Kadına yönelik şiddetten arınmış bir dünya yaratalım

Pek çokları bu yüzyılın kadınların özgürleşeceği, kölelikten, cinsiyetçi kavramlardan ve ataerkil zihniyetten kurtulacağı bir yüzyıl olacağını söylemişti bu yüzyıl kadınların mezarı olmasın diye, direniş, dayanışma ve örgütlü mücadele tek çıkış yolu.

HEVÎDAR XALİT*

Kaos ve huzursuzluğun hüküm sürdüğü bir dünyada, herkes daha iyi bir geleceğe ulaşmak için mükemmelliği arıyor, hayal dünyalarında ilerleyerek çevresinde olup biten değişikliklerin farkına varmadan yaşıyor. İnternet platformlarının dayattığı “mükemmel hayat” ölçütleri altında her şey ışıltısını ve parıltısını kaybetmeye başladı. Bu ideal yaşam, içinde bulunduğumuz acı gerçeklikte adeta hayal ürünü gibi, fakat bugün birçok insanın rüyası haline gelmiş durumda.

Masum insanlar katlediliyor; kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet artıyor. Kadın, 21. yüzyılda hayatın en zor koşullarını yaşıyor. Oysa pek çokları bu yüzyılın kadınların özgürleşeceği, gerici kalıplardan, kölelikten, cinsiyetçi kavramlardan ve ataerkil zihniyetten kurtulacağı bir yüzyıl olacağını söylemişti. Ancak bu yüzyıl, kadınların hayatının hiçe sayıldığı, şiddetin meşrulaştırıldığı, bedenlerinin küresel kapitalist sistem tarafından özellikle de adaletsiz savaşlarında sömürüldüğü kanlı bir alana dönüştü. Kadınlar ve çocuklar artık bu savaşların ve kanlı çatışmaların göbeğinde yaşıyor.

Kadınlar her gün şiddete maruz kalıyor

Kadın her gün çeşitli ihlaller ve farklı şiddet türlerine maruz kalıyor. Kameralar ve televizyon ekranları aracılığıyla Suriye’deki yürek parçalayan görüntülere tanık oluyoruz. Heyet Tahrir eş-Şam’ın iktidara gelmesinin ardından ülkede Alevilere yönelik ağır ihlaller yaşandı ve bu ihlallerde en büyük bedeli Alevi kadınlar ödedi. Bunların en çarpıcı örneklerinden biri, sahil bölgesinde kimlik temelli yapılan katliamlarda katledilen çocuklarının cenazelerini bekleyen Alevi anne “Zerke Sebahiye”nin çocuklarının katledilmesi vakasıdır. O sırada kendisine hakaret içerikli mezhepçi sözler sarf edilmişti; bu sahne Alevi kadının yaşadığı felaketin boyutunu tüm dünyaya göstermişti.

Evet, bu korkunç suç sosyal medyayı sarsmış, insanlık iddiasında bulunan herkesin vicdanına dokunmuştu. Onun meşhur sözü “Feşert (Fışkırtsınlar / Hadsizlik etmesinler)” hala onurlu Suriyelilerin hafızasında yer ediyor. Bu sözle, o kirli fikirleri ve radikal cihatçı zihniyetleriyle saldıranlara boyun eğmeyeceğini göstermişti.

Suçlular hala serbest

Geçici yönetim yetkililerinin Zerke anneye katilleri cezalandırma sözü vermesine rağmen, suçlular hala serbest ve yargılanmadan dolaşıyor. Geçici hükümetin tüm vaatleri boşa çıktı. Aleviler, özellikle de kadınlar, savaşın acısını ve savaş suçu niteliğindeki ihlalleri yaşamalarının ardından hala kaygı, korku ve gerginlik içinde yaşamaya devam ediyor. Gasp, kaçırma, meydanlarda infaz, hırsızlık, yağmalama, mezhepçi sloganlarla korku yayma ve kadını kamusal hayattan dışlamaya yönelik yasalar dayatma gibi birçok uygulama bölgede hakim oldu.

Suriye’nin sahil kesiminde aileler tamamen yok edildi; intikam amaçlı toplu öldürmeler yapıldı, evler ve dükkanlar yağmalandı. Tüm bunlar bu militanların benimsediği cihatçı ideolojinin özünü yansıtıyor. Bilindiği gibi bu ideoloji, kadının özgürlüğüne ve mücadelesine düşman; kadının ön saflarda değil, arka saflarda olması gerektiğine inanıyor. Köhnemiş zihin yapılarının katılığı, kadının mücadelesine alan açmalarını engelliyor.

Sahil bölgesindeki Alevilere yönelik katliamlardan birkaç ay geçmemişti ki, bu kez saldırılar temmuz ortasında güney Suriye’deki Dürzilere yöneldi. Özellikle Süveyda’da toplumun tüm kesimleri, varlıklarını hedef alan saldırılara karşı bilgelik ve cesaretle direndi.

Suriye bileşenlerinin ortadan kaldırılması hedefleniyor

Savunma Bakanlığı’na bağlı cihatçı grupların unsurları, esirlere yönelik infazlar, sivillere yönelik katliamlar, cenazelere işkence ve baş kesme eylemleri, toplu katliamlar, zorla kaybetme, kaçırma, hırsızlık ve mülklerin tahribi gibi ağır ihlaller gerçekleştirdi. Ayrıca kadınlara ve kız çocuklarına yönelik cinsiyet temelli şiddet; kutsal sembollerin hedef alınması; din adamlarının sakallarının zorla kesilmesi; Dürzi halkını öldürülmeye çağıran internet söylemleri; hatta Dürzi kadınlarını katletmeye ve kaçırmaya yönelik çağrılar yapıldı.

Bu barbarca suçların tümü, özgün Suriye bileşenlerini ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Çünkü bu radikal gruplar, Suriye’nin çeşitliliğini ve zenginliğini kendi varlıkları ve terörist ideolojileri için bir tehdit olarak görüyor. Bu ideoloji, İhvan’ın karanlık fikriyatından beslenerek dini değerleri istismar eden bir zihniyet. Evet, kadınlara karşı işlenen suçlar her zamanki gibi “meşru” gerekçelerle sunuluyor; kimse hesap sormuyor, adalet için adım atmıyor. Aksine, geçici hükümetin çıkardığı karar ve düzenlemeleri meşrulaştıran sloganlar internette yayılıyor ve kimi çevrelerce destekleniyor.

Ülkede tanık olduğumuz tüm bu sahneler ve gelişmeler, hayatı Taliban’ın Afganistan’da kurduğu emirliğe doğru götüren bir modele sürüklendiğimizi gösteriyor. Orada kadınlar hayatın tüm unsurlarından mahrum bırakılmış ve tamamen kamusal alandan dışlanmıştı. Sanki daha da karmaşık ve acımasız bir yola doğru gidiyoruz.

Suriye’ye yakın olan Gazze’de ise Filistinli kadın oldukça zor bir hayat sürüyor. Yiyecek ve su gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor; çocuklarına gerekli sağlık hizmetlerini sunamıyor çünkü sağlık sistemi çökmüş durumda. İsrail’in hayati tıbbi malzemelerin girişine uyguladığı kısıtlamalar, hastaneleri ve sağlık ekiplerini hedef alması ve kadınlara yönelik katliamlar bu durumu daha da kötüleştiriyor.

Kadınlar baskı, şiddet ve ölüm arasında yaşıyor

21. yüzyılda kadına yönelik şiddeti konuşmaya Suriye’den Afrika kıtasına geçelim. Doğu Afrika’nın kuzeydoğusunda yer alan Sudan’da üç yıldır Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında şiddetli bir savaş sürüyor. Bu çatışma özellikle kadınların çektiği acıları katladı. Birleşmiş Milletler’in son raporları, Sudan’da tecavüzün sistematik ve kasıtlı bir şekilde kullanıldığına dair artan kanıtlara işaret ediyor. El Faşer’den kaçan kadınlar, sistematik katledilme, tecavüz ve çocuklarının kaçırılması vakalarını aktardı. Kadınlar baskı, şiddet ve ölüm arasında yaşıyor.

Sudan’daki savaş, güvenli alanların azalmasıyla kadın bedenlerini suç mahalline çevirdi. Kadınların korunma talep etmek veya en basit psikolojik destekleri almak için güvenli buluşma alanları yok. Çatışmalar çok yoğun olduğundan kadınlar, insanlığın ve ahlakın olmadığı bir savaşın kurbanı ve yakıtı haline geldi.

Resmi istatistiklere göre Darfur’da 11 milyon kadın açlık ve cinsel şiddetle karşı karşıya. Evet, tüm bunlar insani krizi ağırlaştıran gerçekler. Erkek egemen iktidar hırsları uğruna kadınları öldüren, kanlarını döken bu savaşlar iktidara giden yolu açıyor. Burada şu sorular ortaya çıkıyor: Dünya Sudan’ın neresinde? İnsani örgütler, kadın örgütleri nerede? Birleşmiş Milletler ve insan hakları kurumları nerede? Dünya hala Sudan’ı yüzüstü bırakıyor. Sudan halkı yaşamını sürdürmek için bir lokma ekmeğe, enkaz yığınlarının arasında biraz olsun güvenliğe muhtaç.

Sudan ve Afganistan’da kadınlara yönelik ihlaller ve tacizler sürüyor. Dünya sadece izlemekle mi yetinecek? Bu kadınların çağrılarına kulak verilecek mi? Savaşın ve iktidarın kadının hayatının her alanını boğan politikalarının açtığı yaraları kim saracak? Gerçekten her şeyin çok zor olduğu bu ülkelerde, kadın ölümün her yanından kuşatmasıyla yaşıyor.

Kadınların yaşamı kısıtlandı

Afganistan’da da durum Sudan’dan farklı değil. Birleşmiş Milletler, Taliban’ın uyguladığı kısıtlamaların kadınların çalışmasını neredeyse imkansız hale getirdiğini belirtiyor. Kadınların ofislere erişimi ciddi biçimde azaldı, saha çalışması yapmaları zorlaştı, internet kesintileri de hareket özgürlüğü kısıtlanmış kadınların daha da izole edilmesine yol açtı. Hastanelere burka olmadan girmelerinin yasaklanması ve kadınların “mahremiyet” gerekçeleriyle tedaviden mahrum bırakılmasıyla sağlık sistemi bile baskı aracına dönüştü. Tüm bu uygulamalar karşısında dünya sessiz.

Libya’da olduğu gibi bölgedeki tüm ülkelerde kadınlar siber zorbalığa ve dijital saldırılara maruz kalıyor. Özel görüntüler yayılarak tehdit ediliyor; birçok genç kadın toplum ve aile baskısından korktuğu için intihara sürükleniyor. Siber zorbalık son yılların en çirkin psikolojik şiddet türlerinden biri hâline geldi; üstelik hiçbir denetim ya da yaptırım yok. Bu durum kadınların mahremiyetini ihlal ediyor ve hayatını tehlikeye atıyor. Libya’da kadını koruyacak yasal düzenlemeler bulunmuyor ve bu şiddetin önüne geçmek için ciddi adımlar da atılmıyor.

Tunus’ta ise resmi raporlar, sadece iki ay içinde 22 kadının evli olduğu erkek tarafından veya aile bireyleri tarafından katledildiğini ortaya koydu. Bu durum, Tunus’taki kadın koruma yasalarının şiddeti önlemekte yetersiz kaldığını gösteriyor. Ekonomik ve toplumsal baskılar, kadınların aile içinde maruz kaldığı şiddeti artırıyor ve geleneksel değerler hala güçlü bir biçimde hüküm sürüyor.

Şiddetin vatanı yok

Şiddetin vatanı yok; kadın dünyanın her yerinde sınırsız bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya. Geçtiğimiz ay yayımlanan bir araştırma, 2024 yılında Fransa’da 107 kadının arkadaşları olan erkekler tarafından katledildiğini ortaya koydu. Evet, kadınlar her gün “namus” adı altında katlediliyor. Hepimiz biliyoruz ki namus diye bir şey yok: Bu katliamlar soğukkanlılıkla işlenmiş suçlardır.

Toplum, “namus temizleme”, “itibar iadesi”, “aile şerefi” gibi şiddeti meşrulaştıran kavramları yaygınlaştırarak kadının değerini düşürüyor. Oysa gerçek çok daha basit: Bu, soğukkanlı bir katliam; gelenekler, kurallar ve işbirlikçi yasalar tarafından meşrulaştırılıyor. Ataerkil otorite kadını acımasızca yargılıyor; onun sağlık durumunu, psikolojik baskılarını hiçe sayıyor.

Kadınlar mücadelelerine devam ediyor

Elbette, bu tablo karşısında binlerce kadın ve yüzlerce kadın örgütü, kadına yönelik her tür ihlal ve uygulamaya karşı ağır bir mücadele sürdürüyor. Bu örgütler, kadınların psikolojik ve fiziksel şiddetin her türüne karşı koyabilmeleri için toplumsal bir bilinç oluşturmayı hedefleyen düşünsel ve ideolojik yöntemler geliştiriyor. Kürt ve Arap kadınlarının mücadelesi bu bağlamda çok şey başardı ve hala devam ediyor. Kadınlar kendi deneyimlerini diğer kadınlara aktararak, savaşların yıktığı hayatların ortasında omuz omuza mücadele etmeye çalışıyor. Kürt kadın hareketi bu zihniyete karşı verilen mücadelenin canlı bir örneğidir.

Kadına yönelik şiddetin artmasına katkıda bulunan birçok faktörden, bu şiddete karşı mücadele yöntemlerinden ve kadının yaşadığı zor koşullardan bahsettik. Mükemmeliyet arayışında olan pek çok kişi, sosyal medyada sürekli kişisel fotoğraflar paylaşarak herkese ideal bir hayat dayatmaya çalışıyor; oysa gerçek çok farklı. Bugün kadının durumu, hayatının her alanını kontrol eden iktidar politikaları nedeniyle son derece zor. Kadına yönelik şiddete karşı gerçek mücadele, dijital medyanın ve dizilerin sunduğu sahte mükemmellik imajından uzaklaşmakla başlar. Bu sahte imaj toplumun gerçekliğine ve özellikle kadının yaşamına uygun değildir.

Şiddet, aklın durduğu anda başlar; kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmanın yolu, şiddeti meşrulaştıran politikalara karşı sürekli mücadele, örgütlenme ve direnişten geçer. Ortak kadın mücadelesi kadının kurtuluşunun ve özgürlüğünün yoludur. Şiarımız şu olsun: Kadına şiddete hayır… Hayatımız şiddetsiz daha güzel… Kadına yönelik şiddetten arınmış bir dünya yaratalım.

*Gazeteci