Göç: Son yüzyılın sessiz silahı

Kobanê’deki Fırat Kantonu Ekonomi Meclisi Eş Başkanı Emîra Elî, 21’inci yüzyılda göçün hegemon güçlerin temel stratejisi haline geldiğini belirterek, "İnsanlar topraklarından, kimliklerinden ve aidiyetlerinden göç ediyorlar" dedi.

BERÇEM CÛDÎ

Kobanê - 21’inci yüzyılda göç, artık sadece bireylerin hayatlarını etkileyen bir olgu olmaktan çıkıp, hegemon güçlerin stratejik bir aracı haline geldi. Kobanê’deki Fırat Kantonu Ekonomi Meclisi Eş Başkanı Emîra Elî, göçün tarihsel süreçte nasıl şekillendiğini, günümüzde Ortadoğu ve özellikle Kürdistan coğrafyasındaki etkilerini ve bu sürecin arkasındaki politik dinamikleri detaylarıyla anlattı. Emîra Elî’nin değerlendirmeleri, göçün sadece bir yer değiştirme meselesi olmadığını; kimlik, kültür ve varoluş üzerinden yürütülen sistematik bir dönüşüm ve kontrol mekanizması olduğunu gözler önüne seriyor.

‘Göç sistematik bir yöntem haline geldi’

Göçün temel stratejisiyle ilgili konuşmasına başlayan Emîra Elî, “Göç meselesi tarihsel köklere sahip karmaşık bir konudur ancak dönemlere göre farklılıklar gösterir. Devletler güçlerini artırmak için çatışmalar ve savaşlar yoluyla göçü tetikleyerek, toprak ve nüfus hakimiyeti kurmaya çalıştı. Devletlerin kurulması ve ulus-devlet sistemlerinin gelişimiyle birlikte göç, özel savaşlar vasıtasıyla sistematik bir yöntem haline geldi. Bu süreç, 1’inci Dünya Savaşıyla başladı ve etkisi günümüze kadar devam etti. Kesinlikle savaş süreçlerinde göç yaşandı ve bu göçler savaşların sonuçlarından biridir” dedi.

‘Avrupa savaşları körüklüyor’

Son yıllarda insanların daha fazla Avrupa’ya göç etmek istediklerini belirten Emîra Elî, bunun Avrupa’nın politikalarının sonucu olduğunu ifade etti ve şöyle devam etti: “Temelde savaşların sebepleri incelenmelidir. Avrupa, güçlü ve yaşlı bir kıtadır; enerjisi ve gücü olmadan nasıl ekonomik gelişme gösterebilir ve hakimiyetini artırabilir? Avrupa’nın güçlü projeler üretme ihtiyacı var, ancak bu projeler genellikle görünmez kalıyor. Savaşlar ve çatışmalar, silah ve askeri teçhizat satışını artırırken, kendi ülkelerinin güvenliği için propaganda yaparak göçü teşvik ediyor. Halk ise hayatlarını korumak için savaş alanlarından güvenli ülkelere kaçıyor. Şu anda da göçün en yoğun olduğu yer Avrupa’dır.”

‘İç göç yıllardır devam ediyor’

Emîra Elî, “Göçün çeşitli türleri vardır; dış göç ve iç göç farklı amaçlara hizmet eder.” diyerek şu değerlendirmede bulundu: “Şu an Suriye, İran, Irak ve Türkiye’de iç göçler yaşanıyor ve demografik yapılar değişiyor. En bariz örnek Suriye’deki Araplaştırma politikasıdır. Cizre bölgesi veya Arapların yerleştirildiği alanlar bu politikaların bir parçasıdır. Irak, İran ve Türkiye’de de binlerce Kürt yerlerinden edilip köyleri yakıldı, yerine Arap, Türk, Fars ve Moğol yerleştirildi.”

‘Böl parçala, halkları yerleştir’

Emîra Elî, devletlerin politikalarını şöyle özetledi: “Bu durum ‘Böl parçala ve yönet’ stratejisinin bir uygulamasıdır. Halkları bölmek ve demografik yapıyı değiştirmek, böylece daha kolay kontrol sağlamak amaçlanmaktadır. Ancak bu durum halkların birliğini güçlendiriyor ve hegemon güçlerin işine yaramıyor. 2014’te Türkiye, DAİŞ çetelerine Kobanê’ye saldırmaları için destek verdi. Bu da büyük bir savaşa ve büyük bir göçe yol açtı. Türkiye bu göçmenleri halen kendi pazarlarında iş gücü olarak kullanıyor. Bu en somut örneklerden biridir.”

‘İnsanlar varlıklarından, kimliklerinden göç ediyor’

Emîra Elî, hegemon güçlerin ekonomik politikalarına dair ise “İç göçün bir diğer sebebi de iş ve ekonomik fırsatların yokluğudur. Baas rejimi, Kürtlerin yaşadığı kentlerde ekonomik projeler yapmadı, bu yüzden halk mecburen Suriye’nin diğer bölgelerine, Lübnan’a, Irak’a göç etti. Bu durum kültür, ahlak, kimlik ve dil gibi insan özelliklerinin değişmesine yol açtı. Göç eden kişi, geldiği yere kendini yeniden inşa etmek zorunda kalıyor. Avrupa’ya göç edenler önce dil öğreniyor ve bu da kültürlerini korumalarına yardımcı oluyor. İç göç ve dış göç benzer amaca hizmet eder. İç göç, gerçek kimlikleri yasaklar ve zayıflatır. Dış göçte ise bu durum bazen tamamen ortadan kaldırılır; Kürtler, Araplar, Türkler ve diğer milletler kimliklerinden vazgeçmeye zorlanır. Bu yüzden diyebilirim ki, 21’inci yüzyılda yaşadığımız göç sadece yer değiştirmek değil; insanın gerçekliğinden, kimliğinden ve aidiyetinden kopmasıdır. Bu da pek çok krize ve soruna yol açıyor; modern kolektif bir kimlik inşası, üreme davranışları, açlık kaynaklı ölümler ve daha fazlası” değerlendirmesinde bulundu.

‘Kürdistan talan edilmiş bir cennettir’

Emîra Elî, zengin ülkelerin göç merkezlerinde olduğunu söyleyerek “Hegemon güçler ve ulus-devletler, göç politikalarını tüm halklar üzerinde uygular, ancak en çok etkilenenler ezilen halklardır. Filistin halkı, bu politikaların en çok etkilendiği halklardan biridir. Filistin toprakları çok verimli ve zengindir ancak neler yaşandı? Herkes ne olduğunu biliyor. Aynı şekilde Kürdistan, dünya çapında bir cennet olarak tanınır. Kürdistan’ın üst ve alt toprakları dünyanın en verimli arazilerindendir. Ancak ne oldu? Kürdistan parçalandı, talan edildi, göç ettirildi ve savaşlar yaşandı” şeklinde konuştu.

‘Egemen ülkelerin kölesi olmayalım’

Emîra Elî, “21’inci yüzyılda göç büyük bir tehlike oluşturdu” derken sözlerini şöyle tamamladı: “21’inci yüzyılda nüfus artışı çok yüksek oldu, bu da hegemon güçlerin planlarına uymuyor ve onların başına bela oldu. Öncelikle bu duruma dikkat çekmek gerekiyor. Büyük savaşların kapısı açıldı ve zorunlu göçler yaşandı. Bu yüzden hegemon güçler göç politikalarını bu yüzyılda daha çok kullanıyor, mevcut krizleri ve parçalanmaları kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. En tehlikeli durum ise halklarımızın bu politikayı büyük bir memnuniyetle kabul etmesidir. Hegemon güçler göç propagandası yapıyor ve halkları teşvik ediyor; bu bir propaganda aracıdır. Bu duruma karşı Kürt halkı ve tüm Orta Doğu halkları uyanık olmalı, bu gerçeklerin farkında olmalıdır. Göç politikalarının kölesi olmayalım ve topraklarımızın talan edilmesine izin vermeyelim.”