rolünü yeniden güçlendirdi. Sivil toplum örgütleri kuruldu, su ve elektrik geri geldi. Tüm kayıplara rağmen umudumuz hâlâ yaşıyor” diyor.
‘Kaybı atlatmak mümkün değil’
Yaziye el-Hüseyin, dört çocuğunu kaybetmenin acısını gözyaşlarıyla anlatıyor:
“Hepsi gitti… Biri bana ‘arabaya binin, biz sizi takip edeceğiz’ dedi. Gittiler, dönmediler. Evimizi o Perşembe günü terk ettik. O gün hiç unutulmayacak. Kaybın acısı tarifsiz; bir kalbin binlerce kez öldürülmesi gibi.”
Nasra el-Abd el-Gani ise eşinin kayboluşunu şöyle dile getiriyor:
“Dışarı çıkıp ne olduğunu göreceğim dedi, gitti, dönmedi. Hâlâ ondan haber yok. İki-üç gün sonra biz de evden çıktık. O sırada hamileydim, bu acı içinde nasıl doğum yaptım bilmiyorum.”
Fatma el-Abd el-Kasim, babasını hiç görmemiş bir kız çocuğu. Şimdi 11 yaşında şunları söylüyor:
“Babamı sadece 6 aylıkken kaybettim. Onu yalnızca fotoğraflardan tanıyorum. Ne yüzünü hatırlıyorum ne sesini duydum. Fotoğrafını gördükçe ağlıyorum. Onu bana hep anlatıyorlar ama ben hâlâ gerçekleşmeyen bir buluşmayı bekleyen bir çocuğum.”