‘Jin, Jiyan, Azadi’: Yaşamın kaynağına, kadının yaşamla özdeşliğine

Jin, Jiyan, Azadî” felsefesi, kadının yaşamla özdeş olduğu bir dünya mümkün diyor. Bugün manevi ve maddi zeminler bu dönüşüm için hazırdır.

ROJBÎN DENİZ

Aryenî dillerin direniş kültürleri, halkların yaşamıyla iç içe geçmiş bir hakikati barındırır. Coğrafi olarak İran, Kürdistan ve bugün Irak sınırları içinde kalan; dünün Akad, Babil ve Asur imparatorluklarının merkezi olan bu topraklar, tarih boyunca direniş kültürüyle yoğrularak bugüne gelmiştir. Aryenî, Semitik ve birçok dilde “kadın” ve “yaşam” özdeş bir hakikati ifade eder. Kadın, yaşamla; varlıkla, doğayla, toplumsal canlılıkla özdeş tanımlanır. Dilin ve kültürel köklerin temelinde de bu gerçeklik vardır.

Fakat zamanla bu tanımlar anlam kaybına uğramış, ataerkil zihniyetin tahakkümüyle çarpıtılmıştır. Kadın yaşamdan koparılmış; ölümle, yoklukla, gölgeyle, karanlıkla ve yasakla özdeşleştirilmiştir. Namus, ayıp, günah gibi kavramlarla kadın, yaşamın kaynağı olmaktan çıkarılıp toplumsal denetim ve baskının merkezine yerleştirilmiştir. Kadın ve ölüm arasındaki bu sahte özdeşlik, sadece teorik düzeyde değil; eylemde, örgütlenmede ve sistemleşmede de temel bir faktör haline getirilmiştir. Böylece cinsiyetçilikten dinciliğe, bilimcilikten devlet anlayışına kadar birçok alanın temeline bu ataerkil zihniyet oturmuştur. Toplumsal kaosların kökeninde de çoğu kez kadının yaşamdan koparılması ve ölüme itilmesi yatmaktadır.

Özgürlüğü kaybettiğin yerde arayacaksın 

Eğer sorun bu kökten ele alınacaksa, çözümün de aynı kaynaktan başlaması gerekir. Kaybedilen noktanın keşfi, yeniden başlamanın da yolunu gösterir. İşte Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, çocukluk deneyimlerinden itibaren bu çelişkiyle karşılaştı. Annesiyle babasının ilişkilerinden köydeki toplumsal bağlara, oyun arkadaşı Elif’in küçük yaşta evlendirilerek oyun alanından koparılmasına kadar birçok deneyimi, kadının yaşamdan koparılıp ölüme mahkûm edilmesi gerçeğini gözler önüne serdi. Çocukluğunun ilk isyanı, işte bu anlayışa karşı gelişti. İlk çelişki, ilk kavga, ilk özgürlük arayışı bu noktada başladı.

Kadın, aile, toplum, devlet ve tüm sistemlerin derin krizlerinin kaynağında da bu zihniyet vardı. Kürt özgürlük mücadelesi, işte tam da bu kaynaktan yükseldi. Soruna kökten çözüm arayışı, Kürdistan kadın özgürlük hareketini doğurdu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 1990’lı yılların başında toplum sosyolojisini bu hakikat üzerinden ele alarak çözüm arayışlarını derinleştirdi. Bu yalnızca teorik bir tartışma, kuru bir slogan ya da propaganda değildi. Kronikleşmiş ataerkil zihniyete karşı kadını yeniden yaşamla özdeşleştirmenin mücadelesiydi.

Abdullah Öcalan’ın sihirli formülü “Jin Jiyan, Azadi”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözümü bulduğu “sihirli formül” de buydu. 1990’ların başıyla birlikte Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin temelleri atıldı, örgütlülüğü kuruldu. “Jin, Jiyan, Azadî” sözü, ilk kez bu dönemde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından dillendirildi. Bu yalnızca bir slogan değil, kadın özgürlüğü için bir manifesto niteliğindeydi. O günden sonra kadınlar bu felsefe üzerinden kendi hakikatini aradı, yaşamı sahiplendi, örgütlendi ve mücadele alanlarına aktı. Kadını ölümle özdeşleştiren tüm rejimlere karşı ayağa kalktı.

Bugün “Jin, Jiyan, Azadî” sadece Kürdistan için değil, tüm Ortadoğu halkları açısından bir çözüm perspektifi sunuyor. Kadını yeniden yaşamla özdeşleştiren bu felsefe, toplumsal özgürlüğün de temel anahtarıdır.

Ortadoğu’da nefes alan direniş kültürü 

Kadının yaşamla özdeşliği, bu çağın değil, insanlık tarihinin en eski hakikatlerinden biridir. Özgürlük mücadelesi, bu hakikati günümüz koşullarına uyarlayarak direniş alanını genişletmiş, Ortadoğu’yu kendi öz gerçeğiyle yeniden buluşturma açısından önemli bir adım atmıştır. Kadının yaşamla bağı bu topraklarda doğmuş, gelişmiş ve Ortadoğu’ya kimlik kazandırmıştır. Kadın ve yaşam olgusunun özdeşliği, toplumun canlı bir hücresi olarak bugün de zayıf da olsa varlığını sürdürmektedir. Direniş kültürü de buradan güç almaktadır.

İran’da bu gelenek tarih boyunca hep var oldu. Kadınların öncülüğünde gelişen direniş, boyun eğmeme kültürü olarak toplumsal hafızada canlılığını korudu. 1978-79 İran İslam Devrimi adı altında gelişen mollalar rejimi ise daha en başından itibaren baskılarını kadınlar üzerinden yürüttü. Kadınların, halkların ve kültürlerin direnişi rejime karşı hep sürdü; kimi zaman parçalı, kimi zaman sekteye uğrayan bir şekilde gelişti. Örgütlü bir güce dönüşmede yetersiz kalsa da, mollalar karşısında cesur bir duruş sergilemeyi başardı. Bu nedenle İran İslam Cumhuriyeti, en başından beri özellikle kadınlara karşı hep temkinli, tedirgin ve korkak bir pozisyon aldı.

Kadınlar deli, toplum deli… devletse akıllı olan mı?

Rejim, baskıcı politikalarını sürekli kanunlar, yasaklar ve ötekileştirme üzerine kurdu. En fazla da kadınların bedeniyle uğraştı. Kadın bedenini kontrol ettikçe düşüncelerini de susturabileceğini sandı. 2017’de getirilen zorunlu başörtüsü yasası, bardağı taşıran son damla oldu. Kadınların isyanını bastırmaya çalışan rejim, direnen kadınları “deli” ilan ederek toplumdan dışlamaya, yani onları ölümle özdeşleştirmeye yöneldi. Bu uygulama, orta çağdaki cadı avlarını hatırlatan bir yöntemdi. Avrupa’da da yüzyıllar boyunca “deli” yaftasıyla kadınların akıl hastanelerine kapatıldığı bilinir: Elizabeth Parsons Ware, Rosina Doyle Wheeler ve daha niceleri bunun örnekleridir.

İran rejiminin bu politikaları özellikle “Gaşt-e Erşad” (Rehber Devriyeleri) ile somutlaştı. Bu “ahlak polisleri” sokaklarda kadınları denetleyerek, şeriat kurallarına uygun giyinmediklerini düşündüklerini gözaltına aldı, şiddet uyguladı ve hakaret etti. Kadınların başını örtmesini, bedenlerini tamamen saklamasını zorunlu kılan bu kanunlar, yalnızca İran’a özgü değildi. Türkiye’de Diyanet’in fetvaları, Suriye’de cihatçı grupların tecavüz kültürünü sistemleştirmesi, Irak’ın küçük yaşta evliliğin önünü açan düzenlemeleri, Afganistan’da Taliban’ın şeriat dayatmaları aynı zihniyetin parçalarıydı. İran, bu baskıcı sistemlerin en temel parçası olarak egemen çarkın bir dişlisi olarak dönüyor. 

Tecavüz kültürüne karşı ‘Jin Jiyan Azadi’

İran’da kadınlara yönelik politikalar ve pratik uygulamalar, tecavüz kültürünü meşrulaştırmakta, kadınları erkekler için bir mülk, bir meta gibi nesneleştirmektedir. Ancak kadınlar bu kırım siyasetine boyun eğmemiştir. Ahlak polislerinin Jina Emini’yi katletmesi ise bardağı taşıran son damla olmuştur. Ölümle özdeşleştirilen kadın, Jina Emini şahsında tüm kadınlara dayatılan bu ölümü haykırmıştır. Onun cenazesinde fikir, duygu ve eylem birleşmiş; “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı tüm İran sokaklarında yankılanmıştır. Kadınlar ve erkekler bu haykırışla meydanlara akın etmiş, “Kadını ölümle özdeşleştiren hiçbir rejimle yaşamak istemiyoruz” demiştir. “Jin, Jiyan, Azadî” serhıldanının en önemli yanı, toplumsal bir eyleme dönüşmesiydi. Sadece kadınların değil, tüm toplumun katılımını sağladı. Şarkılar, sloganlar, resimler, sanatsal üretimler bu eylemin parçası oldu. Kadınlar başörtülerini çıkarıp rüzgâra bıraktıkça, saçları bir ülkenin bayrağına dönüştü. Bir tutam saç, direnişin simgesi haline geldi. Bu dalga İran sınırlarını aşarak tüm Ortadoğu’ya ve dünyaya yayıldı. Dijital medyada milyonlarca kişi kendi dilinde, ama sonunda Kürtçe “Jin, Jiyan, Azadî” diye haykırarak bir tutam saçını kesti. Bu ayaklanmayı küreselleştiren bir boyut kazandırdı. 

Ayaklanmanın sebebi, örgütlü devlet şiddetinin, ideolojik, dinci, cinsiyetçi ve milliyetçi saldırılarının somutlaşmasıydı. Bu nedenle eylemler sadece devletin bir uygulamasına değil, tüm sisteme karşıydı. Talepler, “var olan sistemi yıkmak onunla bir daha yaşamamak” düzeyine ulaştı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın da belirttiği gibi, “kadınlara dönük tüm saldırılar, tecavüz kültürünün sonucudur.” Dolayısıyla mesele sadece şiddet ya da cinayet değil, kadını mülk gören, ölümle özdeşleştiren sistemin kendisineydi. 

Jin, Jiyan, Azadî, Kadın Devrimi’nin evrensel çağrısı

“Jin, Jiyan, Azadî” serhıldanı yalnızca bir hak arayışı değil; kadını baskı, inkâr ve kırım döngüsünde tutan tüm sistemlere karşı yükselmiş devrimci bir çıkıştır. Devletin soğuk duvarlarına, kapitalizmin çürütücü kollarına, ailenin ataerkil zincirlerine ya da dinin yasakçı yüzüne kadını ezen her yapıya karşı bu mücadele yönünü çevirmiştir. İşte bu nedenle “Jin, Jiyan, Azadî” bir slogan olmanın ötesinde, çağımızın kadın özgürlük manifestosuna dönüşmüştür.  En önemlisi de bu direnişin ve devrim halinin tamamen öz güce dayanarak gelişmiş olmasıdır.

Baskı, saldırı ve idamlarla susturulmak istenen ayaklanmalar, tüm girişimlere rağmen yeniden filizlenmiştir. Onlarca idam, binlerce tutuklama yaşanmasına rağmen zindanlar “Jin, Jiyan, Azadi” felsefesinin direniş alanlarına dönüşmüştür. Bugün İran cezaevleri, kadınların özgürlük bilinciyle birer “akademi komününe” dönüşmüş durumda. Werîşe, Pexşan, Şerife gibi öncü kadınlar, zindanlardan yükselen iradenin, güçlü direniş ve mücadele mevzilerine dönüştüğünü kanıtlamışlardır.

Bu yüzyıl kadın yüz yılı olacak 

Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin yıllara yayılan mücadelesiyle şekillenen bu felsefe, “21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak” iddiasını eylemde somutlaştırmıştır. Rojava Kadın Devrimi, bu mirasın en güçlü örneği olarak yalnızca Ortadoğu’ya değil, tüm dünyaya ilham kaynağı olmuştur. Jina Emini’nin şahsında sembolleşen binlerce kadın direnişçisi, bu felsefeyi sınırların ötesine taşıyarak evrensel bir çağrıya dönüşmüşlerdir.  Bugün kadın mücadelesi küresel bir karakter kazanmıştır. “Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi” fikri de tam da bu perspektif üzerinden doğmuştur. Artık mesele yalnızca tespit değil; kadın konfederalizmi ekseninde küresel örgütlenme, öz savunma, siyaset ve ittifakların somutlaşmasıdır. Demokratik toplum paradigması ekseninde kadın merkezli daimî çözüm arayışlarının pekiştirilmesidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın barış ve demokratik toplum çağrısı tam da bunu ifade ediyor. Çözümde kadın ve kadın devriminin kırmızı çizgi olması, ‘Jin, Jiyan, Azadi’ felsefesinin kaynağına olan bağlılığın bir göstergesidir.   

“Jin, Jiyan, Azadî” felsefesi, kadının yaşamla özdeş olduğu bir dünya mümkün diyor. Bugün manevi ve maddi zeminler bu dönüşüm için hazırdır.